Hollanda gemicilikte ve tekstil alanında lider bir ülkeydi. Her iki alandaki önderliğini Baltık’taki hâkimiyetine borçluydu. Deniz ticaretinin de bir numaralı ülkesiydi. Bu özellikleri Hollanda’yı ticaretin antreposu yaptığı gibi, finans merkezi haline getirmişti. Hollanda tüm bu alanlarda en yakın rakipleri olan İngiltere, Fransa ve İspanya’nın önündeydi. Kuşkusuz ki Hollanda’nın dönemin öncü-lider ülke olmasında bu ekonomik etkenler, çok temel öneme sahipti. Fakat Hollanda’nın liderliği elde etmesinde siyasal faktörler en az ekonomik olanlar kadar belirleyici bir rol oynamaktaydı.
Hollanda’nın Avrupa devletler sistemi üzerindeki liderliği hâlihazırda egemen durumdaki parçalı iktidar yapısından mutlak monarşilerin egemen olduğu devletler sistemine geçiş sürecinden bağımsız ele alınamaz. Modern devlete geçişin ön adımı olan mutlak monarşiler, eski devletlerden farklı olarak ateşli silahlarla donanmış kalıcı ordulara ve çok geniş bürokratik kasta dayanmaktadır. Bu “pahalı” bir organizasyonun inşası demektir. İçeride küçük zanaatkârlar ve küçük çiftçilerin egemen olduğu bir iktisadi yapıda alt sınıflardan elde edilecek kaynaklarla bu maliyeti karşılamak olanaksızdır. Dolayısıyla Mutlak monarşiler, devlet inşasının bu ağır iktisadi maliyetini karşılamak için diğer devletlerin egemenlik alanlarındaki kaynakları ele geçirme peşine düşmüşlerdir. Bu çatışma dinamiği ile dinsel reformasyon çabalarının motive ettiği dinsel çatışmalar birleşerek, tüm Avrupa’ya yıkım getiren 30 Yıl Savaşlarına yol açmıştır. Bu yıkım sürecinden modern devletlerarası sistemin başlangıcı kabul edilen Westphalia Barışı ile çıkış aranmıştır. İşte Hollanda’nın Avrupa devletler sistemindeki öncülüğü, bu sürece önderlik temelinde ve bu süreci kesintiye uğratmaya yönelik güçlü İspanyol saldırıları karşısında koruyucu rolü üstlenmesiyle oluşmuştur. Kısa zamanda Hollanda, hükümdarların ve halklarının geçim kaynağı olan malların ve savaş araçlarının teminindeki ortak ticari çıkarların temsilcisi rolüyle öne çıkmıştır.
Tüm bu tablo Hollanda öncülüğünün iktisadi ve siyasi temellerinin çok sağlam olmadığının göstergeleridir. Zaten Hollanda öncülüğü de aynı nedenlerle uzun ömürlü olamamıştır.
Hollanda öncülüğünden İngiliz hegemonyasına: Merkantilist kapanma…
İngiltere ve Fransa erken tarihlerde de Hollanda’nın en güçlü rakipleriydi. Birkaç kez Hollanda ile açık çatışma içine de girdiler. Ama Hollanda’nın ekonomik üstünlüğünün yanı sıra siyasal olarak Avrupa devletler sisteminde oynadığı öncü rol karşısında etkisiz kaldılar. Bu noktadan sonra, İngiltere ve Fransa askeri hamleleri bir yana bırakarak merkantilist politikalar aracılığı ile denizaşırı pazarlar üzerinde Hollanda ve birbirleriyle sert bir rekabete girdiler. 16. Yüzyıldan 18. Yüzyıla kadar uluslararası ekonomiye merkantilizm hâkim oldu. Yurtiçi çıkar gruplarının çabaları sonucunda dış ticaret üzerindeki kısıtlar büyük ölçüde kabul edilirken devletin düzenleyici rolüyle yurtiçi üretimi ve yenilikleri de teşvik edildi. Tüm bu süreç ise Britanya’nın Hollanda hegemonyasına çok güçlü biçimde meydan okuyacak bir sanayi üssü haline gelmesine yol açtı.
