Attığı adımların, yaptığı uygulamaların büyük bir çoğunda 12 Eylül’ün ruhunu, düzenlemelerini esas alan AKP, 12 Eylül Anayasasında ihtiyaca binaen yaptığı değişikleri referanduma götürme sürecinde ilk “ hayır”ı metal işçilerinden yedi. Metal işçileri, 12 Eylülcülerin getirdiği, AKP’nin de büyük bir iştahla benimsediği işçinin grev hakkını ortadan kaldıran düzenlemeyi fiilen işlemez hale getirdi. Metal işçileri bu eylemleriyle, işçi sınıfı mücadelesinde yeni bir dönemin kapısını araladıkları gibi, iktidarın yasakçı ve despotik bir uygulamasına “hayır” diyerek, referanduma da zımnen bir selam çakmış oldular. Hak ve özgürlüklerin nasıl savunulması gerektiğini ortaya koymuş oldular.
AKP kendine hangi kimliği, hangi sıfatı uygun görmüş olurlarsa olsun, onun neoliberal-otoriter kimliğini, 12 Eylül’ün düzenlemelerine ve zihniyetine sadakatle bağlılığını en çok çalışanların haklarına karşı tahammülsüzlüğünde görüyoruz. AKP siyasal alanda “demokrasicilik” oynadığı dönemler de dahil sosyal alanda, emekçilerin hakları söz konusu edildiğinde son derece otoriter, yasaklayıcı, engelleyici ve daraltıcı bir tutum içinde oldu. AKP’nin sosyal alandaki otoriter yönetim tarzının en önemli göstergesini ise grev hakkına yaklaşımı oluşturmaktadır. AKP, bankacılık, kent içi ulaşım, sağlık gibi grevin tamamen yasak olduğu sektörler arasına bir ara hava taşımacılığını da sokarak yasak kapsamını genişletmeye çalıştı. Bir süre sonra bundan vazgeçmiş olması yasakçılıktan vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Nitekim bankacılık işkolunda Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırılan grev yasağını, OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmümde Kararname’yle geri getirdi. Yani 12 Eylül’ün grev yasaklarını daraltmak yerine genişletme eğilimi içinde oldu. Uygulamada ise AKP, işbaşına geldiğinden bu yana emekçilere grev yaptırmadı. İşçilerin grev yoluyla haklarını geliştirme, ücretlerini yükseltme girişimlerinin karşısına yasaklayıcı bir tutumla çıktı. Yasada erteleme denilmesine rağmen aslında yasaklama anlamına gelen düzenleme ile grev hakkını ortadan kaldırdı. AKP, 2003’ten başlayarak, camda, lastikte ve metalde sektörel düzeyde grevleri erteleme adı altında yasakladı. Grevleri yasakları işçi ücretlerini baskı altına almaya yaradığı kadar, işyerlerine taşeronun sokulması, esnek ve kuralsız çalışma biçimlerinin de yaygınlaşmasına zemin oluşturmaktaydı.
Yasaklama kararları karşısında, toplu iş sözleşmelerinin Yüksek Hakem Kurulu eliyle belirlenmesini istemeyen sendikalar işveren tarafından verilene imza atmak zorunda kaldılar. Üretimi düşürme, iş yavaşlatma ve benzeri mücadele yöntemlerinin de yeterince etkili kullanılamadığı için ortaya çıkılan sonuca, bir nevi “rıza” gösterildi. Ta ki son metal grevine kadar…
Birleşik Metal-İş Sendikası’nın, MESS’ten ayrılan işverenlerin kurduğu Elektromekanik Metal İşverenleri Sendikası (EMİS) bünyesinde yer alan şirketlerde çalışan 2200 işçi adına sürdürdüğü görüşmelerde anlaşma sağlanamadı. Sendika greve başladı. Grev, başladığı gün Bakanlar Kurulu kararıyla 60 gün süreyle ertelendi. Yani Bakanlar Kurulu Kararı çalışanların grevini yasakladı, grev hakkını ellerinden aldı. Birleşik Metal-İş, Bakanlar Kurulu’nun yasağını tanımadığını ilan ederek “Bizler, Birleşik Metal-İş üyesi işçiler, daha önce de duyurduğumuz gibi, hükümetin grev yasağına boyun eğmiyoruz. Bizler, tarih boyunca bedel ödeyerek işçi sınıfının kazandığı grevli toplu sözleşme hakkımıza sahip çıkıyor ve işyerlerimizi eylem alanına döndürüyoruz” diyerek fiilen grev başladılar. Yasağı işlemez hale getirdiler. Fiili grev kısa sürede sonuç verdi, metal işçilerinin sözleşmesi başarıyla bağıtlandı.
