Trump’ın Ortadoğu politikası Kürtler ve Türkiye

Başkanlık sisteminin çok yoğun olarak tartışıldığı bugünlerde iç politika zorunlu ve kaçınılmaz olarak ön plana çıktı. Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla Ortadoğu’da başlayacak olan yeni süreç özellikle Türkiye’nin bölgesel yönelimlerini de zorunlu olarak etkileyecektir. Tartışmaların merkezinde ‘başkanlık’ sisteminin olmasının, bölgedeki çok yönlü gelişmelerin ortaya çıkarttığı ve çıkartacağı sonuçları etkilemeyeceği çok açıktır.

İlk akla gelen soru şudur; Trump’ın izleyeceği Ortadoğu politikası stratejik bir değişikliği içeriyor mu? Yoksa yaşanacak olan, mevcut politikanın revizyondan geçirilmesi midir? Çok açık ki, ABD’nin 2025 yılına kadar belirlediği Ortadoğu stratejisi, başkanların değişmesiyle esasta farklılaşmıyor, sadece rötuşlar yapılarak devam ediyor. Trump’ın Obama’nın Ortadoğu politikasında yapacağı bir kısım değişiklikler ABD’nin Ortadoğu stratejisini esasta değiştirmez ancak bölge dengelerini ciddi oranda etkiler.

İsrail’e daha aktif destek

Trump yönetiminin Ortadoğu politikasındaki olası değişiklikler şöyle sıralanabilir. Öncelikli olarak İsrail’e daha aktif destek verecek. Özellikle ABD Büyük Elçiliğinin Kudüs’e taşınmasına karar vermesi durumunda, Ortadoğu’da politik krizin çok daha fazla derinleşmesine yol açması kaçınılmazdır. Burada Türkiye ve Körfez devletleri nasıl bir tutum alacaklardır?

Diğer bir değişim noktası, İran ile olan ilişkilerin boyutudur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Almanya ile İran arasında yapılan ‘nükleer’ anlaşmanın Obama yönetimi tarafından onaylanması, İran’ın uluslararası ilişkilere açılmasını sağlayan ve özellikle Ortadoğu’daki etkinliğini arttıran önemli bir faktör oldu. Trump yönetimi, İran’ın yayılmacılığına karşı bir kısım önlemler almak istese de, ‘nükleer anlaşmayı’ iptal etme şansı pek bulunmadığı gibi iptal etmesinin de sanıldığı gibi bir etkisi olmayacaktır. İran ile ilişkilerinde belirli bir mesafe koymak ve hatta gerilim politikasına yönelmek gibi bir taktik planlar devreye girebilir.

Körfez için tehlikeli emareler

Trump yönetiminin siyasal/radikal İslam’a karşı geliştirmek istediği politikanın arka planında ‘medeniyetler çatışmasının’ yeni bir varyantı olduğuna dair güçlü veriler ortaya çıkmaya başladı. ABD için hem enerji yatakları hem de silah ticareti bakımından önemli olan Körfez bölgesindeki rejimlerin siyasal yapısını değişmesini de içerisine alacak olan ‘yeni’ krizlerin çok daha fazla derinleşme olasılığı gündeme gelecek gibi görünüyor.

Trump’ın izleyeceği Ortadoğu siyasetinin özü, bölgede kaybetmeye başladığı gücü yeniden ele geçirme planına dayanıyor. Bunun iki temel noktası bulunuyor. Birincisi bölgede etkin bir rol üstlenen Rusya ile yakın ilişki kurarak bir denge oluşturacaktır. Rusya ile kuracağı yakın ilişkinin ön koşulu ise Şam’ı ABD’nin saldırı merkezinde çıkartmak, belirli dengeler içerisinde uzlaşmak, Esad yönetimiyle bir süre daha yaşamayı kabul etmektir. İkincisi, IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı örgütler şahsında Siyasal İslam’a karşı saldırı politikalarının çok daha fazla ön plana çıkartılmasıdır. Trump yönetiminin başta IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı örgütlerin bütünüyle tasfiye edilmesi olarak somutlaştırdığı politika, Irak ve Suriye merkezli savaşın bir süre için çok daha fazla yoğunlaşarak tırmanacağını gösteriyor.

Radikal İslam ve onun müttefiklerine karşı…

Şu sorular akla geliyor? Trump yönetimi, savaş stratejisini belirlerken kimlerle ittifak yapacaktır? Merkez aldığı güç kim olacaktır?  Trump yönetiminin Ortadoğu’ya bakışı aynı zamanda bölgesel ittifaklar ve dengelerin değişimine dair bize bir fikir verecektir. Örneğin Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Flynn, Ortadoğu’da “Radikal İslam ve onun müttefiklerine karşı süren küresel savaşı nasıl kazanabiliriz” diyor ve önceliğin Esad rejimini yıkmak değil bir “ideolojik düşman” ve hatta “kanser” olarak gördüğü “radikal İslam’ın tasfiye” edilmesi gerektiğine dikkat çekti. Savunma Bakanı Emekli General James Mattis, Washington Post gazetesine vermiş olduğu bir demecinde “Politik İslâm temel güvenlik meselemizdir” değerlendirmesinde bulundu.