Hollanda hegemonyasının gerileyiş ve yıkılışı…
Hollanda’nın kendi yerini almak isteyen iki ayrı güçle, İngiltere ve Fransa ile mücadele etmek zorunda kalması Hollanda’yı daha hızlı zayıflatmıştır. Sonuçta bu üçlü mücadeleden karlı çıkan İngiltere olmuştur. Denizlerde ( özellikle Baltık) egemenlik Hollanda’dan İngiltere’ye geçmeye başlamıştır. İngiltere artık görünür hale gelen denizlerdeki üstünlüğünü, 1651 Denizcilik Yasası ile tescil ettirmiştir. Böylece İngiltere, Hollanda’nın antrepo ticaretine de önemli bir darbe indirmiştir. Ayrıca, Batı Afrika’daki köle ticaretinin kontrolü için meydana gelen savaşla, Hollanda, bu en önemli gelir kaynağını da yitirmeye başlamış ve Britanya sadece köle ticaretinde dünyanın en önde gelen ülkesi değil aynı zamanda, rakiplerinin köle temin edicisi de olmuştur. Son olarak, İspanyol savaşı Hollanda’nın siyasi merkezileşme süreci ile ilgili liderliğinin zedelenmesine yol açmış ve tüm bu etkenler bir arada, Hollanda’nın öncü rolünün sonunu getirmiştir. 1740’lara gelindiğinde artık Hollanda, ticari üstünlük ve deniz gücü üstünlüğü açısından çoktan ikincil önemdeki ülke konumuna gerilemiş ve sıra, Hollanda’nın finansal merkez olma niteliğinin zayıflatılmasına ve bu rolün Amsterdam’dan Londra’ya devrine gelmiştir.
Neden Fransa değil de İngiltere?
İngiltere, bu rekabette, Fransa karşısında bir dizi önemli bir üstünlüğe sahipti. İngiltere’de 17. Yüzyıl devrimleri ile feodal üstyapı ortadan kaldırılarak, kapitalistleşmiş bir topraklı aristokrasinin kontrol ettiği parlamento aracılığıyla kapitalist birikimin ihtiyaçlarına uyarlanmış bir yönetim anlayışı egemen hale gelmişti. İngiliz devleti, zor aygıtlarını ve kurumsal kapasitesini kapitalist birikimin hizmetine sunarken 17. yüzyıl ortalarından itibaren denizaşırı pazarlarda İngiltere’nin en büyük rakibi olan Fransa’nın feodal mutlak monarşisi, ticaret ve sanayi üzerinde feodal bir kontrol mekanizması kurarak kapitalist dönüşümün önünde bir engel halini aldı.
Brenner’e göre, İngiltere ile Fransa arasında tarımsal ilerleme açısından da farklılıklar vardı. İngiltere’de tarımsal ilerleme mümkün olmuştu, zira İngiltere’de toprak beyleri, çitleme hareketi ve birleştirme yoluyla küçükleri yutarak büyük çiftlikler oluşturmuş ve tarımda kapitalist birikimi ve üretimi yaygınlaştırmıştı. Oysa Fransız mutlak monarşisi, burjuvazinin güçlenmesini önlemek amacıyla küçük zanaatı ve küçük çiftçiliği koruma altına alarak bu gelişmenin önüne barikat olmuştu. Dolayısıyla tarımsal üretim ve ticaret alanında İngiltere açık biçimde daha avantajlı durumdaydı.
İngiltere rejiminin merkezi rolü üstlenme noktasında Fransa karşısındaki avantajlarından biri de Atlantik ticarettir. İngiltere, ileride ana ticaret haline gelecek olan Atlantik ticaretinde egemenliği Hollanda’nın elinden almıştı. Avrupa antrepo ticareti Amsterdam’dan Londra’ya taşınmıştı. İngiltere’nin Atlantik’te sağladığı başarıyı Fransa Atlantik’te gerçekleştirememiştir. İngiliz devletinin Fransa ve Hollanda karşısında denizaşırı rekabette bir diğer üstünlüğü, beyaz yerleşimciler aracılığı ile teritoryal genişlemeye yönelmesiydi. Beyaz yerleşimciler, Kuzey Amerika ve Karayip Adalarında Afrika’dan taşınan köle emeğiyle işletilen geniş ölçekli çiftlikler kurdular. Bu plantasyonlar, İngiliz manüfaktürlerine pazar ve hammadde sağlamanın yanı sıra Avrupa ticaretinde İngiliz tüccarlarının konumunu güçlendirmiştir. Deniz aşırı girişimlerden elde edilen sermaye birikimi, ulusal ekonomi inşasında önemli bir rol oynamıştır.
