Türkiye tarihinde kitleler birçok defa manipülatif eylemlerle sokaklara çıkartılmışlardır. Bu konuda 6-7 Eylül Polgromu’ndan, Cumhuriyet Mitingleri’ne, Öcalan’ın tutuklanması sürecinde İtalya’nın protesto edilmesi için sokağa dökülen insanlara… onlarca, onlarca örnek verilebilir. Sanırım sadece birkaç yıldır dolar ile ilgili olarak gerçekleştirilen manipülatif eylemleri art arda yazmak bile eğlenceli bir yazı olabilirdi.
Mevzu Batı, ama illa da ABD olduğunda bu manipülatif eylemlerin dili bir anda “anti-emperyalizm” kavramına doğru kayıverir. Daha önce birkaç defa dile getirmeye çalıştım. ABD, İngiliz, Fransız… (yabancı) düşmanlığı ile anti-emperyalizm aynı şey değildir. Tıpkı “gavur” söylemiyle anti-emperyalizmin aynı şeyler olmadığı gibi.
Geçtiğimiz hafta Trump’ın İzmirli rahip Brunson davasını bahane ederek iki bakanın mal varlıklarını dondurma kararı alması, ABD Avrupa Kuvvetleri Komutanı Org. Curtis Michael Scaparatto’nun İncirlik Üssü’nü tabir-i caizse teftişe gelmesi ve Singapur’da Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu ile Mike Pompeo’nun, kameralara yansımayan ve ortak açıklama bile yapılmayan görüşmeleri sonrasında ABD-Türkiye ilişkileri yeniden ısındı.
Hükümet sendikası Memur-Sen, üyelerini ABD büyükelçiliği önünde topladı ve “ABD Dayatmasına Boyun Eğmeyeceğiz” pankartı ile “ABD Emperyalizmi”ni protesto etmeye koyuldu. Sendika Genel Başkanı Ali Yalçın, basın açıklamasında şunları söylemiş: “Sömürgeci düzen; müttefik değil köle, ortak değil müstemleke aramaktadır. Bu nedenle emperyalizme boyun eğmeyip, yeni sömürge düzenine itiraz eden Türkiye’yi hedef almaktadır.”
Günaydın Ali Bey! Hayırlı sabahlar, ABD’nin kendine müttefik değil müstemleke aradığını anlamanız takdire şayan ancak yaklaşık 60 yıl geciktiniz. Olsun, canınız sağ olsun. Ancak yine de belirtmek gerekiyor ki, BOP Eşbaşkanı olmakla övünenler, anti-emperyalist mücadeleyi omuzlanamazlar. ABD gemileri önünde namaza duranlar, anti-emperyalizm dilini konuşamazlar; küçük Amerika rüyası görenler bu havuzda boğulurlar.
Ben size, editörlüğünü yaptığım Türkiye’nin 1960’lı Yılları kitabında kendi yazdığım bir makaleden yararlanarak, anti-emperyalist mücadele yürüten gençlerin hikayesini kısaca anlatayım mı, ister misiniz? Buyurun!
15 Temmuz 1968’de Dolmabahçe’ye demirleyen 6. Filo’ya bağlı USS Independence uçak gemisi ve destroyerlerden oluşan ABD Donanması’na ait gemiler ve personeli protesto edilir. Gün boyunca çeşitli Amerikan otomobillerini taşlayan gençler, gece de ABD’li personelden Jerry Chapman ve John Hersey’i siyaha boyayarak tepkilerini gösterirler. O gün 19 kişi gözaltına alınır. Olaylar giderek tırmanmaya devam edecek; patlayıcı madde bulundurulduğu gerekçesi ile FKF İstanbul binası basılacak, 37 kişi gözaltına alınacak; Ankara’da da ABD’lilerin ikamet ettiği 6 bina taşlanacaktır.
