İsrail’in aşırı sağcı hükümeti an itibariyle, vaktinde kendilerine soykırım uygulayan Nazilerle yarışırcasına, “Elektrik, gıda ve yakıt olmayacak. İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket edeceğiz!” diyerek abluka altına aldığı Gazze’yi topa tutuyor.
Zaten çok zor koşullarda yaşayan Filistin halkı, korkunç durumda…
İşte tam da bunu söylemiştik.
Kör şiddete karşı kör şiddet uyguladığınızda, karşı tarafın kör şiddetini legalleştirirsiniz ve kim daha güçlü ise, onun gerçekleştireceği kıyım daha büyük olur.
Bu savaş, Filistin halkının da İsrail halkının da savaşı değil.
Bu savaş, sol tandanslı Filistin Kurtuluş Örgütü’ne kıyasen daha kolay baş edebilecekleri düşüncesiyle bizzat İsrail tarafından yol verildikten sonra azıtan cihatçı Hamas ile aşırı sağcı Netanyahu hükümetinin savaşı.
Ki her ikisi de temsilcisi olduklarını iddia ettiklerin halkların çoğunluğu tarafından desteklenmiyorlar.
Hamas, Filistin halkının sadece yüzde 23’ü tarafından kabul görüyorken; Netanyahu hükümeti, Hamas’ın kör şiddeti başlamadan önce en fanatik yandaşlarının dahi çoğunu kaybedip düşme noktasına gelmiş durumdaydı. Daima Filistinlilerin haklarını savunan İsrailli komünistlerin tepkileri ise zaten ortada-ydı.
Şu anda ise, bu insanlık suçu niteliğindeki politikalarda ve kararlarda hiçbir rolü bulunmayan halklar ölüyor her iki taraftan…
Gazzeliler korkunç bir kuşatma altında inim inim inlerken; İsrailli sivilleri öldürmeye devam eden Hamas canileri, vur-kaç yaparak tünellerde saklanıyor. Netanyahu da en azından şimdilik, vaziyeti kurtarmış bulunuyor.
Bir haftalık karşılıklı katliamların sonunda gelinen noktada ise Hamas, “Hedeflerine ulaştıklarını,” söyleyerek, “Her türlü ateşkese ve rehine takasına hazır olduklarını,” açıkladı. Başta Türkiye ve Katar olmak üzere birçok ülke, “arabuluculuk” girişimleriyle haşır neşir durumda…
Şimdi soruyorum:
Hamas’ın asla halkın çoğunluğunun onayını ve desteğini arkasına almadan -kim bilir hangi karanlık sebeplerle- başlattığı bu kirli savaş, Filistinlilere ne kazandırdı?
Durumlarını eskisinden de beter edip, binlercesinin ölmesine; yaşayanların da an itibariyle korkunç bir korku, perişanlık ve tehlikenin içinde kapana kısılmasına yol açmaktan başka ne sağladı?
Utanmazca “ulaştıklarını” söyledikleri “hedef” nedir?
Tek dertleri, özellikle bütün ülkelerden gençlerin bulunduğu festival alanında kıyım yaparak başlattıkları korkunç kör şiddetle Filistin halkının tüm dünyanın nefretini kazanmasına sebep olup, halklarına uyguladığı vahşeti legalleştirdikleri Netanyahu’nun kıçını kurtarmak idiyse, kesinlikle çok başarılı oldular.
Kendilerini tebrik ediyoruz.
Tabii ki tebriklerimiz, yurdumuzun muhteşem sosyo-politik bilince, öngörüye ve üstün yaşam hakkı savunuculuğu niteliklerine sahip olan devrimci sol muhalif dinamiklerinin ve ezilenlerinin sergilediği tutum için de geçerli…
Yaşananların tek bir ironik faydası olduysa, o da bu ülkedeki bütün kesimlerin maskelerini düşürmesi ve dahi bütün rollerin yer değiştirdiği trajikomik bir seyirlik oluşturması…
Son bir haftada öyle söylemlere ve eylemlere şahit olduk ki “Gördüklerimiz gerçek mi?” diye gözlerimizi ovuşturup, kendimize iğne batırdık.
En sağduyulu duruşları Tayyip Erdoğan’ın, Meral Akşener’in ve Ümit Özdağ’ın sergilemeleri karşısında şok geçirirken; başta ESP, TİP, TKP ve EMEP olmak üzere bütün sözde devrimci sol muhalif dinamiklerin inanılmaz bir körlükle Hamas’ı “Filistin halkının temsilcisi” olarak niteleyip, cihatçı katillerin kör şiddetine destek vermek suretiyle Hizbullah’çı Hüdapar’la, dang.lak Davutoğlu’yla ve ırk.ı faşist Perinçek’le aynı çizgide hizalanmaları, “kör olsaydık da bu günleri görmeseydik” dememize yol açtı.
