Tohum Toprağa Düştü

Bazen bazı anlar vardır ki, o an kırılma noktasıdır. O kırılma anı genelde pek kestirilemez. Lakin, o kırılma anına götüren bir süreç vardır. Yaşanılan haksızlıklar, hukuksuzluklar, yalnızlaştırma, her bir bireyin kendi kaderine terk edilmesi, geleceğe dair umutsuzluk… Tüm bu umutsuzluğun ortasında savrulan hayatlar…

Bir tünelin ortasında karanlığa hapsolmuş gibi… Ve o karanlıkta siyasetin kısır döngüsü, kendi çarkının etrafında dönüp durur. Kitlelerin içinde bulunduğu bu ruh halinde, tünelde hayatta kalma çabası, tünelden çıkma istemine baskın gelir. Halk, bu ikilemin arasında bocalarken, bu korku iklimi muktedirlerin iktidarını pekiştirir.

19 Mart’ta, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve onlarca kişinin bir şafak operasyonu ile gözaltına alınma haberleriyle güne başladık. Yüz kişilik liste sosyal medya hesaplarından yayınlanıyor ve iktidar yanlısı medya tarafından zafer nidalarıyla anonslar yapılıyordu. Yirmi üç yıllık AKP iktidarının « ılımlı » İslam rejimi halkı yormuştu. Halk, yorgun ve yoksul düşmüştü. Ama her şeye rağmen direngenliğini ve mağrur duruşunu korumaya çalışıyordu. Halktaki bu tünelden çıkma istemi, siyasetin derin bariyerlerini aşamıyordu. Kaç seçimde kaç hayal kırıklığı yaşanmıştı. Nice koca sözler veren siyasetçiler, seçim gecesi adeta sırra kadem basmış, YSK (Yüksek Seçim Kurulu) önünde toplanan kitleler yalnız kalmıştı. Artık, Türkiye siyasetinde gizemli seçim geceleri vardı.

Kitleler siyasette değişim istiyordu. Bu değişim istemi, 2013 Gezi direnişi günlerinde ete kemiğe bürünmüştü. Kitleler siyasal islam rejiminin kadın düşmanı ve laiklik karşıtı baskılarından bunalmıştı. Rejim, ılımlı islam gömleğini tüm topluma giydirmeye çalışıyordu. Öyle ki, ılımlı islamcılardan demokratik bir yönetim bekleyen « yetmez ama evetçiler » bile bu rejimden yaka silkmeye başlamıştı. Ayrıca, AKP rejiminin Cumhuriyet ile kavgası bitmiyordu. Nitekim, Gezi direnişinin başlamasına sebep olan şey, hükümetin Gezi parkındaki ağaçları kesip, yerine Topçu Kışlası’nı inşa ettirmek kararıydı. Bu karar siyasal İslam rejiminin Cumhuriyet ile tarihsel hesaplaşmasıydı aslında.

Gezi direnişinde demokratik haklarını kullanarak sokaklarda protesto gösterileri yapan yurttaşlara, AKP hükümetinin tavrı çok sert oldu. Ki, o dönem Fetullahçılarla fiilen koalisyon halindeydiler. Bu gösteriler barışçıl olmasına rağmen sekiz yurttaş öldü ve binlerce kişi yaralandı. Bu protesto gösterilerinin ardından hükümet cadı avı başlattı, gözaltı ve tutuklamalarla toplumu sindirme politikası uyguladı. Sendikalar, öğrenci dernekleri ve demokratik kitle örgütleri üzerinde baskılar daha da artı.

AKP, çıraklık döneminden ustalık dönemine geçtiğinde ceberrutun ta kendisi olmuştu. Artık apoletli darbe çağı kapanmış, takım elbiseli sivil darbeler dönemi başlamıştı. Siyasal islamın takunyalı yeşil darbe kuşağı ile karşı karşıyaydı toplum. Amerika’nın yeşil kuşak projesi tıkır tıkır işliyordu. CIAsal İslam minareyi çalıp kılıfını uyduyordu.

Korku ikliminde yorgun düşen toplum, değişim istemini hala bağrında taşıyordu. Selahattin Demirtaş, Türkiye siyasetinde bir aktör olarak alanlara çıktığında kitleler etrafında toplanmıştı. Demirtaş, Türkiye toplumuna hitap edebilen bir siyasetçiydi. Toplumda bir değişim isteminin ayyuka çıktığı günlerdi. Türk, Kürt, Alevi, Sünni, tüm etnik köken ve inançlar ve de inançsızlar yani toplumun her kesiminin barış içinde bir yaşam özleminin baskın olduğu günlerdi. Bir umut vardı, olabilirdi… Fakat, bu süreçte siyasetin kısır döngüsünün altında kaldı. Yine bir şafak operasyonuyla HDP eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ gözaltına alındıktan sonra tutuklanmıştı. Ardından yüzlerce kişi tutuklanmış ve HDP’li belediyelere kayyum atanmıştı.

Bu süreçte neler yaşanmadı ki… Diğer yanda Suriye iç savaşı ile birlikte, Türkiye’nin ılımlı İslamcıları, selefist cihadist ideolojilerle yakınlaşmaya başlamış ve toplumun üzerinde dini gericiliğin ideolojik ve politik hegemonyası başlamıştı. Tünelin içi zifiri karanlığa bürünmüştü.

