Şuna “kaçıyorlar” desek

bir sohbetten  notlar

Bundan birkaç hafta önce digital ortamdaki bir “forumda” hekim göçü başlığı altında süren bir yazılı tartışmaya aşağıda yer alan birkaç cümle ile katılmıştım:

 Fakülte günlerimi de sayarsak eğer 40 senelik hekimim! Soru şudur ne değişti? Yanıtım ise daraltılmış olarak “hiçbir şey” şeklinde olacaktır. Neden “hekim göçü” ya da “gidiyorlar/gitmek” argümanlarının bir retoriğe dönüştürüldüğünü açıkçası merak ediyorum… “Gönüllü sürgünlük” mü; fazla romanesk ve romantik! Ben “kaçmak” yaklaşımının da tartışılması, irdelenmesi taraftarıyım. Örneğin “mücadele etmek yerine kaçmayı tercih ediyorlar” diyemez miyiz? “Gitme” ya da “göçme” nedenleri, kendi kırk senemi düşündüğümde “yeterince” ikna edici gelmiyor!

*

Bir etik sorun!

*

Bu satırlara bekleneceği gibi yazılı ve sözlü olmak üzere çokça eleştiri geldi; eleştiri sahipleri yalnızca göçenler ve göçme taraftarı olanlar ya da göçme hayali kuranlar değildi. (Bundan sonra kaçanlar diyeceğim ya da kaçmayı planlayanlar, kaçmayı düşleyenler!) Aynı zamanda ürettikleri argümanlarla bu durumu meşru kılmaya, haklılaştırmaya çalışan ve bu bağlamda politik bir söylem geliştirmeye çalışan “meslek örgütlerinin” de bu tartışmaya heyecanla katıldıkları görülüyordu.

Yukarıdaki sorumu tekrarlamak ve kaçanların haklılıklarını savunmada kullandıkları argümanları bu soru kapsamında sorgulamak ve tekrar tekrar sormak isterim: ne değişti?

*

Önce akademizm hastalığından muzdarip akademisyenlerin sıkça yaptığı gibi ve fazla uzatmadan bazı “kavramları” kısaca irdelemek gerekir. Örneğin göç ya da göçmek nedir? “Yerleşmek amacıyla kent ülke değiştirmek” diye yazıyor sözlükler çökmek, oturmak, ölmek anlamına da gelen bir sözcük, göçmek… Ben buna “geçmişe reddiye” nin de eklenmesi gerektiğini düşünüyorum.

“Gitmek” mi desek acaba; çok sofistike değil mi? Romanesk bir mağduriyet çağrıştırıyor sanki; eğer bu hissiyata kendimizi kaptırırsak empati bataklığında boğulmamız kaçınılmaz görünüyor; tıpkı bu yaklaşımın devamında gelen “gönüllü sürgünlük” hali gibi. Ne yazık ki hiçbiriniz Çarlık Rusyasının muhalif aydını değilsiniz, kandıramazsınız kimseyi!

 “Göç”; TDK sözlükte şu şekilde tanımlanıyor ve kaçanların durumlarını, kaçma halini savunmalarında kullandıkları tüm argümanlaru sıralıyor: “Ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma…”  Kaçanların ve durumu meşru-haklı kılanların dile getirdiği argümanları bu sözlüğün gerekçelendirdiği üç başlıkta değerlendirebileceğimizi düşünüyorum, soruyu bu üç başlığın altında sorabileceğimi… İlgili kişi ve “sözcülerle” yapılan onlarca söyleşi, demeç önümüzde durmakta…

*

Ekonomik sebepler: “Avrupa’da nerede olursa olsun hekimlik yaparım” diye konuşuyor kaçanlardan biri, diğerlerinden farklı olmayan bir biçimde, gerçekten de nerede olursa olsun hekimlik yapıyorlar; örneğin sınır boylarında. Türkiye’de hiçbir şekilde yapmayacakları gibi…

“İstifayı bastım döndüm… şimdi özel bir poliklinikte yurt dışı işimi tamamlayana kadar botoks yapıyorum.”

Hemen ardından  ekonomik durumlarını dillendirerek  “nerede olursa olsun” söylemlerine destek arayışına giriyorlar. 1979’da Tıp Fakültesine girdim ve 1985 yılında mezun oldum; o yılları ve sonrasını yaşayanlar bilir! 36 yılın ardından emekliye ayrıldım ve bu süreç boyunca maaşım ya da hekimlikten gelirim 600 ile 800 dolar arasında değişip durdu; iyileşir artar gibi olduğunda kriz geliveriyordu ve yeniden başa dönüyorduk… kimse kaçmayı düşünmüyordu. 

