Peçorin’i 1996 kışının karlı bir gününde okumuştum. Lermontov’un ölümünden bir sene önce yazdığı Zamanımızın Bir Kahramanı adlı kitabı elime tesadüfi bir şekilde, aldığım bir Tempo Dergisi’nin hediyesi olarak geçmişti (Ülkü Tamer’in çevirisi, Milliyet Yayınları). Yazarı da kitabın adını da hiç duymamıştım ama kitap okuyarak geçirmeye karar verdiğim o günün sabahında kitabı elime alışımı olmasa da geceleyin bitirene kadar elimden bırakamayışımı bugün gibi hatırlıyorum. Kitap sona yaklaşırken bitecek diye üzülüşümü, bittiğinde içine girdiğim duygu ve düşünce yoğunluğunu ve Lermontov’un 25 yaşındayken bir düelloda öldüğünü öğrenince yaşadığım “Ama büyük haksızlık bu!” duygusunu da hiç unutmadım. Geçen yıllar içinde nice edebi karakterler nice derin izler bıraktılar hayatımda ama Peçorin benim için hep farklı oldu. Bu dengesiz, tuhaf adamı anlamak, affetmek ve sevmek için bir hayli uğraşmıştım ve başarmıştım da.
Geçen hafta Peçorin yine aklıma geldi. Birkaç gün onu tüm detaylarıyla hatırlamaya çalıştım. Araya giren yirmi dört senede birçok şeyi unutmuş olduğumu fark ettim. Ama kitabı okurken ve sonrasında ilk kez hissettiğim bazı duygular vardı ki onlar yerli yerinde durmaktaydı. Bugünkü aklımla ve kalbimle kitabı tekrar okumam gerektiğini hissettim. Peçorin’in bende yaratacağı duyguları gerçekten çok merak etmekteydim. Bir kitap karakteri tarafından sarsılmayalı uzun zaman olmuştu; belki bir kez daha tavlardı beni Peçorin! Kitabın kitaplığımda halen daha durmakta olduğunu bildiğim halde nedense bu sefer bana kendisi gelmiş Peçorin’i değil, gidip hayatıma davet ettiğim Peçorin’i okumak istedim. Öyle de yaptım.
Kitabımı aldıktan sonra, okumaya başlamak için rahatsız edilmeyeceğim en uygun zamanı bekledim. O zamanı bulduğumda da kendimi hikâyeye teslim ettim. Ama hay Allah! Bir tuhaflık vardı, hikâye akmıyordu. Biraz zaman versem de olmadı. Sanki ne olduğunu bilmediğim bir şey uçup gitmişti hikâyeden. Acaba çevirmen farkı nedeniyle mi diye düşünerek kalktım kitaplığımda önceki Peçorin’i buldum. Yok! Yine olmadı. Peçorin olduğu yerde, olduğu gibiydi de ne olmuşsa bana olmuştu belli ki. Hatta, “İlk okuyuşumda o kadar etkilenecek ne varmış ki?” diye sorup durdum kendime.
Anladım ki ben de şimdiki zamanın bir kahramanıydım artık. Çoktan sona eren eli işte, kaşı gözü oynaşta dönemlerinin ardından bir işten diğerine, bir oluştan öbürüne sürüklenen, kaşı gözü hep bir ekrana bakan, hep bir şeye yetişmeye çalışan, radyoaktif bombardıman altında kalbî hislerini korumaya ve yaşamaya çalışan, öz benliğinin tadını bile ancak el ayak çekilince anımsayan yeni nesil bir kadın kahraman… Değil Peçorin’i kendini bile anlamaya gücü de vakti de olmayan bir kahraman.
Kitabın ortalarında bir yerde, Peçorin için hikayesini bir kez daha okuyup, onu selametle uğurlamaktan gayrı yapabileceğim bir şey olmadığını kabullenirken boğazım 96 yılında bir güne bir hayatı sığdıran o genç kız gibi yumru yumru olmadı değil.
Ama zamanımızın kahramanlarının duygusallaşmaya ayıracak fazla vakitleri yoktur, öyle değil mi?
- Hatıralar - 1 Ekim 2024
- Doğruluk mu? Cesaret mi? – Elif Demirbaş Topçu - 2 Haziran 2024
- Onsuz da Olmay… - 4 Aralık 2023