Wallerstein’e göre, İngiltere ve Fransa’nın koloni kurmadaki başarı düzeyleri de nedenler arasındadır. 28 bağımsız sömürge biriminden, 3 tanesi Hollanda’ya, 8 tanesi Fransa’ya ve 17 tanesi İngiltere’ye aittir. İngiltere, Batı yarımkürede iskân kolonileri kurmuştur, buna karşın Fransızlar bu kolonileri kurmada İngiltere kadar başarılı değillerdi. İngiltere ve Fransa arasında deniz aşırı koloniler üzerinde süren rekabetin en önemli halkası 1756-1763 yılları arasındaki Yedi Yıl Savaşıdır, İngiltere’nin zaferiyle sonuçlanan bu savaşın ardından İngiltere dünya çapında denizlerdeki üstünlüğünü ve kolonyal gücünü pekiştirdi. Bu savaşlarda iktisadi ve siyasi bakımdan güç kaybeden Fransa, sonu gelmeyen mali krize sürüklendi. Bu kriz, Fransa’da feodal monarşiye karşı tepkileri şiddetlendirerek Fransız Devrimi ile sonuçlanan büyük gelişmelerin önünü açtı.
İngiltere hegemonyasının ekonomik temelleri…
a-Sanayi kapitalizmi
İngiliz hegemonyası ticari kapitalizmden sanayi kapitalizme geçiş sürecindeki öncü rolü ile çok yakından ilintilidir. Hobsbawm, İngiltere’nin yükselişinde etkili olan ilk noktanın tekstil alanındaki başarısı olduğunu söylerken ikinci noktayı da sanayi devrimini ikinci aşamasını simgeleyen demir, çelik, kömür üretimi olduğunu belirtir. Gerçekten de tekstil üretimi sanayi devriminin başlangıcını simgelerken ve fakat henüz ön-kapitalizmden kapitalizmin kesin zaferine geçişi ifade etmez. Kesin zaferi simgeleyen ise demir, çelik ve kömür üretimidir. İngiliz hegemonyasını farklı, güçlü ve daha kalıcı kılan da budur. İngiltere’nin “Dünyanın atölyesi” unvanını elde etmesinde demiryollarının önemi büyüktür. Demiryolu ağlarının geniş coğrafyaları birbirine eskisinden çok daha yakınlaştırması hem kapitalizmin gerçek anlamda dünya sistemi haline gelmesinde hem de Britanya’nın hegemonik gücünün yaygınlığı ve güçlülüğün de en büyük etkenlerden biri olmuştur. Demiryolları, Britanya hegemonyasına çift taraflı bir etki uygulamıştır. Demiryolları sayesinde modern dünya sistemi küresel bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Bu bağlamda, demiryolları; hem Britanya’nın dünyanın atölyesi unvanını almasında hem kapitalist ilişkilerin küreselleşmesi sürecinde hem de pazar yeri bulmak için emperyalizmin gelişmesinde çok etkili bir rol oynamıştır.
b-Serbest ticaret
İngiliz egemenliğinin başat ideolojisi, serbest ticaret doktriniydi. Bu doktrin, İngiltere’nin açık sınai üstünlüğüyle bağlantılıydı. Serbest rekabetçi bir ekonomik ortamda karlılık doğrudan işgücü maliyetlerinin düşürülmesine ve hammaddelerin ucuza temin edilmesine bağlıydı (1). İngiltere’nin serbest ticaret doktrinini tam anlamıyla hayata geçirmesi, tahıl ithalatına sınırlamalar getiren Tahıl Yasalarının kaldırıldığı 1846 yılına kadar mümkün olmadı. “Tahıl Yasaları” İngiltere’de siyasal açıdan güçlü olan ve parlamentoyu kontrol eden toprak sahiplerinin, 1815 yılında tahıl fiyatlarını ve toprak rantlarını artırmak için parlamentodan geçirdiği korumacı bir gümrük tarifesi sistemiydi. Bu yasa, izleyen 30 yıl içerisinde sanayi kapitalistleriyle toprak sahipleri arasındaki siyasal çekişmenin temel başlıklarından birisini oluşturdu. Tahıl Yasaları 1846 yılında kaldırılarak İngiliz iktisadi hegemonyası üzerindeki son engel aşıldı. Bu tarihten itibaren İngiltere tutarlı bir şekilde sanayi burjuvazisi öncülüğünde serbest ticaret politikasını yaygınlaştırma olanağı elde etti (2).
