Tanrı Beethoven’in Dostu mu?

Bir kadına âşık oldu. Onun için besteler yaptı. Ama ismini bir kez bile dile getiremedi. Âşık olduğu kadının kim olduğundan kimsenin haberi olmadı. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük müzik insanıydı. Ama sağırdı. Tanrı ona böyle bir yetenek vermişti; yeteneğinin işitme halini ondan esirgemişti. Yaptığı müziği duyamıyor, sadece başkalarının yüzlerinde ve gözlerinde okuyabiliyordu eserini. 

“Dokuzuncu Senfoni”yi ilk kez çaldığında bütün salon ayaÄŸa fırlayarak onu çılgınca alkışlamaya baÅŸlamış. Ama o alkışları duymamış bile. Müzisyenlerden biri onu tutup yönünü seyircilere çevirmiÅŸ. Seyircilerin alkışlarında baÅŸarısını görüp aÄŸlamaya baÅŸlamış. Adeta duygularını taÅŸa gömmüş gibi yaÅŸamış. Beethoven, elli yedi yaşında öldüğünde, duyguları taÅŸa, bedeni topraÄŸa gömülmüş, eserleri yeryüzüne yayılmıştı. Peki, Tanrı onun dostu muydu? Bilen var mı?

Beethoven’in görüntüsü hiçbir zaman gerçeÄŸine uymadı; onun içindeki gerçeÄŸi kimse bilemedi. “Görüntüm gerçeÄŸe uymuyor” demiÅŸti Ahmet Altan bir yazısında. Bu söyleyiÅŸten ben de payıma düşeni alıyorum. Çünkü “görüntüm gerçeÄŸime uymuyor”. Peki benim gerçeÄŸim ne ki; görünen yanım mı yoksa görünür olmayan yanım mı? Her ikisi mi? Her ikisi olamaz, çünkü görünür olmayan yanımda benim bile bilmediÄŸim, nereye vardığını bilmediÄŸim -belki de- çıkmaz sokaklar var. Beethoven’in bile içinde, kendisinin de keÅŸfedemediÄŸi nice dehlizler yok muydu? O nedenle, görüntüm, görünmeyen gerçeÄŸime hiç uymayacak. Bunu söylerken çok matah biri oluÄŸunu ima etmek istemiyorum. Bu herkeste bulunan bir insani durum… 

Oysa en saf hakikatin sırrına ancak zekâyla varılabilirdi (ne kadar varılabilirse tabii)… Beethoven gibi duymayan birinin, dünya ÅŸaheseri eserler üretmesi ancak zekâyla anlaşılabilecek ÅŸeyler kuÅŸkusuz. Bu nedenle en sahici hayranlık, zekâya olan hayranlıktır. Ä°nsana dair fiziki güzellik ya da yakışıklılık, zekânın yanında eprimiÅŸ bir kumaÅŸ parçasından farksızdır. Güzellik, yakışıklılık; bunlar göreceli ve zamanla bozulabilen ÅŸeyler. Oysa zekâdaki pırıltı, gün geçtikçe daha da göz alıcı bir hâl alan ışık gibi… Ondaki “cevheri” bir kez keÅŸfedeni bağımlısı yapan, bir tür uyuÅŸturucu…

Beethoven insanı ÅŸaşırtıyor tabii; bizim ÅŸaşırmamız onun eserlerine olduÄŸu kadar zekâsına da olan hayranlık… Böylesi zekâ ürünü davranış ve tutumlara ÅŸaşırmak ne güzel bir ÅŸey. Ä°nsan ÅŸaşırmak istiyor bazen. Zira -iyiye, güzele- ÅŸaşırmak da bir ihtiyaç. Bir siyasi liderin, bir arkadaşın, sevdiÄŸin kadının ya da adamın muhatabını ÅŸaşırtması hoÅŸ olmaz mı? Hatta tadına doyulmaz bir ÅŸaÅŸkınlık hali ne güzel olurdu. Bu ÅŸaÅŸkınlık Beethoven’den beklenen bir ÅŸaÅŸkınlık deÄŸil tabii; daha mütevazi ve naif ÅŸaÅŸkınlıklar da yaratılabilir diye düşünüyorum. Ama Türkiye gibi bir ülkede biz, iyi ve güzele deÄŸil, daha çok kötüye, olmaması gerekip de olana ÅŸaşırıyoruz. “Ä°yi” bir ÅŸaÅŸkınlık hali, bir lüks… Böylesi bir “lüksü” kendimize layık görmem, benim saflığıma verilir umarım.