Evangelist görüşleriyle tanınan Başkan Yardımcısı Mike Pence ise Türkiye ile ilişkileri geliştirmekten yana olduğunu söylerken, aynı zamanda Suriye’de “ittifak yapılacak en önemli gücün Kürtler olduğunu” belirtti. Adalet Bakanı Jeff Sessions, 21 Ağustos 2016’da,“Türkiye, İslâmcı ideolojiye doğru kayıyor. Bu çok tehlikeli, devam etmemesini umarım…” dedi.

“Türkiye eski, Kürtler en büyük müttefik”

Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ise şunları söyledi: “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la tekrar çalışmalıyız. Türkiye bizim çok eski bir NATO müttefikimizdir. Bölgede ABD’nin eksikliğinde kaygılandı ve yüzünü Rusya’ya döndü. Rusya kalıcı bir müttefik değildir. Türkiye’nin müttefiki ABD’dir. Karşımızdaki en acil tehdit olan IŞİD konusuna gelince… Şimdiye dek en büyük müttefikimiz olan Suriyeli Kürtler dâhil, bölgedeki güçleri kullanarak yenilenmiş bir koalisyon oluşturmalıyız.” Tillerson, Türkiye’yi eski bir müttefik ama Kürtleri en büyük müttefik olarak değerlendiriyor.

Trump yönetiminin önceliğini radikal İslamcı hareketlerin tasfiyesine verdiği açıktır. Bugün başlıcaları IŞİD ve El Nusra olan radikal İslamcı örgütlerin tamamı saldırı merkezine oturtulacaktır. Rusya’nın da benimseyeceği bu politika, Suriye’de ve Irak’ta radikal İslamcı örgütlere yönelik saldırılar Rusya-ABD ittifakı üzerinde şekillenebilir.

Suriye merkezli savaşta Türkiye’nin ve Kürtlerin askeri ve politik pozisyonu tartışma konusu olmaya devam edecek gibi görünüyor. Trump yönetiminin belirlemeye başladığı politikanın Türkiye bakımından çok daha ciddi sorunlara yol açacağı açıktır. Türkiye’nin ABD’nin eski bir müttefiki olduğuna vurgu yapan yeni yönetim aynı zamanda Türkiye’de radikal İslamcıların güçlendiği, cumhurbaşkanı Erdoğan’ın radikal İslamcı görüşlere sahip olduğu, Türkiye’nin İslamcı örgütlere destek verdiği gibi söylemleriyle dikkat çekiyor. Bunun bir başka ifadesi de şudur: ABD Suriye ve Irak merkezli radikal İslamcı örgütlerle mücadeleyi artırma kararı alırken, büyük bir olasılıkla Türkiye sürecin dışına itilecektir. Türkiye’nin İslamcı örgütlerle arasına net bir mesafe koymadığı takdirde saldırılara hedef olması da kaçınılmazdır.

“Türkiye, İslâmcı ideolojiye doğru kayıyor”

‘Politik İslam’ı bir güvenlik meselesi’ olarak gören Trump yönetiminin Erdoğan merkezli iktidara yönelik politikasının ne olacağı sorusuna Trump’ın Adalet Bakanı Sessions yanıt veriyor: “Türkiye, İslâmcı ideolojiye doğru kayıyor. Bu çok tehlikeli, devam etmemesini umarım.” Peki, Ankara İslamcılaşma politikasını devam ettirirse, Pentagon’un tavrı ne olacak? Sanırım herkes bu sorunun yanıtını merakla bekliyor.

Ankara’nın bir NATO ülkesi olarak Rusya ile yakınlaşmasının, ABD’nin stratejik çıkarlarıyla da çeliştiği çok açıktır. Politik stratejisi çöken Türkiye’nin ABD-Rusya denklemindeki politikaları bütünüyle belirsizleşmiş bulunuyor. Erdoğan’ın Rusya’ya yakınlaşarak yeniden geliştirmek istediği bölgesel siyasetin, ABD tarafından çok daha ağır bir şekilde cezalandırılacağı sanırım hesaba katılıyor.

Kürtlerin silahlandırılması Trump’la hızlanacak

Trump’ın Suriye politikasında alacağı en önemli kararlardan biri, Kürtlerle olan ittifakı güçlendirmektir. Trump’ın YPG/YPJ’yi çok daha fazla silahlandırılacağını belirtmesi, Dışişleri Bakanı Tillerson’un IŞİD ile yürütülen savaşta “Kürtleri en büyük müttefik” olarak görmesi önümüzdeki birkaç aylık sürecin nereye doğru evirileceğini gösteriyor. Burada birkaç sonuç çıkartabiliriz. Öncelikli olarak ABD’nin Suriye’de IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı örgütlere yönelik askeri operasyonlarda YPG’yi merkez alacağı netleşmiş bulunuyor. Trump, Ankara’nın sürece dahil olmasının koşulunu, AKP iktidarının ‘terörist’ olarak gördüğü YPG ile ortak hareket etmesini kabul etme şartına bağladı. Bunun bir başka anlamı, Ankara’nın özellikle askeri olarak sürecin dışında tutulmasıdır. Askeri olarak etkinliği olmayanın politik olarak dengelerde belirli bir rol üstlenmesi de beklenemez.