İngiltere Hegemonyasının Siyasi Dayanakları
a-Napolyon Savaşları ve Fransız Devrimi
İngiliz hegemonyası Avrupa’nın yeni rejilerinin ikili korkusu üzerinde yükseldi, Yeni rejimlere karşı alt sınıflardan gelen devrim korkusu ve eski egemen sınıflardan gelen eskiyi yeniden ihyaya yönelik girişimlerin korkusu… İki korkunun kaynağı da Fransa ile simgeleniyordu. Fransız Devrimi, sanayi devrimiyle askeri ve iktisadi gücünün doruğuna ulaşan İngiltere’yi dünya liderliği için öne çıkaracak kaotik ortamı da beraberinde getirdi. İngiltere, Fransız Devrimi’nin yarattığı tehlikeye karşı harekete geçen Avrupa’daki eski rejimlerin muhafazakâr tepkisinin sözcülüğünü üstlendi. Ayrıca Napolyon’un askeri seferleri, Westphalia sisteminin meşru egemenlik hakları ve ticaret özgürlüğü temelinde İngiltere’ye Avrupalı güçler nezdinde bir ortak çıkar tanımlama olanağı sağladı. Napolyon Savaşları ertesinde toplanan 1815 Viyana Kongresinde Avrupalı eski rejimlerle birlikte hareket ederek, Westphalia Sistemi’ne dönüş yönündeki çabalara başarıyla önderlik etti. Böylece Viyana Kongresi’nden I. Dünya Savaşının patlak verdiği 1914 yılına kadar İngiltere’nin yönetimi altında, “Yüz Yıllık Barış” dönemi başladı.
b-Westphalia Sistemi’ni korumak ve genişletmek
İngiltere’nin yönettiği devletlerarası sistem, Avrupa ile sınırlı olan Hollanda liderliğindeki Westphalia Sistemi’nden çok daha geniş bir alana yayılmıştı. Fransız Devrimi’nin harekete geçirdiği geleneksel imparatorluklar içindeki milliyetçi bağımsızlık hareketlerinin ortaya çıkardığı yeni ulus devletlerin yanı sıra Latin Amerika’da İngiltere’nin desteklediği bağımsızlık hareketleri sonucunda ortaya çıkan devletlerin de katıldığı yeni ve eskisinden oldukça geniş bir devletlerarası sistem söz konusuydu artık.
c–Hindistan demografisinin sağladığı iki önemli etki; ticari ve askeri…
Hindistan, Britanya rejiminin sağlamlığı ve devamlılığı noktasında motor işlevi gören önemli bir üstür. İngiltere, Hindistan’ı kendi periferisi haline getirerek, kurduğu yenidünya rejimini daha güçlü kılmıştır. İki açıdan Hindistan, Britanya için hayati bir öneme sahiptir. Arrighi ile ifade etmek gerekirse; Britanya-Hindistan ilişkisinde Britanya’yı güçlendiren iki ana nokta vardır: Demografik ve mali etkiler. Demografi iki şekilde bir etkiye sahiptir. Bir yandan ticari anlamda bir etki, diğer yandan askeri anlamda bir etki. Demografinin ticari açıdan etkisi, Hindistanlı ucuz işçiler Avrupa tekstil endüstrisinden Avrupa’nın hammadde ve ucuz yiyecek üreten yerlere taşındılar. Demografinin askeri açıdan etkisine gelindiğinde ise, Hindistanlıların orduda görev almaları ve İngilizler adına pek çok savaşa katılmalarıdır(3). Hindistan’ın Britanya’ya sağladığı finansal yardım ise, İngiliz Bankası’nın Hindistan değişim rezervi üzerindeki kontrol hakkı aracılığıyla gerçekleşmekteydi. Hindistan’ın demografik ve finansal anlamda Britanya’ya sağladığı bu katkılar, Britanya’da yüzyıllık barışın sağlanmasında çok önemli bir etkiye sahiptir.
