Büyük yalan: Akıl ve Duygu (I)


Akıl ve duygu; her ikisi de geliÅŸmiÅŸ, son noktasına varmış deÄŸil. Her ikisi de sonuç deÄŸil, bir süreç… Daha görkemli, daha güçlü, daha güzel bir hedefe doÄŸru ilerlemesini istediÄŸimiz iki nitelik… Akıl ve duyu, insanı diÄŸer canlılardan ayıran ve insan türünün kutsanma nedeni! Bu nitelikler onu, diÄŸer canlılarda olduÄŸunun tersine, sabit eylem kalıplarından özgürleÅŸtiriyor. Bunun iyi bir ÅŸey mi, kötü bir ÅŸey mi olduÄŸu tartışılır tabii. İnsanın yeryüzünde en “yüksek” yaÅŸam biçimine ulaÅŸtıran bu iki nitelik, onun talihi olduÄŸu kadar da talihsizliÄŸi de… Zira insanın aklının ve duygusunun kendine yaptığını, ona yapabilecek baÅŸka bir güç yok.

Akıl ve duygu; insanı, insan yapan söz konusu ikili birbirine sürekli üstün gelmeye çalışan bir mücadele içinde oldu. İnsan soyu, kendi aklı ve duygu kavrayışına göre “sapkın” olanları, “akılsız” ve “duygusuz” olarak kodladı. Oysa, halk arasında böyle bir kullanım tedavülde olsa da, “akılsızlık” ve “duygusuzluk” yanlış kavramlardır. Zira “akılsızlık” da bir akıldır; “duygusuzluk” da bir duygudur sonuçta.

Akıl ve duygu; biri daha önemli, diğeri daha önemsiz değildir. Akıl daha çok maddi yaşamla ilgilenir; duygu maddi olmayan, ruhani olanla… Duygunun bir akla sahip olması gibi, aklında bir duyguya sahip olması, insanı mekanik bir varlık, bir robot olmaktan kurtaracaktır. Belli ölçülerde, birbirlerine karışabildikleri oranda, etik, estetik dediğimiz kavramları gündeme getireceklerdir. Bugüne kadar olmayan budur.

Olan ise, akıl ve duygunun birbirinden kopuk, kibirli hali, gezegenimizin içine kıyamet tohumları atandır. İnsanı, hiyerarşi piramidinin tepesine oturtan işte bu kibirdir. İnsanın kendisinden var olan o muazzam gücün tadına varmadan ölüp gitmesinin nedeni budur. Kendine tapılacak bir mevki tahsis etmiş akıl da, kendine tapılacak bir başka mevki tahsis etmiş duygu da zararlıdır. Akla, kendi dilini benimsetmeye çalışan duygu da, duyguya kendi dilini benimsetmeye çalışan akıl da öyle… Ama çok şükür ki evrim süreci devam etmektedir. İyi ki de öyledir, zira mevcut akıl ve duygu durumunun insanın getirip bıraktığı yer hiç de iç açıcı, yaşanası değildir. Verili durumda her ikisi de diğerini kendine benzetme çabasındadır. Bu durum, insanın dünyayı duyumsama ve algılamasının neredeyse sonsuz farklı biçimleri olduğunu, görmesini engelleyen bir faktördür.

Akıl ve duygunun halihazırdaki durumu, her ikisinin de farklı görme, dokunma, hissetme ve işitme duyularının imkânlarını daraltmaktadır. Tamam, hakikat bir tanedir ama onu algılamanın milyonlarca farklı ve birbirini dışlamayan yolu vardır. Tıpkı akıl ve duygunun birbirinin içinde var olabilmenin sayısız yolu olabileceği gibi.

Akıl ve duygu, bugüne kadar kendi çıkarını korumaktan, diğerine hükmetme çabasından başka bir şey düşünemediği için, evreni ve yaşamı daha bütünsel, diğer canlıların gözüyle, kulağıyla, dokunmasıyla kavrama yeteneğini geliştiremedi. Bana kalırsa, bunu yapamadığı sürece, akıl da duygu da çok işe yarar niteliklere sahip değiller.