ABD, Suriye’de radikal İslamcı örgütlere karşı başlatacağı çok yönlü bir savaşla alan hâkimiyetini güçlendirmeyi amaçlıyor. Rakka’dan başlayarak Rojava’nın bütününü kapsayan coğrafyada etkin olmanın tek bir koşulu var: YPG ile askeri ittifakını güçlendirmek. ABD, yerleşik bir güç olmadan kalıcı bir başarı elde etmesinin mümkün olmadığını biliyor. Bu nedenle YPG’yi savaş kabiliyetini geliştirecek araçlarla donatacaktır. Trump yönetimi, Suriye’de kaybedilen politik ve askeri denklemi yeniden tesis etmenin yolunun, YPG ile çok yönlü kalıcı bir ittifaktan geçtiğinin farkındadır. Trump kabinesinin Suriye politikasının ‘Rojava/Kürdistan’ merkezli olacağı, Pentagon’un önümüzdeki süreçte bu politikaya uygun bir askeri strateji izleyeceği de tahmin ediliyor. Bölgedeki askeri birliklerin sayısını hızla artıran Pentagon’un YPG/YPJ askeri güçlerini eğitmesi bir tesadüf olmayıp, Rojava merkezli oluşturulan stratejinin önemli bir halkasıdır.

Rojava’ya yönelik saldırıya ABD engeli

Amerika’nın yeni dönem politikasının ne olacağını büyük bir olasılıkla tahmin eden Türk Dışişleri Bakanlığının diplomatik girişimleri de ciddi bir sonuç doğurmayacaktır. Erdoğan’ı Trump ile görüştürerek ABD politikalarına tabi olmak istediğini bildirmesi çabası da ciddi bir etki yaratmayacaktır. El Bab’da takılıp kalan Türk ordu birliklerine aktif askeri destek vermeyen ABD’nin, tersine Rojava’ya 800 kişilik özel askeri birlik sevk ettiği iddiası da Pentagon’un yönelimleri bakımından bir fikir verebilir. Bunun bir başka ifadesi, Rojava’ya yönelik Türk ordu birliklerinin olası bir saldırısına, ABD tarafından karşılık verileceğidir. Pentagon askeri gücünün Rojava’ya yerleşmesinin bir başka nedeni de, Esad rejimi ile PYD arasında başlatılacak olan görüşmelerde Rusya ile birlikte bir denge oluşturmak yani söz sahibi olmaktır.

Astana görüşmelerine katılmayarak tutum belirleyen ABD’nin tersine PYD’nin görüşmelerde bulunmasına gerektiğine özel bir vurgu yapması esasen Ankara’ya verilmiş bir mesajdır.

Trump için Türkiye ile Kürtler arasında kurulacak denklemin özü şudur: Ankara’nın, terörist / düşman gördüğü PYD ile politik ilişkiler kurması ve YPG ile yan yana savaşması. Yani daha önce Musul, Halep, Kerkük gibi alanlar için oluşturduğu kırmızı çizgileri nasıl ki yok saydıysa, PYD ile görüşmelere başlayarak bu kırmızı çizgilerden de vazgeçmesi istenmektedir. Aksi takdirde radikal İslamcı örgütler ile ittifak halinde olan Ankara’ya yönelik politikalar çok daha sertleşecektir.

AKP’nin kazanma şansı var mı?

Kısacası, Suriye merkezli Ortadoğu politikasında Kürtlerin önemi ve rolü çok daha fazla artacaktır. Ankara’nın rolü ise ciddi oranda gerileyecektir. Trump yönetimi, Ankara’nın beklentilerine yanıt vermesi oldukça zor görünüyor. Örneğin ne Gülen ve Zarrab Türkiye’ye iade edilecek ne de PYD/YPG ile olan ilişkilerde bir geri adım söz konusu olacaktır.

Peki, Ankara’da devlet yönetenlerin iç politikada gürledikleri gibi bölgesel ve uluslararası ilişkilerde gürleme şansı var mı? Yok. Kazanma şansı var mı? Yok.

ABD’nin Türkiye’ye güveni önemli oranda zayıfladı. Rusya da esasen Ankara’ya güvenmiyor. ABD-Rusya arasındaki denge ilişkilerinde pinpon topuna dönüşen AKP iktidarının uluslararası ve bölgesel gelişmelerin dışında kalan politikalarla kazanma şansı bulunmuyor.

Mustafa Peköz
Sendika.org