Değişim, Derin Acıların Bağrında Saklıdır

Günlerdir yazmak için hazırlık yapıyorum, gündeme dair aldığım notlara bakıyorum lakin tarifsiz bir acının sancısı içinde buluyorum kendimi… Bazen, bazı anlar vardır; ne yazarsanız yazın, hangi cümleyi kurarsanız kurun, yaşanan acılar karşısında yetersiz kalır. İnsanın yediğinden, içtiğinden, giydiğinden, uyuduğundan ve hatta yaşadığından bile utandığı bir acı bu…

Siyasetin günlük çekişme ve çatışma cangılının ortasında duran kocaman bir enkaz var. 6 Şubat, Kahramanmaraş merkezli depremin enkazı sadece on ilin değil tüm ülkenin üzerine yıkıldı.

Resmi rakamlara göre ölü sayısı onbinlerce (en son açıklanan 40 binin üzerinde) . Deprem bölgelerinden anlatılanlara göre hastaneler cesetlerle dolu olduğu için, insanlar enkazdan çıkardıkları cesetleri kayıt yaptırmadan kendileri gömüyor. Enkazlar kaldırıldıkça ölü sayısının tahminimizin çok ötesinde çıkacağı aşikar.

Şehirler ölüm kokuyor… Enkazın altında soğuktan donarak yok olan hayatlar… Enkazın üzerinde yakınlarını arayanlar… Ölümün karanlığında yaşamın ağır yükü… Hayatta kalanlar, barınma sorunu, açlık ve susuzlukla mücadele ediyorlar.

Evin yıkılmış, ocağın sönmüş… Akrabalarını, arkadaşlarını kaybetmişsin… Doğduğun, büyüdüğün, yaşadığın şehir üzerine çökmüş… Çocukluğun, gençliğin ve anıların da o enkazın altında kalmış… Sokaklarına sevincini ve hüznünü kazıdığın şehrin yok olmuş.. Bir zamanlar kahkahalarınla çınlayan o sokaklar artık yok! Gözyaşlarının, hüznünün kazındığı o sokaklar, o evler artık yok! Evsiz , insansız ve yurtsuz kalmışsın… Hani şair diyor ya : “Bir cana bir başa kalmışsın vay vay! Pusatsız, duldasız, üryan. Bir cana bir de başa.” Öyle işte… Büyük bir insanlık trajedisi bu.

Büyük bir insanlık trajedisi yaşanılan fakat kader değil. Gerekli önlemler alınsaydı can kaybı bu kadar fazla olmayabilirdi. Bu büyük felaketin ardından daha kaç büyük felaket yaşanacak? Gerekli tedbirlerin alınması için halkın daha ne kadar çok ölmesi lazım? Bu enkaz öyle ya da böyle kaldırılır elbet. Peki ya sonrası? Depreme dayanıklı binalar, depreme dayanıklı şehirler, depreme dayanıklı bir yaşam inşa edilmesi lazım.

AKP iktidarı enkazdan seçim kaçırma telaşına düşmüşken, insanlar canlarının derdinde ayakta kalmak için çırpınıyor. Deprem bölgelerinden gelen görüntüler, halkın çaresizliği, yüreğimizde derin yaralar açarken, halkın öfkesi enkazın altından yeryüzüne yayılıyor. Bu enkazın altından yeni olan filizlenecek elbet. Bu depremin enkazı, bu insanlık trajedisi bize çok şeyi yeniden sorgulatıyor.

Meydanlarda, “vatan, millet Sakarya” diye dolaşanların ardından “beton, millet, Sakarya” ortaya çıktı. Siyasal islamın, betondan sistemi ülkenin üzerine çöktü. Beton kafalı müteahhitlerin denizden çalınan kumlarla yaptığı çürük binalar halkın üzerine çöktü. Sorun bu çürük yapılara izin verenlerde, denetlemeyenlerde. Rant elde etmek için, her yolu mübah gören abdestli kapitalistler, halkı beton yığınının altında bıraktı. Tabi bunlar, dinli, imanlı, abdestli patronlar olduğu için her felaketi Allah’a havale ediyorlar. Onlara sormak lazım, peki insanlar tarih boyunca neden devletler kurmuşlar? Neden toplumu organize eden bir yapıya ihtiyaç duymuşlardır?

İşte bu koca enkazın ortasında bu soruların cevapları daha belirgin bir hale bürünüyor. Neden sosyal devleti savunuyoruz! Sosyal devletin bir an önce inşasının gerekliliği, bu enkazın altından çıplak bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Devletin kurumlarının savaş ve doğal afetler için özel hazırlığı olur. Devlet, yurttaşlarına eziyet etmek için değil, yurttaşlarını koruyup, kollamak, ihtiyaçlarını sağlamak için olmalıdır. İnsanı, bir başka bir insanın vicdanına terk etmeyen bir sistem inşa edilmeli. Yine karşımıza çıkan bir diğer gerçek ise STK’ların, Demokratik Kitle Örgütleri’nin gerekliliği ve rolü. STK’ların güçlendirilmesi gerekiyor. Devlet, STK’lar ile rekabete, çatışmaya gireceğine bilakis bu yapılara destek olması gerekir. Deprem bölgelerinde çalışma yürüten ve bağışlar toplayan AHBAP ve Haluk Levent’e dönük yıpratma politikası gösteriyor ki, bu çalışmalara köstek olmasınlar kafi.

Bu büyük enkazın ve insanlık trajedisinin ortasında, gün dayanışma günü, gün yaraları sarma günü. Lakin bu enkazın ardından yeni bir yaşamın inşası için kafa yormayı, fikir yürütmeyi ihmal etmeden. Ölümün karanlığında yaşama tutunarak. Günlerce enkazın altında, soğukta aç ve susuz kalan o bebeğin yaşama tutunması gibi…Umutla ve inatla yaşama tutunarak. Değişim, bazen derin acıların bağrında saklıdır.

Arzu TORUN
Latest posts by Arzu TORUN (see all)