“Bu paraya çalışılır mı yav!”

Kuşak farkı dedikleri bu olsa gerek; şimdi karşımızda tüketimin fetiş objelerine saplantılı bir kuşak var ve var olan hekimlik haliyle onlara ulaşamayacaklarını düşünüyor olabilirler. Kaçtıkları ülkelerde aldıkları ücretler bu bağlamdaki olası bekletileri için pek keyif verici olmasa da şimdilik TL’nin önlenemez değer kaybını keyifle izliyor olmaları mümkün! Diğer taraftan bu talebi “daha iyi bir yaşam standardı” hekimlerin/sağlıkçıların hakkıdır diyerek kaçmanın haklılaştırılamayacağını da düşünüyorum. 

“Daha iyi bir yaşamın” –her ne demekse ayrıca- mücadele etmek yerine kolaycılığa verip kaçarak kazanabileceğini umuyorlar.

*

[Ara not 1:  hekimlik her zaman için sınıf atlama haleti ruhiyesini destekleyen, yol açıcı olabileceği düşünülen bir meslek olmuştur!]

Toplumsal meseleler bahsi ise çok katmanlı, şu ekonomik mesele gibi düz değil, karışık biraz sanki! Örneğin “itibarsızlaştırma”. Türkiye kırk yılı aşkın bir süredir, 1980 darbesinden bu yana Pol-Pot’un gıpta edeceği bir şekilde yönetiliyor; yeni değil. American boy faşist Evren darbenin ardından yaptığı ilk konuşmalarında her zaman dinci ve ırkçı faşizmin kalesi olmuş –ve olacak- köylülerin –ve köylülüğün- önüne hekimleri atarken “onları ağaca bağlayın” diyordu. Köy sağlık ocaklarında çalışmaya mâhkum edilen hekimler muhtarların ve ilçe parti başkanlarının seçim malzemesi oldu yıllar yıllar boyu…vesaire…

Özetle şu meşhur bahane, “itibar” yitimi yeni bir şey değildir ve kaçmanın nedeni olamaz ve mücadele etmek gerekir. Mücadele için başlangıç noktasını ise bu itibar yitiminde hekimin sorumluluğu ile yüzleşme oluşturabilir. 

*

[Ara not 2: Türkiye’de hekimlerin siyasi yönelimleri ile ilgili kapsayıcı ve ikna edici sosyolojik bir çalışma bulunmamaktadır.]

*

 Konumuz özelinde daha önemlisi, yani bugün için belki daha önemli olan şudur: kaçanların ideolojik yapısı, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik durumlarıyla ilgili bir çalışma da mevcut değildir. Hiç kuşku yok ki otuz kırk yıl öncesinin ekibi ve ekipmanları ve otuzlu yılların haleti ruhiyesi ile

(bir anekdot: -gençler nerede

 –onlar kaçtı!)

varoluşunu sürdürebilme çabası içindeki meslek örgütlerinin de durumu olumsuzun olumlanması üzerinden kendi lehine çevirmeye, politik muhalif haline bu kanaldan da katkı sağlamaya çalışması anlaşılabilir; ne var ki onların elinde de böyle bir bilgi yok, kaldı ki buna ait bir gereksinim de dillendirilmiyor.

*

[Ara not 3: Hekimler kültürel faaliyetlere herhangi bir şekilde katılma konusunda son derece isteksiz ve gönülsüz. Yoklar. Bahaneleri çok; gerçekçi değil. Hayalleri meslekte –bilimde!- yükselmek… modeli düzenli aralıklarla yenilenen araba ya da fetiş objeler… şehir hayhuyundan uzakta, sınıfsal konumlarını daha iyi duyumlayabilecekleri semtlerde yaşayabilmek… itirazlar hemen gelmeye başladı duyar gibiyim; ama bu itirazlara biricik yanıtım “istisnalar kaideyi doğrulamak için vardırlar” şeklindedir. 

Bir ateist olarak onlar için bir duam; “dilerim kaçtığınız ülkelerde tüm hayalleriniz gerçekleşir.”]

