Bir dem gerek bir hemdem

‘Bilmez şimdikiler ‘hemdem’ nedir? Demi benimle bir olan kim kaldı ki zaten!’
Ece Temelkuran, Devir.

Haklı Ece Temelkuran bilmez şimdikiler bu sözcüğün anlamını. Ya da bu sözcüğün anlamı kaldı mı içinde bulunduğumuz bu zaman diliminde diye soralım?

Hemdem Farsçadan girmiş güzel Türkçemize; birlikte anlamındaki hem ile nefes anlamındaki dem kelimesinin birleşiminden oluşmuş.

Ve aynı anı aynı nefesi paylaşanlar demek. Bazen iki dost bazen iki sevgili. Ama aynı anın içerisinde. Hem Türkçe -daş ekine denk geliyor. Yani bir diğer deyişle canciğer arkadaş. Dem ise zaman ve nefes demek. Hemdem olanlar aynı nefesi paylaşırlar. Yani Nefesdaş, soluklaştırlar. Bu yüzden konuşmasalar bile anlaşırlar. Acıyı, hüznü, mutluluğu birlikte paylaşırlar.

“Bir dem gelir, şadan olur; bir dem gelir, giryan olur.” Demiş Yunus Emre. İnsana insan gerek. Nefessiz yaşayamayacağımız gibi, öyle anlarımız oluyor ki çektiğimiz demi anlamlandıran hemdeme ihtiyacımız oluyor. Bir dem geliyor, giryan (ağlayan, gözyaşı döken) oluyor; bir dem geliyor, şadan (gülümseyen, sevinen) oluyor. Ne olursa olsun, birlikte nefes aldığın insan, hemdem, yanında bir yıldız gibi parlıyor; yoluna ışık tutuyor. Yaşama sarılma, dayanma ve şükretme gücü veriyor.

Gelelim şansımıza küstüğümüz, sürekliliğin yerini geçiciliğin aldığı, ekonomide olduğu gibi ‘kullan at’ kültürü kişiliğimizin ve hayat felsefemizin ayrılmaz bir özelliği haline dönüştüğü günümüze. Ne dostluk kaldı ne de arkadaşlık. Tam da Murathan Mungan’ın söylediği gibi ‘Biz büyüdük ve kirlendi dünya.’

Bu yazının ilham kaynağı Ece Temelkuran’ın Devir adlı romanı. Onun hakkında da birkaç söz söylemezsek olmazdı. Temelkuran romanında, hayata, hayatına, Türkiye’nin kaybedilmiş yıllarına, iki küçük çocuğun, Ali’nin ve Ayşe’nin gözüyle bakıyor, bugünün Türkiye’sine daha o yıllarda nasıl şekil verildiğinin, unuttuğumuz hatırlamadığımız şeylerin, masumiyetimizi ve beraberinde özgürlüklerimizi yitirmemizin hikayesini, ‘iyi kötü bir hayal olarak kurulmuş başkent Ankara’nın, Ankara’nın tam ortasındaki bir parkın, Kuğulu Parkın, o parktaki dilsiz kuğuların, her şeyi bilen ve gören o dilsiz kuğuların’ hikayesini anlatıyor. Yani aslında anlattığı şey, elimizden kayıp giden bir demin, bir zamanlar var olan ama şimdilerde pek kalmayan bir demin, bir soluğun, bir nefesin, bir zamanın, bir devrin öyküsü. Yuttuğunuzda epey uzun süre boğazınızda kalan ve sonuçta ne diyeceğinizi bilemediğiniz ve en önemlisi okuyan bir başkasıyla ne konuşacağınızı tam kestiremediğiniz bir roman, öyle bir duygusu var.

Gelelim kendi duyguma. Yarım asrı doldurdum yaşam öykümde. Kim ya da kimler tarafından hatırlandığımı ya da unutulduğumu bilmiyorum, bunu merak da etmiyorum. Benim de unuttuklarım ve hatırlamadıklarım çoktur. Ama yaşamımdaki hemdemlerimi, aynı anda aynı mesele için nefes tükettiklerimi biliyorum. Onlara gözüm gibi bakıyorum, besliyorum ve şükrediyorum. Mecnun değilim ama çağırırlarsa çöllere gideceğimi biliyorum.

Bir de ne türden kişilerle hemdem olmadığımı ve dahi olmayacağımı biliyorum, hem de çok iyi biliyorum.

Bir bakın etrafınıza demi sizinle birlikte olan var mı? Varsa sıkı sıkı sarılın. Yok mu? O zaman içinde yaşadığımız asrın hızla artmakta olan samimiyetsizliğine karşı hepimizin ihtiyacı olan bir dileği bırakalım buraya.

Gönlünüze hemdem olana rast gelesiniz.

A. Semih İŞEVİ
Latest posts by A. Semih İŞEVİ (see all)