DiÄŸer taraftan da sanat eseri gibi bir hayatımız olsun istiyoruz. Sanatın herhangi bir dalını kendine amaç edinmemiÅŸ birinden, hayatı sanata dönüştürmesini beklemek ne büyük gaflet. Gerçi herhangi bir sanat dalının baÅŸarılı bir biçimde icrası, hayatın sanat eserine dönüşmesini garanti etmiyor Beethoven de olduÄŸu gibi. Ama hayatın sanat eserine dönüşmesinin sanat kültürüyle ve saÄŸlam “duyu organları”yla yakından ilgisi var.

Beethoven için sorduÄŸum soruyu kendimiz için de soralım: Tanrı bizim dostumuz mu? Bizi akıl diye bir özellikle buluÅŸturdu ama biz insan soyu, onu mutluluk üretmek için kullanma becerisini pek gösteremedik. Ä°ÅŸte orta yerde, mutluluÄŸu ve mutsuzluÄŸu birbirine borçlu olan insan. Mutluluk ve mutsuzluk aynı bedende ortaya çıkabilen iki insanlık hali. MutluluÄŸa hepimiz varız ama mutsuzluÄŸa asla! Böyle düşünüyoruz ama niçin bu kadar mutsuz bir toplumuz. Tanrı niçin bize dostluk göstermiyor? Niçin hep içimizdeki kötülük tohumları çatlıyor. Ä°yilik tohumlarının çatlamasının, çiçekleriyle birlikte meyve vermesinin önündeki engeller ne, ÅŸu anki sahip olduÄŸumuz akıldan baÅŸka. Beethoven’in kullandığı zekâya ne oldu; o çaresizlikten çare üreten zekâya… 

Galiba, insanlardan zekâ ürünü ÅŸeyler beklerken, tam tersi ÅŸeylerle karşılaşıyoruz. Toplum tüm kirini siyasetçilerinin üzerine boÅŸaltıyor. Siyasetçilerin üzerine boÅŸaltılan “kir”, politik davranış, tutum olarak geri insanlara dönüyor. Türkiye bunun tipik bir örneÄŸi. Siyasetçilerin hırslarına, çıkarlarına, önyargılarına, ezberlerine, düşmanlıklarına aldırmadan bir hayat yaÅŸayabilir miyiz? Böylesi bir ortamda, çocuklarımızı ikna edebilir miyiz; herhangi bir ırkın, milliyetin, cinsiyetin, dinin, ideolojinin çocuÄŸu olmaktan öte, yaÅŸamın, dünyanın, toprağın çocukları olduklarına.

Ah o siyasetçiler; artık onlara söyleyecek tek bir cümlem bile yok. Halkın zekâ yoksunluğu ise insanı deli ediyor. Öğrenmiyorlar, öngöremiyorlar. Onların bu sınırsız cahilliği karşısında şiirin, sanatın, edebiyatın sınırsız dünyasına sığınmaktan başka bir yol yok oysa. Bir toplumun aradığı soruların cevabının sanatta ve edebiyatta olduğunu bilmemesi ne acı. Tanrı bizi siyasetçilerle mi cezalandırıyor diye düşünmeden de edemiyorum.

Beethoven’in hikâyesi gibi deÄŸil ama daha naif ve mütevazı bir hikâyeniz olsun istiyorsanız geleceÄŸe kalacak, belli oranda akıl, yeteri kadar ahlâk ve kararında zekâ gereklidir. Zira saf aklın, saf ahlâkın ve saf zekânın hikâyesi yazılmadı henüz.

 

Sahi Tanrı Beethoven’in dostu mu?

 

Ya bizim…?

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)