Hele ki kitlesinin çoğunu Rojowa’da Işıd’la savaşan Kürt halkının oluşturduğu ESP’nin, Işıd’ın ruh ikizi olan cihatçı Hamas’a verdiği koşulsuz destek, beynimizi yaktı.
En fazla gözlerimizi yaşartan ise Tayyip Erdoğan’ın, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı vahşete yönelik sözleri oldu. İsrail’i “Hani insan hakları!” diye isyan ederek “Cenevre Sözleşmesi’ne” uymaya davet eden Erdoğan şunları söyledi:
“Bir şehrin suyunu, elektriğini, giriş-çıkışlarını kesip altyapısını çökerterek; camisinden kilisesine tüm ibadethanelerini, okullarını yıkarak; insanların en temel insanî ihtiyaçlarına erişmesini engelleyerek; içinde sivillerin yaşadığı binaları bombalarla yerle yeksan ederek; her türlü utanç verici yöntemle yürütülen bir çatışma, savaş değil katliamdır.”
Şayet İsrail devletini, “her türlü ahlâki temelden yoksun, utanç verici orantısız katliamlar” diye niteleyerek yargıladığı zulmün aynısı, Tazmanya devleti tarafından 2015 yılında gerçekleştirilen ablukalar esnasında Kürt halkına yapılmamış olsaydı, bir devlet başkanının sergileyebileceği en muhteşem insanî yaklaşım olan bu sözlerini avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışlayıp, gelecek seçimde kime oy vereceğimiz konusunda en ufak bir tereddüt yaşamazdık.
Fakat ne yazık ki ablukalar sürecinde sokakta yatan cenazesinin alınmasına 7 gün boyunca izin verilmeyen Taybet Ana’nın, minnacık ölü bedeni kokmasın diye annesi tarafından derin dondurucuya gömülen 12 yaşındaki Cemile Çağırga’nın, hastaneye götürülmesine izin verilmediği için ölen 35 günlük Muhammed bebek ile en ufak bir tıbbi desteğe ulaşmaları engellenen sayısız hasta ve yaralının, yaralı bedeni bir tankın arkasında sürüklenen Hacı Lokman Birlik’in, Cizre bodrumlarında bir tane ambulansa izin verilmeden cayır cayır yakılan canların, en temel insanî ihtiyaçlara ulaşmaları engellenip ölüleri dahi rehin tutulan acılı Kürt halkının, mezarlıklarına varana kadar tarumar edilen Kürt kentlerinin, vahşet bittikten sonra Cizre’deki boş evlerin yatak odalarında kadınların iç çamaşırlarıyla “aşk bodrumda yaşanıyor” diye pozlar veren Tazmanyalı askerlerin hatıraları bugün gibi aklımızda…
Keza 90’lardaki beyaz torosların “bıçkın Şoför Nebahat’i” olan Meral Akşener’in ve Suriyeliler’i gaz odalarına tıksa yüreği soğumayacak olan Ümit Özdağ’ın, reyizimizinkine benzer yüksek insanî duyarlılıklar içeren açıklamaları da aynı şekilde yüreklerimize işledi.
Hepsinin üzerine tüy diken de büyük entelektüelimiz Sevan Nişanyan’ın, dünyanın dört bir yanından gelen gençlerin vahşice katledilip tec.vüze uğradığı festival katliamını alkışlaması oldu.
Yani ki filler tepişirken çimenlerin ezilip, ibişlerle beberuhilerin birbirinden rol çaldığı bu kanlı ve kirli ortaoyunu bu kadar trajik olmasaydı, çok komik olabilirdi…
Sözlerime son verirken, her zamanki gibi asla halklarının adına değil, politik ikballeri uğrana savaşlar çıkaran zalim muktedirlerin kurbanı olan Filistin halkına da İsrail halkına da yüreğimdeki eşit kederle taziyelerimi gönderiyorum ve umutsuzca da olsa, bu ateşin bir an önce söndürülüp, yerine “toprağın insana değil, insanın toprağa ait olduğunu” çok iyi bilen kadim Kızılderililerin barış çubuklarının tüttürülmesini diliyorum.
- Zübükler Her Yerdedir - 9 Mart 2024
- Hepimiz Dilberiz - 28 Ocak 2024
- Bu Kadar Şuursuzluk Akla Ziyan – Rabia Mine - 19 Ekim 2023