“Tarihe geçecek bir iddianame daha…”

Cumhuriyet yazarı Aydın Engin, Büyükada’da gözaltına alınan insan hakları aktivistleri davası ile ilgili olarak, “Üç ay geçti. Sonunda İstanbul Başsavcılığı’nın terör ve örgütlü suçlara bakan bölümünden bir savcı iddianamesini yazdı.

Böylece son dönemin tarihe geçecek ve hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacak iddianamelerine bir yenisi daha eklendi” dedi.

Engin’in “Tarihe geçecek bir iddianame daha…” başlığıyla yayımlanan (9 Ekim 2017) yazısı şöyle:

Aşağıdaki isim listesine bir göz atın. Hatta gerek duyuyorsanız not edin.

Özlem Dalkıranİdil Eserİlknur ÜstünPeter Frank SteudtnerAli Ghravi,Nalan ErkemTaner KılıçVeli AcuGünal KurşunNejat TaştanŞeyhmus Özbekli.

Bunlar Uluslararası Af Örgütü, Yurttaşlık Derneği, Mazlum-Der gibi uluslararası ölçekte tanınmış, itibarı çok yüksek insan hakları savunucusu örgütlerin temsilcileri, yöneticileri, üyeleri, aktivistleridir.

5 Temmuz 2017’de İstanbul Büyükada’da bir otel salonunda deney ve bilgi alışverişi yapmak, etkinliklerinde eşgüdüm sağlamak üzere bir “Atelyeçalışması” düzenlediler. Yanılmıyorsam çevirmen olarak aralarına girmiş birinin ihbarı ile oteldeki toplantı salonu polis tarafından basıldı. Polisler salona “Eller yukarı” diye naralar atarak daldılar ve hepsini gözaltına aldılar.

Gözaltını alışıldığı üzere bu işlerle görevli bir sulh ceza mahkemesi yargıcının kararı ile tutuklama izledi.
Ardından AKP medyasında haber kılıfı altında utanç verici iddialar birbirini izledi. Casusluk da vardı, darbe hazırlığı da vardı, Türkiye’yi bölmek isteyen yabancı servislerin ajanlığı da vardı.

Üç ay geçti. Sonunda İstanbul Başsavcılığı’nın terör ve örgütlü suçlara bakan bölümünden bir savcı iddianamesini yazdı.
Böylece son dönemin tarihe geçecek ve hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacak iddianamelerine bir yenisi daha eklendi.
Bu iddianame henüz pek yeni. Tamamı elimde yok. Elime geçince gülerek ve hukuk adına utanarak okuyacağım. Şimdilik medyada bazı bölümleri yayımlandı. Oradan aktarıyorum:
“Şüphelilerin ‘Adalet’ ismiyle isimlendirilen yürüyüşün Gezi Parkı olaylarıbenzeri şiddet içeren ve toplumda kaos oluşturacak olaylara dönüştürülmesinin amaçlandığı açıkça anlaşılmıştır.”
Breh breh breh!..

Savcının “açıkça anlaşılmıştır” dediği iddianın neresinden tutalım?
Kılıçdaroğlu’nun başlattığı ve sürdürdüğü Adalet Yürüyüşü 15 Haziran’da başladı ve 8 Temmuz’da bitti. Ertesi gün de Maltepe mitingi yapıldı…

Yani bu acemi aktivistler çok geç kalmışlar. 5 Temmuz’da toplanmışlar, Adalet Yürüyüşü’nü ülkede kaos yaratacak bir eyleme dönüştereceklermiş. O sırada yürüyüşün son aşamasına gelinmişti. Yani bizimkiler toplanıp, plan yapıp, karar verip harekete geçtiklerinde ne çare ki yürüyüş bitmiş olacaktı.
Acemilik işte.


Yukarıdaki kara mizahı bir yana bırakalım. Kimilerinin adını duyduğum, kimileriyle tanışıklığım olan, içlerinden Özlem Dalkıran’la ise çok, ama çok yakın bir dostluğu olan bir gazeteciyim.

Yaşamı boyunca şiddeti, şiddet içeren mücadele yöntemlerini kesinlikle ve kararlılıkla reddeden, bunu bir yaşam biçimine dönüştüren bir kadından söz ediliyor. Biri bana “Özlem Dalkıran ülkeyi kaosa ve şiddet ortamına sürüklemek üzere planlama yapılan bir toplantı düzenlemiş ve katılmış” derse benden alacağı cevap buraya yazamayacağım kadar okkalı bir küfürdür.

Ağzımı bozmadan söyleyebileceğim ise şu:
Bu gözaltı, tutuklama ve iddianameyle yargılama aşamasına gelen süreç Türkiye’yi dünyaya bir kez daha rezil etmek üzere atılmış bir adımdır.

Bu adımı atanların ceza görmek bir yana sırtlarının sıvanacağını da çok iyi biliyorum.
Hem komik, hem trajik olana gelince…

Özlem Dalkıran da, arkadaşları da yatacakları kadar yatarlar; çıktıktan sonra yine kolları sıvarlar ve Türkiye’yi bu rezilliklerden kurtarmak, onu insan haklarına, hukuka ve adalete saygılı bir ülke haline getirmek üzere çalışmaya kaldıkları yerden devam ederler.

Atacakları ilk adımları saptamak üzere Büyükada’da bir otel salonunda bir “atelye çalışması” düzenlerlerse şaşmayın.