Dağlar, Taşlar, Kızıl Akan Munzur Şahit

Sarp dağlarla ve sarp insanlarla çevrili bir coğrafyadır Dersim. İnatçı ve mücadeleci kimliği ile yüzyıllardır gündemden bir şekilde düşmemiştir. Böyle bakıldığında bilinir ki direnişin olduğu kadar acının ve zulmün de adıdır Dersim.

Bu isme dair yazılan-söylenen eserlerin pek çoğunun temasını bunlar oluşturur; ibadet, cenaze, yazılı ve sözlü eserler hep bu iki kanaldan beslenir. İncelendiğinde görülüyor ki bölgenin her yerini kaplayan dağlar, her alanına yayılan sular nelere şahitlik etmiştir ki doğaya dair halk söylenceleri dahi dertlidir!

Çok fazla zulüm diyoruz; çünkü 1930’lu yıllarda, tertele, katliam ve veya soykırım olarak tanımlanacak o günlerde, Dersimli kadınların bir kısmı tecavüze uğramamak için intihar etmiş, bir kısmı onlarca insan yakalanmasın diye kendi çocuğunu boğmuş bir kısmı aklını kaybetmiş… Kız çocukları subaylara verilmiş, saçları kazıtılmış, ailelerinden, köklerinden kopartılıp bir “asker” formatına büründürülmüş.

Göç edenler ise bir kelimesini bilmedikleri bir dil ve kendilerine “Bunlar insan mı?” diye bakan insanların içine düşmüşler. Kimisi kardeşlerinin yakıldığını görmüş, kimisi kurşunların yağmur gibi yağdığını. Bunların hepsi miras olmuş dünyanın farklı farklı bölgelerine sürgün edilen Dersimlilere.

Herkesin elbet vardır bir anısı, bir anlatısı.

Sarp dağlar, sarp insanlar ve tahammülü imkansız yaşanmışlıklar. “Dersim” bugün insanların yarattığı algıdan çok uzak bir gerçeklik bana göre. Bir nebze muhalif, sol görüşlü ve direngen olmak kimliği üzerinden Dersim’i tanımlamak, 62 rakamını markalaştırmak, oraya gidip fotoğraflar çektirmek ve daha niceleri. Bunların hepsi güzel veya yapılabilir. Peki kılamlardaki Dersim’i ne yapacağız? Bir kelime Kırmançki bilmezken, kimlik karmaşası içinde boğulurken, Dersim’i ne yapacağız? Çektirilen fotoğrafların aşağısında, cesetlerin kapladığı, her yerin kandan kıpkırmızı olduğu toprakları ne yapacağız?

Bugün plaj olarak kullanılan, turizme pazarlanan o plajlarda bir zamanlar Dersim’de katledilen insanların mezarıydı, kefensiz! Duymak isteyene çığlıklar hâlâ oradadır. Görmek isteyene orası hâlâ kızıldır. Pes etmeyenlerin duruşu oradadır.

Peki bugün yaşatılan kimlik acaba bu gerçekliği karşılıyor mu? Kendi kültürüne, inancına, tarihine bu denli yabancılaşmış insanların varlığı beni düşündürüyor. Tecavüzden kaçmak için intihar eden kadınlar bugün bu yabancılaşmayı, bu yozlaşmayı hayal edebilirler miydi?

Seyit Rıza hile ve yalanlarla baş edemeyip, diz çökmeden, kendi idam sehpasına kendisi tekme atarak ölmüş bir önder olarak, bu mirası görmeli miydi?

15 Kasım 1937’de öldürülen Sey Rıza ve nice Dersim insanlarını saygıyla anıyorum.

Yabancılaşmadan, uzaklaşmadan, Dersim’deki her ağaca itikat ile…

15 Kasım 2019