Tüm bu siyasi atmosferin ortasında Fetullahçılar darbe girişiminde bulunmuş, siyasal İslamcılar kendi içlerinde kanlı bir iktidar savaşına girmişlerdi. Her konuşmasında Pensilvanya’ya selam gönderenler, “ne istediniz de vermedik” diyenler, okyanus ötesine hasretle sevgilerini yollayanlar bu kanlı darbe girişiminden sonra, Fetullahçıları kendileri palazlandırıp fiilen iktidar ortağı yapmamış gibi anti-Fetullahçı olduklarını ilan ettiler. Velhasıl Fetullahçıların siyasi ayağı hala tasfive olmuş değil.

Tünelin içindeki karanlık, kaynar kazan gibiydi adeta… Kentlerde DAİŞ tarafından patlatılan bombalar… Ankara’da Barış mitinginde, DAİŞ’in kanlı saldırısında onlarca yurttaş katledildi. Ve daha, DAİŞ tarafından gerçekleştirilen onlarca katliam… DAİŞ barbarları, iki askeri diri diri yaktılar tüm kamuoyunun gözleri önünde. Toplumların da bir belleği vardır. Ne Suruç katliamında katledilen pırıl pırıl gençleri ne de diri diri yakılan iki askeri unutmadı bu toplum.

Onlarca travma yaşandı. Bu travmalarıyla birlikte kendine bir çıkış yolu aramaya devam etti halk. Bir yanda yoksulluk ve ekonomik kriz… Bir yanda çeteleşme ve yozlaşma… Gelecek beklentisini yitiren toplum derin bir umutsuzluğa sürüklendi. Gençler geleceği yurtdışında aramaya başladı lakin gittikleri ülkelerde mülteci yaşamın zorluklarını da gördüler.

Çıkış… Bir çıkış arıyordu herkes. Toplum yoksul ve yorgun düşmüştü. Ekonomik kriz artık yaşamlarının üzerine çökmüştü, memleket yoksulluk hırkasını giymişti. Ülke karanlık bir tüneldeydi… Yaşanan onlarca travmaya rağmen, bu tünelden bir çıkış yolu arıyordu halk.

“Kim mi kurtaracak seni köle
Görecekler seni kardeş
Yuvarlananlar uçuruma
Duyacaklar çığlıklarını

Seni köleler kurtaracak kurtaracaksa
Ya hep beraber ya da hiçbirimiz
Kurtulmak yok tek başına yumruktan ve zincirden
Ya hep beraber ya da hiçbirimiz” (Bertolt Brecht)

Kim mi kurtaracaktı bizi ? Seçimler… Kaç seçim geride kalmıştı hayal kırıklarıyla dolu, çünkü “atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmişti” Belki bir lider… Direngen bir lider… Saray’a boyun eğmeyecek bir lider… Lakin, direnme sözü verenler, seçim gecesi sırra kadem bastılar.

Kim mi kurtaracaktı bizi ? Kim mi kurtaracaktı halkı ? Halk, döndü baktı ardına. Kimse yoktu ardında. Sonra döndü kendine baktı. Ellerine, kollarına ve yüreğine… Damar damar insandı, kandı, candı. Kendi ellerinde gördü gücünü. Belki bir genç baktı aynaya, geleceksizliğine ve bitmeyen belirsizliğe… Bu bekleyişin ayaklarına vurulmuş bir pranga olduğunu fark etti sonra. Sorguladı kendini, sorguladı çevresindeki arkadaşlarını, sorguladı ülkesini, sorguladı dünyayı…

19 Mart darbe girişiminin ardından sokağa döküldü gençler, kadınlar, emekçiler, yaşlılar… Yediden yetmişe bir halk ayağa kalktı memleketin dört bir yanında. Ekrem İmamoğlu’na uygulanan hukuksuzluğu, bu sivil darbeyi yüreğinin tam orta yerinde hissettiler. Orada kendi geleceksizliğini gördü gençler. Orada iradelerine el konduğunu gördüler.

Bazen bazı kırılma anları vardır. İşte Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali, gözaltına alınması ve tutuklanması da toplumda bu kırılma anını tetikledi. Mesele çoktan İmamoğlu’nu aştı, mesele memleket meselesi oldu. 19 Mart darbesine karşı halk sokakta direnerek karşı koyuyor.

Herkesin bir isyanı var kendi içinde. Birikmiş, hayal kırıklarıyla dolu buruk bir öfke. Yoksulluk bir yanda, baskılar bir yanda. Halkın beklentilerine yanıt olamayan siyaset ve siyasetçiler diğer yanda… Yüreklerde bir hasret gibi kalan yenilenme ve değişim istemi…

Korku duvarı yıkıldı ve toprağın bağrından fışkırır gibi tomurcuk tomurcuk çiçek olup sokağa aktı halkımız. Gençler, kadınlar ve yediden yetmişe her yaştan, her kesimden insanlar… Özellikle gençler, hem kendilerine hem de tüm topluma yol gösteriyorlar, yol açıyorlar. Değişim istemi kendi yolunu açıyor. Laik ve demokratik bir Türkiye’nin inşa taşlarını, çimentosunu gençler direnişleriyle taşıyorlar yapı yerine. Yeniden inşanın doğum sancısıdır bu.

Tohum toprağa düştü ve umut oldu. Toprağa düşen tohum tomurcuklarını saçtı. Tomurcuklar filize durdu, çiçekler açtı. Binlerce genç binlerce çiçek oldu. Bir sarmaşık gibi yayılıyorlar kenten kente… Ve bu sivil darbeyi püskürtmenin mümkün olduğunu gösteriyorlar.