*

Daha az olmakla birlikte dile getirdikleri diğer argüman “ülkemizde bilime değer verilmemesi, bilimsel araştırmanın zor olması” vs. Kaçanların gittikleri yerlerde yapacakları bilimsel çalışmaları merakla –ve boşuna- bekleyeceğim.

*

Genç bir hekim “liyakata önem verilmediğini” söylüyor; liyakat (!) o da ne? Yanıt vereyim: liyakat ülkemizde bilgi ve birikimden ilgisiz ve bağımsız olarak otoriteye yakınlıkla nicelendirilen bir ölçü birimidir ve o da tıpkı dillendirilen diğer bahaneler gibi yeni değil çok çok eskilerden beri devam eden bir sorundur. Genç hekimlerimiz bunu yeni fark ediyorlarsa bu onların sorunudur ve hatta onların ülke tarihi ve sosyolojisine yönelik cehaletlerini gösterir. Ülkede gerek akademik gerekse bürokratik alanda yükselebilmenin biricik yolu bu ilişkidir.

Network… belki böyle daha iyi anlaşılabilir… bolca omertası olan soft mafyöz ve mason ruhlu bir ilişki…)

 Yeni bir sorun olmadığını tekrarlayayım. Onlarca yıl kültür, bilgi yoksunu soysuz burjuvazinin, ulusalcı-ırkçı faşistlerin ve masonik ilişkilerin sınırlarını belirlediği liyakat mevzuu  ile şimdi dinci-ırkçı faşistler yakından ilgileniyor; şikayet edilen yoksa oradaki zemin kayması, zemin/güç kaybı mı. Bizim için hiçbir değişiklik yok, sonuç itibariyle…

“TUS hakkaniyetli” mi diyorsunuz, hadi canım oradan!

*  

Bir hekim “böyle olacağını bilseydim tıp fakültesini hiç seçmezdim” diye röportaj vermiş ve eklemiş “nerede olursa olsun orada çalışabilirmiş.” Neden açıklayamıyor; yegane kaçma nedeni, böyle tanımladığı çaresizliği.

Bir başka hekim “artık dünya vatandaşıyız neden bunun adı kaçmak olsun” diye yanıtlıyor, itiraz ediyor ve soruyor, “ülkeyi ben mi kurtaracağım, neden mücadele edeyim?” 

Bir başkası “hayallerimi gerçekleştirebilmem için benim tercihim bu” diyor, son söz olarak. Çoğuna yanıt veremiyorum; işte bu da “kuşak farkı” olmalı…

*

12 Eylül faşizminin “mecburi hizmet yasası” ile adamı olmayan binlerce hekim Anadolu’nun muhtelif yerlerinde elektriği, suyu, yolu olmayan köylerdeki yıkık dökük sağlık ocaklarında çalışmaya zorlandı; oralarda var olabilme çabası içindeki binlercemizin hayalleri yok olup gitti. Meslekten ayrılanlar olmakla birlikte “kaçan” yoktu aramızda. Hele böylesine bir kitlesel göç hali… kuşkusuz meslek tarihine “utanç verici” olarak geçerdi; işte kuşak farkı!

*  

Sağlıkta şiddet ! Vasatlığı ve niteliksizliği yaşam biçimi bellemiş ve bu bağlamda her geçen an daha geriye, daha kötüsüne gitmekten yüksünmeyen insanlar topluluğunun halkı tanımladığı ortamlarda her yerde olduğu gibi şiddet ya da sağlıkta biçimlenen şiddetin kaçınılmazlığı ortadadır. Mücadele etmek yerine kaçmayı haklılaştırmadığını düşünüyorum. 

(Kaçıyorlar desek kaçanlar hakkında daha doğru bir yoruma ulaşmak mümkün olmakla birlikte kuşkusuz politik doğruculuktan ödün vermeyen geleneksel solun pragmatik kurgusuna bu yaklaşımı implante etmek de oldukça zor.)

*

Sözlükte yer alan üçüncü başlığı gelirsek, şu “siyasal nedenler” denen şeye… Ne yazık ki “kaçmak” durumunun böyle bir gerekçesi yok! Ne yazık ki yok…

*

Sözlükte; Kaçmak:tehlike altında bulunduğunu ya da var olamayacağını düşündüğü ortamdan hızlıca uzaklaşmak, hızla koşup bir yere saklanmak, firar etmek, habersizce bulunduğu yerden ayrılmak, kendini göstermemek…   Sıvışmak: Haber vermeden sessizce ayrılmak…