6.Filo’ya bağlı bir birlik (Filoya bağlı Sancak Gemisi Little Rock Kruvazörü ve Wood Derstoyeri) ilk kez, 7 Ekim 1967 tarihinde Derin-İz Tatbikatı vesilesiyle İstanbul’a gelmiş; bu tarihte İstanbul’da oturma eylemi yaparak 6. Filo’yu protesto eden gençler “ …emperyalizmi topraklarından yarım asır önce silah zoru ile kovarak dünya geri kalmış ülke halklarına önderlik eden Türk ulusunun yatak odalarına kadar girmeye cür’et eden Amerikan emperyalizmine artık tahammül kalmamıştır,” şeklinde bir açıklama yapmakla yetinmişler; okullarında oturma eylemleri gerçekleştirmişlerdi. Yukarıda da özetlenmeye çalışıldığı gibi, 6. Filo 15 Temmuz 1968’de tekrar geldiğinde ise gençliğin tepkisi, oturma eylemi ve basın açıklamalarının çok ötesine taşacak; 17 Temmuz’da, 6. Filo’nun İstanbul’a gelişinin üçüncü günü, İTÜ Gümüşsuyu Öğrenci Yurdu’nu basan polis, ummadığı bir tepkiyle karşılaşacaktır:
Öğrenciler, Ekipler Amiri Necati Karahasanoğlu’nu rehin alırlar. Sadece bu öğrenci yurduna gerçekleştirilen polis baskınında kırka yakın öğrenci yaralanır. O gün ağır yaralanarak hastaneye kaldırılan dört öğrenciden biri de, öğrenci yurdunun ikinci katından aşağı atılan, Hukuk Fakültesi Öğrencisi Vedat Demircioğlu’dur; Demircioğlu, sekiz gün komada kaldıktan sonra 24 Temmuz’da vefat edecektir. Vedat Demircioğlu’nun ölmesini takip eden gün de olaylar devam edecek, Demircioğlu’nun katledilmesini protesto eden gençlerden üçü yaralanacak, toplam 49 kişi gözaltına alınacaktır. 24 Temmuz’da, yani Vedat Demircioğlu’nun komada can verdiği gün, TBMM’nin tatil edilmesini protesto etmek üzere toplanan ve bu nedenle gözaltına alınan öğrencilerin duruşmalarının yapılacağı saatlerde Adliye önünde bir araya gelen topluluk içerisindeki Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi da, gösteriler sırasındaki olaylardan kaçarken bir dolmuşun çarpması sonucu ölecektir.
Vedat Demircioğlu’nun Konya Taşkent’e defni bile olaylara vesile olur; cenaze gizlice defnedilir. Demircioğlu’nun cenazesinin Taşkent’e defni sırasında yükselen anti-komünizm, İslâmcılık ve taşra tutuculuğu ekseninde şekillenen nefretin daha organize hâlini görebilmek için Türkiye’nin sadece bir yıl daha sabretmesi, 16 Şubat 1969 tarihini beklemesi gerekmektedir. Ölümlerin artık şahsî-adlî vaka olmaktan çıkarak örgütlü-kitlesel katliamlara dönmesi için ise yetmişlerin ortalarını… 6. Filo 10 Şubat 1969’da üçüncü defa Türk kıyılarına demirlediğinde, kelimenin tam anlamıyla yer yerinden oynayacaktır. Gemiler İstanbul’a gelmeden önce –9 Şubat’ta– öğrenciler gözaltına alınmaya ve dağıtacakları bildirilere el konulmaya başlanacak; TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar aynı gün yaptığı basın açıklamasında, hükümetin“ …Amerika’ya karşı zaafını polislerini gençlere saldırtarak örtmeye kalkış”tığını iddia edecek; Birlik Partisi (BP) Genel Başkanı Hüseyin Balan, düzenlediği basın toplantısında, 6. Filo’nun Türkiye’yi rahat bırakmasını isteyecek; 27 Mayıs Derneği’nde düzenlenen konferansa konuşmacı olarak katılan, eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Amiral Sezai Orkunt, NATO’ya (North Atlantic Treaty Organization – Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) verdiğimiz karşılığı alamadığımızı söyleyecek; Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) üyeleri ve Sosyal Demokrasi Dernekleri İstanbul’da 6. Filo’ya karşı protesto bildirileri dağıtacaktır. Asıl önemlisi, Türkiye’yi yönetenler ve Türkiye’yi yönetenleri yönetenler, toplumdaki bu tepkiyi artık sadece polisiye müdahalelerle bastıramayacaklarının farkına varacaklar; İkinci Dünya Savaşı sonrasında tedavüle giren doktrin –yani yeni küresel müesses nizam (Truman Doktrini)– 1960’ların Türkiye’sinde muhalif gençlerle mücadeleyi, bizzat devletin paraminiler aygıtlarına (ülkücü harekete) tevdi edecektir.
