Türkiye’nin demokrasi karnesi…

Demokrasinin nasıl ölçüleceğine dair fikir birliği olmasa da demokrasiyi ölçmeye yönelik çeşitli ciddi endeksler vardır. Bunlardan biri de The Economist dergisinin araştırma ve analiz birimi olan The Economist Intelligence Unit’in (2019) hazırladığı Demokrasi Endeksidir. Bu çalışma dünya çapında 165 bağımsız devlet ve iki bölgede demokrasinin durumunun fotoğrafını çekiyor.

Endeks beş kategoriye dayanıyor: seçim süreci ve çoğulculuk, hükümetin işleyişi, siyasi katılım, siyasal kültür ve medeni özgürlükler.

Bu kategorilerde yer alan çeşitli göstergelerdeki puanlara dayanarak, endeks ülkeleri dört tür rejim başlığı altında topluyor: “tam demokrasi”, “kusurlu demokrasi”, “melez rejim” veya “otoriter rejim”.

Türkiye, endeks sıralamasında Gambiya, Sri Lanka, Uganda, Pakistan ve Nijerya’nın gerisinde 110. sırada yer alıyor.

Batı Avrupa ülkeleri arasında ele alınan Türkiye bu kategorideki tek “melez rejim” olarak göze çarpıyor.

Rapor, Türkiye’deki demokrasi krizinin semptomlarını Türkiye’yi içine yerleştirdiği “melez rejimlerin özellikleri” aracılığıyla ortaya koyuyor:

  • Seçimlerin adil ve özgür yapılmasını engelleyen düzensizlikler.
  • Muhalefet üzerinde baskının varlığı
  • Siyasi kültür, hükümetin işleyişi ve siyasi katılımda kusurlu demokrasilerden çok daha ciddi zayıflıklar
  • Yaygın yolsuzluk
  • Cılız sivil toplum kuruluşları
  • Aşınmış hukukun üstünlüğü
  • Baskı altına alınmış gazeteciler ve
  • Bağımsızlığını yitirmiş yargı.

Türkiye’de muhalif siyasetçilerin tutuklandığı, örgütlenme, toplanma ve ifade hürriyetinin askıya alındığı iki yıl süren olağanüstü halin ardından Haziran 2018’de meclis ve başkanlık seçimleri yapıldı. Seçimden sonra OHAL kaldırılmış olsa da anti-demokratik ve otoriter uygulamaların devam ettiği görülmektedir. Demokrasi kültürünün yeşereceği, farklı düşüncelerin kendisine imkân bulacağı bir mecra olması gereken medya üzerinde AKP’nin çok ağır bir baskısı söz konusudur.

21 Temmuz 2016 tarihinde OHAL ilan edilmesi ile zirveye çıkan ağır hak ihlâlleri, otoriter baskıcı uygulamalarla birlikte tek adam rejimi Türkiye’yi sosyoekonomik, siyasal ve kurumsal anlamda iflasa sürüklemektedir.

AKP yargıyı ve mahkemeleri partinin hukuk müşavirliği gibi kullanmaktadır. Yüksek yargıyı kendi siyasal gündemine, çıkarlarına adeta memur etmiştir. Devletin kurumsal mimarisi sivil toplumun, yurttaşın, ilgili paydaşların siyasete katılım mekanizmalarını yok eden, tekçi ben bilirimci, parlamentoyu dahi işlevsizleştiren bir yönetim tarzına dayanmaktadır. Düşünce ve ifade özgürlüğü

AKP’nin toplumu kutuplaştırarak yönetmeye dayanan siyasal stratejisi Türkiye’yi otoriter bir cendere içine sürüklemektedir.

Bu cendereden çıkışın tek yolu, kapsamlı bir demokrasi seferberliğini hayata geçirmektir.

Çok temelde demokrasi, barış içinde bir arada yaşamayı ve özgürlüğü kurumsallaştıran aynı zamanda koruyan bir dizi uygulama ve ilkeler bütünü olarak tanımlanabilir. Bu anlamda demokrasinin temel özellikleri çoğunluk yönetimine dayalı hükümet, rekabetçi çok-partili siyasal sistem, hukukun üstünlüğü, kanun önünde eşitlik, özgür ve adil seçimler, azınlık haklarının korunması ve temel insan haklarına saygı olarak sıralanabilir.

Ancak demokrasi kurumların toplamından daha fazlasıdır. Demokratik bir siyasal kültür, toplumsal rıza ve meşruiyet, demokrasinin sürdürülebilirliği için çok önemlidir.

Edilgenlik ve kayıtsızlık kültürü – itaatkâr ve uysal bir yurttaş – demokrasi ile bağdaşmaz. Demokrasinin ön koşullarından olan seçim sürecinin sonucunda haliyle bu sürecin kazananı ve kaybedenleri olacaktır.

Toplumda kök salmış demokratik bir siyasi kültür, seçimi kaybeden tarafların ve destekçilerinin seçmenlerin kararını kabul etmelerine ve iktidarın barışçıl biçimde devrine olanak verir. Bu nedenle demokratik siyasal kültürün varlığı demokrasi için hayati bir öneme sahiptir. İhtiyaç Ancak demokrasinin, duyulan, yukarıda sıralanan siyasal boyutları ile sınırlı olmadığı kapsamlı bir ve sınıfsal ve toplumsal bir demokrasi boyuta da sahip olduğu not seferberliğidir… edilmelidir.

Demokrasi durgunluğunun (democracy recession) öne çıkan özellikleri şunlardır:

  • Katılımcı demokrasi yerine elit/uzman yönetimine artan vurgu;
  • Seçilmemiş, hesap vermeyen kurumların ve uzman kuruluşların sayısının artması;
  • Ulusal öneme sahip temel meselelerin siyasal alanın dışına itilip, kapalı kapılar ardında siyasetçiler, uzmanlar veya ulusüstü kurumlar tarafından kararlaştırılması;
  • Siyasi elitler ve partiler ile seçmenler arasındaki boşluğun genişlemesi;
  • Medya ve ifade özgürlüğü de dâhil olmak üzere medeni özgürlüklerde yaşanan azalma.

Rapora göre, halk demokrasinin bu gerilemesini pasif bir seyirci olarak izlemiyor, tepkisini ortaya koyuyor. Endeksin demokrasiyi değerlendirirken göz önünde bulundurduğu başlıklardan olan siyasal katılım, 2008’den (4.59 puandan) 2019’a (5.28 puana) istikrarlı bir biçimde yukarı yönlü bir seyir izliyor. Ekonomik sorunlar istikrarsızlık için gerekli bir ön koşul olsa da tek başına yeterli değildir ve 2019’da yaşanan protestoların belirgin siyasi temelleri söz konusudur.

Gelirde yaşanan azalmayı her zaman kargaşa ve çalkantı izlemez. Huzursuzluğu alevlendir mesi bakımından belirleyici unsur, hükümetlere, kurumlara, partilere ve siyasetçilere olan güvenin aşınmasıdır.

Bu durum genel olarak “demokrasinin krizi” olarak adlandırılan husustur.