d – Anti Kolonyalizm
Dönem boyunca sömürgeci ve kolonyalist politikaların en önde gelen temsilcisi olan Britanya, hegemonyasının zirvesindeyken tam tersi bir tutum geliştirerek sömürgeleri içinde bir açık kapı politikası izledi. Parlamento 1828’de merkantilist kapalılığı kaldırdı ve kısa süre sonra kolonilerini tüm ülkelere ve eşit şartlarda ticarete açtı. Kolonilerde resmi ticari kısıtlamalar olmamasına karşın sömürgeci yöneticiler arasındaki bağları ve ev sahibi ülkenin ticaret kanallarını yönlendirebilmesi gibi dolaylı yollarla buralardaki ticaret üzerindeki hâkimiyetini ise korumayı sürdürdü. ABD’nin bağımsızlık savaşıyla İngiliz egemenliğine son vermesi önemli bir kayıptı ama İspanyol sömürgeciliğine karşı bağımsızlık mücadelesi veren Latin Amerika ülkelerinde anti kolonyalist politikalarla önemli bir etki kurarak, bu kaybını bir ölçüde telafi etti. İngiltere, sanayi ve ticaret alanındaki üstünlüğüne güvenerek kendi dışındaki sömürgeci ya da emperyalist ülkelerin diğer ülkelere kapalı tuttuğu kolonilerinin kapısını aralamak için anti kolonyalist politikaların etkin bir savunucusu odu.
Gelecek hafta devam edeceğiz.
NOTLAR
1-Friedrich Engels 1885 yılında Commonweal dergisine yazdığı bir yazıda doktrinin işlevini şöyle özetliyordu:
“Serbest ticaret, İngiltere’nin tüm iç ve dış ticari ve mali politikasını, artık ulusu temsil eden imalatçı kapitalistlerin çıkarlarına uygun biçimde yeniden ayarlamak demek oluyordu. Bu işe azimle başladılar. Sınai üretimin önündeki her engel acımasızca yok edildi. Gümrük tarifeleri ve tüm vergi sistemi tepeden tırnağa değiştirildi. Her şey bir amaca, imalatçı kapitalist açısından çok önemli bir amaca dönüktü: Bütün tarım ürünlerinin ve özellikle işçi sınıfının geçim araçlarının ucuzlatılması; hammadde maliyetinin düşürülmesi ve ücretlerin –henüz aşağı çekilmese bile– düşük tutulması. İngiltere, “dünyanın atölyesi” olacaktı; İngiltere için İrlanda ne idiyse, bütün öteki ülkeler de o olacaktı – İngiltere’nin mamul malları için pazar olacaklar karşılığında hammadde ve gıda vereceklerdi. Tarımsal bir dünyanın büyük imalat merkezi olan sanayi güneşinin, İngiltere’nin çevresinde dönen ve sayıları giderek artan tahıl ve pamuk üreticisi İrlanda’lar…” (Engels, İngiltere de Emekçi Sınıflarının Durumu)
2- Tahıl yasalarının kaldırılmasını izleyen süreçte, İngiliz toprak sahipleri, İngiltere’nin dünya ekonomisinde hegemonyasının sonucu olan ticari ve finansal üstünlüğü sayesinde kaybettikleri geliri elde edecek yeni kanallara yöneldiler. Toprak sahibi sınıf bir yandan başta finans olmak üzere hizmetler sektöründe ve profesyonel mesleklerde fırsatlar elde ederken diğer yandan İngiliz İmparatorluğu’nun siyasal elitlerinin yetiştirilmesi için aktif görevler üstlendiler. Aristokrat toprak sahipleri elde ettiği bu ayrıcalıklı konum karşılığında sanayicilerin serbest ticaret doktrini ile çatışmaya girmedi.
3-Lenin de “Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” kitabında bu noktaya vurgu yapmıştır. Lenin’e göre, Britanya’nın Hindistan’da kazanmış olduğu savaşların çoğu, yerlilerden oluşan askeri birliklerin eseridir. Hindistan’da pek çok ordu, İngilizlerin komutası altına verilmiştir. Bu durum sonraki dönemlerde yaygınlaşan vekâlet savaşlarının ilk örneklerinden olması bakımından da dikkat çekicidir.
- Faşizm Üzerine Notlar (4) - 20 Aralık 2024
- Faşizm Üzerine Notlar (3) - 12 Aralık 2024
- Faşizm Üzerine Notlar (2) - 4 Aralık 2024