Akıl ve duygunun tarih içinde, kendi öz/iç devrimlerini yapma konusundaki çabaları (din, aydınlanma, Rönesans, ideoloji yoluyla) oldu. Ancak bunlar insan türünün mükemmeliyetini yaratan, yücelten şeyler olamadılar. Daha çok kendi tahtlarını güçlendirme, yüceltme, kutsama konusunda muktedir oldular!

Akıl bilimi yarattı; bilim, dönüp aklı duygudan özgürleÅŸtirdi. Böylece akıl, yaÅŸam üzerinde kontrolsüz bir güç uyguladı. Bu durum insan ömrünü belki kırk, elli yıl uzattı ama onu “tanrının aciz kulu” olmaktan kurtaramadı. Akıl ve onun ürünü olan bilim, insanı öyle cüretkâr, öyle küstah hale getirdi ki, neredeyse yaÅŸamın var olma koÅŸullarını ortadan kaldıracaklar. DoÄŸayı yok etmek için örgütler, ÅŸirketler, devletler kurdu insan aklı. Ama kurduÄŸu bu yapıların içine, harcına, belli ölçülerde duygu ürünü olan etik, estetik katmayı akıl edemedi. Böyle olunca, evrene diÄŸer canlıların ihtiyacı ve gözüyle de bakmayı öğrenemedi.

Yeryüzünde insanın kuşlardan, karıncalardan, kangurulardan, solucanlardan daha fazla hakkı ve alacağı olduğunu söyleyene şaşmalı. Büyük çoğunluk bu konuda şaşırma duygusunu kaybetmiş ama henüz kaybetmeyenler de var. Bu duyguyu kaybetmeyen az sayıdaki kişinin varlığı, insanın, daha iyi bir yaşamı yeniden kurmak konusundaki kaynaklarını daha kaybetmediğinin bir belirtisi sayılmalı.

Akıl ve duygu gibi, bu insan gerçeÄŸinin her ikisi de yıkıcı bir rol oynadı yaÅŸamda. Cinayetler, katliamlar, kıyımlar bu türden insan niteliÄŸinin ürünleridir. Duygudan yoksun aklın, akıldan yoksun duygunun insanı getirip bıraktığı o sevimsiz yerdeyiz. Ne demektir “akılcılık”, “aklın egemenliÄŸi”, “aklın rehberliÄŸi”. Bu insan ÅŸovenizminin dilidir, iktidar dilidir. Terk edilmesi, üzerinde yaÅŸadığımız gezegenin geleceÄŸi açısından elzemdir. Akademisyenler, psikologlar, bilginler (bilgeler deÄŸil) aklın duygulara egemen olmasını öğütlüyor. “Aklı sayesinde insan var olan her ÅŸey üzerinde mutlak hâkimiyet kurmalıdır” diyor. Onlara, en hafif deyimle, hadi oradan demeli!

Kaldı ki, ÅŸu an zihinlerinizde taşıdığınız akıl, yüreÄŸinizde taşıdığınız duygu aslında size ait deÄŸil. Onların hikâyesi on bin yıl önce yazılmış ve size formatlanmış mülkiyetçi bakış açısı… Neyin akıl, neyin akılsızlık, neyin duygu, neyin duygusuzluk olduÄŸu size öğretilmiÅŸ. Bunların tümü yalan. Åžimdi oturun kendi aklınızın ve duygunuzun hikâyesini yazın. Bile isteye (aslında bilinçsizce) o büyük yalana daha fazla katılmayın. ÖğretilmiÅŸ akıldan da, öğretilmiÅŸ duygudan da uzak durmalı. Zira sizin bildiÄŸiniz deÄŸerler aslında size ait deÄŸil.

Size ait olanı bulana kadar huzur yoktur!


Bunlarda ilginizi çekebilir...

Yoruma kapalı.