Birleşik Metal-İş, risk altına girerek, bedel ödemeyi göze alarak cesur bir adım attı. Fiili bir grevle 12 Eylül’den bu yana bir statüko haline gelmiş olan, kimi sendikacılar tarafından da bir tür tabu olarak kabul edilen grev yasağını kırdı. Metal işçilerinin fiili grevi, yasak karşısında grev hakkının nasıl savunulması gerektiğini gösterdiği gibi, işçilerin yasak ve engellemeler karşısında çaresiz olmadıklarını da ortaya koymuş oldu. Bu noktadan sonra, “ama bizim işkolunda yasak var” ya da “ne yapalım hükümet grevimizi erteledi/yasakladı” gibi mazeretlerle tamamen anlamsız hale gelmiştir. Gerçek anlamda hak mücadelesi vermek isteyenler için metal işçileri yol açtı, iyi bir örnek sergiledi. Şimdi açılan bu yoldan ilerlemek temel hedef olmalıdır.
Metal işçilerinin açtığı yoldan ilerlerken ilk uğrak,12 Eylül’ün zihniyetinin muhafaza edilerek karşımıza çıkarılan Anayasa paketinin oylaması olacaktır. AKP’nin MHP’nin desteğiyle getirdiği bu değişiklikler, yönetme, hükümet etme gücünün yetersizliğinden ya da zayıflığından değil, otoriter tek adam yönetimine geçmek için gündemde. AKP’nin referandumu, bir bakıma 12 Eylül 2010’da gerçekleştirilen referandumun devamı niteliğinde. O zaman “demokrasi” nutukları, “statükoyu yıkma” ajitasyonlarına işçilerin, çalışanların haklarının gelişeceği vaatleri eşlik ediyordu. Oysa gündeme getirilen paketin amacı 12 Eylülcülerin rahat ve kolay yönetmek üzerine kurduğu vesayet organlarından ele geçiremediklerini, ele geçirmekti. Nitekim zaman bize, AKP’nin referandum öncesinde propaganda ettiği gibi vesayet rejimini tasfiye etmek değil, odağını tamamen ele geçirmek olduğunu gösterdi. AKP, vesayet rejiminin bütün organlarını ele geçirmiş olmanın avantajıyla otoritesini tesis etti, 12 Eylül rejiminin faşizan, anti demokratik karakterini iyice baskın hale getirerek ilerledi.
Bu ortamda çalışanların hakları da daha fazla geriledi. Şimdi de adına “Cumhurbaşkanlığı sistemi” denilen bir tercihle aynı oyunun ikinci perdesi sahneliyor.12 Eylül’den hiza alan, 12 Eylül Anayasasının ömrünü bir kez daha uzatmayı hedefleyen antidemokratik düzenlemenin ikili amaç güttüğü söylenebilir. Bunlardan birincisi, Fethullahçı Terör Örgütü ile iş birliği ve yardım yataklıktan, yolsuzluklara, oradan insan hakları ihlallerine kadar bir dizi suç karşısında kendilerine güçlü bir koruma kalkanı oluşturmak. İkincisi ise neoliberal ekonomik politikaların ihtiyaç duyduğu despotik-otoriter yönetim ve uygulamaları kurumsallaştırmak, yasal kimlik kazandırmaktır.
Perşembenin geleceği çarşambadan değil, pazartesinden belli: AKP’nin getirmeye çalıştığı “tek adam yönetimi” otoriter yönetim tarzını zirveye taşıyacaktır. Rejimin antidemokratik renginin daha da koyulaşacak olması, emekçilerin hak arama yollarının kapatılması ve örgütlenmesinin önüne daha çok engellerin konulması, ekmeklerinin daha da küçülmesi, güvencesizliğin daha da büyümesi sonucunu doğuracaktır. Bunu tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Bu yüzden metal işçileri grev yasağını tanımayarak despotik, otoriter yasakçı yönetime karşı açtıkları “hayır” bayrağı, ekmeğini büyütmek isteyen, kimseden bağış, himmet ve sadaka beklemeden “hak” diyen, işçilerin elinde elden ele sandığa taşınmalı.
– Araştırmacı Yazar/ Sendika Uzmanı
Kaynak: BirGün Pazar
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024