6.Filo’ya bağlı gemilerin İstanbul Dolmabahçe’ye demirlemelerinin ardından yaşananları ve özellikle bu eylemleri engellemek adına yapılanları anlatmak için protesto ve tepki kavramları yetersiz kalır: Çıkan olaylarda İstanbul’dakiTürk-Amerikan Dış Ticaret Bankası’nın camları kırılır; Harbiye Orduevi önünde toplanan gençler, aralarından seçtikleri Harun Karadeniz, Sıtkı Coşkun, Mustafa Gürkan ve Enver Nalbantoğlu isimli dört öğrenci aracılığıyla Garnizon Kurmay Başkanı Tuğgeneral Necati İşçi ile görüşmek ister; görüşme devam ederken polis dışarıda arkadaşlarını beklemekte olan öğrencilere müdahale eder; Taksim Anıtı’na siyah çelenk bırakılır; Ankara’da Zafer Meydanı’nda Amerikan bayrağı yakılır; İzmir ve Zonguldak’ta da ABD karşıtı gösteriler düzenlenir. Gösteriler bir günle de sınırlı kalmayacak, ilerleyen günlerde, Taksim’deki protesto mitinginde 50 kişi yaralanacak; 13 Şubat 1969’da İzmir’de 6. Filo’yu protesto ederek açlık grevine başlayan 10 öğrenci, aynı gün Ankara’daki olaylarda da 36 öğrenci gözaltına alınacaktır.
15 Şubat’ta çıkan olaylarda, Trabzon’da 6. Filo’yu protesto eden öğrencilerden 16’sı yaralanır. 16 Şubat’a gelindiğinde, artık protesto mitingleri yok; bir nev’i iç savaş vardır: Taksim’de düzenlenen Emperyalizme ve Faşizme Karşı İşçi Yürüyüşü 6. Filo’ya karşı bir protesto mitingi olma sınırlarını aşar; Dolmabahçe ve Beşiktaş camilerinden çıkan İslâmcı gruplar, mitinge katılanlara saldırırlar ve Turan Erdoğan’ı bıçaklayarak; Ali Turgut Aytaç’ı da bel kemiğini kırarak katlederler. Olayları takiben gözaltına alınanlar, iki kişinin ölümüne neden olan İslâmcı gruplar değil; protesto mitingine katılanlardır.
O günün gazetelerinde, gözaltına alınan 52 protestocunun çoğunluğunun yaralı halde oldukları vurgulanır. Olaylar, ertesi gün, İzmir’de de terarlanır: Taksim’deki vahşeti kınamak için toplanan Ege Üniversitesi öğrencileriyle sağcı grupların kavgasında da yaralılar vardır. Olaylar dinmeyecek; 23 Eylül 1969’da İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği (İÜÖB) Kongresi’ne katılan Mustafa Taylan Özgür, Beyazıt Meydanı’nda faili meçhul bir cinayete kurban gidecektir. Altmışların sonuna gelinirken Türkiye, yetmişli yıllarda, özellikle de bu dönemin ikinci yarısında yaşayacağı bir iç savaşa doğru itilmektedir.
6.Filo’ya bağlı gemiler, Ekim 1967’de Türkiye’ye geldiğinde Filo komutanı Amiral William Martin, Filo’nun gelişi üzerine yapılan protestolara şaşkındır. Gazetecilere yaptığı açıklamada “6. Filo 20 yıldır Türkiye’ye gelip gitmektedir. Bu ziyaretler dâima dostluk içinde yapılıyor. Bu defaki protestonun manasını anlayamadım,” der. Amiral’in anlayamadığı, 20 yılda –kabaca İkinci Dünya Savaşı sonrasından 1960 ortalarına kadar– dünyadaki değişimdir.
Aslında şaşkınlığında da haklıdır(!): 5 Nisan 1946’da –yani tam da Amiral’in vurguladığı gibi 20 yıl önce– Missouri ve beraberindeki gemiler İstanbul’a geldiklerinde, değil protesto edilmek; saygı ve sevgi gösterilerek, ihtiramla karşılanmışlardı. Geminin adına sigaralar imâl edilmiş, pullar basılmış, İstanbul genelevlerinde hummalı hazırlıklar yapılmış, Bezmi-Âlem Vâlide Sultan Câmii’ne üzerinde welcome yazan mahyalar asılmış; misafirleri yolcu etmek üzere Beylerbeyi’nden Üsküdar’a, Beşiktaş’tan Sarayburnu’na kadar bütün sahiller kadın, erkek, çoluk çocuk doluşmuş; Türkiye’den ayrılan gemileri uğurlamak isteyen İstanbulluları Yeşilköy açıklarına kadar uğurlamak üzere 10 gemi tahsis edilmişti.
Altmışlı yılların ikinci yarısına gelindiğinde ise bambaşka bir dünya vardır artık. 7 Ekim 1967’deki oturma eylemi ve basın açıklamasına şaşıran amiralin, kendi ülkesinin de kamplarından birinin liderliğini yürütmekte olduğu Soğuk Savaş’ın gerçek yüzünü anlayabilmesi için 16 Şubat 1969’daki olayları beklemesi gerekiyordu: Cumhuriyet gazetesi olaylardan sonraki gün Kanlı Pazar: Taksim Savaş Alanına Döndü manşetiyle çıkacaktı.