8 Mart 1857 ABD/New York
Tamamı kadınlardan oluşan 40 bin dokuma işçisi. 16 saatlik ağır çalışma koşullarının düzeltilmesi ve ücretlerde artış talebiyle direnişe ve greve başladı. O zamana kadar böylesi büyük, kitlesel ve örgütlü bir direnişi karşılarında görmeyen dokuma sanayinin patronları hem şaşırmış hem de karşılarına çıkan kadınlara öfkelenmişlerdi.
Henüz seçme ve seçilme hakkı bile olmayan, resmen olmasa da köle statüsünde yaşayan, söz hakkı olmayan kadınların bu kadar büyük bir kitle ile, kararlı şekilde direnmelerini ve greve gitmelerini hiç kimse beklemiyordu.
Bu şaşkınlık ve öfke kendisini şiddet olarak göstermekte gecikmedi. New York polisi tüm gücüyle grevdeki kadınlara saldırdı. Erkeklerle kadınlar ilk defa bu şekilde karşı karşıya gelmişti. Bu sadece basit bir grev değildi. Sadece hak aramak, ağır iş koşullarının ve çok düşük olan ücretlerin düzenlenmesi talebi de değildi.
Bu bir kadın başkaldırısı, kadın isyanıydı.
Gerek patronlar gerekse New York yetkilileri ve polis olayı bu açıdan değerlendirdikleri için grevdeki kadınlara uygulanan şiddet de çok büyük ve acımasız oldu.
Uygulanan şiddet sonucu geri çekilen kadınlar fabrikalarına sığınmak zorunda kaldı. Grevi bastırmaya çalışan polis, fabrika yönetiminin de fabrika kapılarını kilitleyerek grevci kadınları fabrika içerisinde mahsur durumda bıraktı. Grevci kadınlar ve polis çatışmasında, fabrikada, nasıl olduğu bilinmeyen, kasıtlı/bilerek çıkarıldığı kuşkusu her zaman var olan yangın başladı.
Kadınlar, kapılar kilitlendiği için içeride mahsur kalmıştı. Yangın her geçen dakika büyüyor, tüm fabrikayı sarıyordu. İtfaiye geç kalmıştı.
Yangın söndürülene kadar fabrikada mahsur kalan kadınlardan 129 u yaşamını yitirdi. Yüzlercesi yaralandı.
Bu olay ABD basınında hemen hemen hiç yer almadı. Yerel yönetimin, fabrika patronlarının ve polisin kadınlara uyguladığı şiddet ve vahşet gizlenmeye ve üzeri örtülmeye çalışıldı. Gerek yangın gerekse ölen/öldürülen kadınlarla ilgili olarak hiç kimse yargılanmadı ve ceza almadı. Gizleme ve üzeri örtülme çabalarına rağmen ertesi gün 100 binin üzerinde kadın cenaze törenine katıldı.
Kadınların tarihi direnişi asla unutulmadı. 1910 da gerçekleştirilen 2. Enternasyonal’e bağlı sosyalist kadınlar konferansında, sosyalist önderlerden Clara Zetkin tarafından “kadınlar için bir mücadele günü” belirlenmesi teklifi kabul edildi. Birçok yerde yıllarca Şubat ayı içerisinde kutlanan Kadınların mücadele ve dayanışma gününün, 1921 de Moskova’da yapılan 3. Dünya kadınlar konferansında, dünyanın her yerinde aynı gün, 8 Mart’ta kutlanması kararı alındı.
BM ise ancak 1977 yılında 8 Mart’ın Dünya Kadınlar günü olarak anılması kararı aldı. Bu karar alınırken ne 1857 yılındaki unutulmaz kadın direnişinden bahsedildi ne de bu günün “Dünya emekçi kadınlarının mücadele günü” olduğundan bahsedildi.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınların mücadele günü, Türkiye’de ilk defa ve düzenli olarak 1975 de kurulan İlerici kadınlar derneği tarafından gündemleştirildi ve yaygınlaştırıldı.
8 Mart’ın kısa tarihçesi içinde binlerce acı yatar. Yüzlerce kadın önderin öldürülmesi, baskı ve şiddetin azgın bir şekilde kadınlar üzerinde uygulanması, seçme ve seçilme hakkının bile çok uzun yıllar sonra alınabilmesi, kadınların çok zorlu bir yolda yürüdüğünün ispatı gibidir.
8 Mart’ın “Dünya emekçi kadınlarının mücadele günü” olarak kabulü ve kutlanması kadın sorununun bittiği anlamını taşımıyor. 1 Mayıs’ın “İşçilerin dayanışma ve mücadele günü” olmasına rağmen işçi sorunlarının bitmemesi gibi.
Köleci topluma geçişle birlikte başlar kadın sorunu. Köleci toplum öncesi “soyun” kadın tarafından belirleniyor olması, köleci toplumla birlikte erkeğin eline geçmiş, soyun belirlenebilmesi amacıyla sadece kadınların uyması için tek eşli evlilik zorunluluğu getirilmiş, böylece erkeğin soyu ve geleceği güvence altına alınmıştır!
Özellikle “soyun” erkek egemenliğine alınma işleminde kadınlar köleleştirildi. Söz hakkı ellerinden alındı. Sadece soyun erkek adına devamını sağlayacak bir araç haline getirildi. Böylece hem toplumda soyu belli olan “soylular sınıfı” ortaya çıktı hem de kadınlar, bu dar alanda tüm neden ve etmenlerini sayamayacağımız birçok belirleyenin sonuçlarıyla, köleci toplum öncesi statülerini kaybetmiş ve köle haline gelmiş/getirilmiş oldular.
Köleci toplumla birlikte kadınların köleleştirilmesiyle, toplumsal statülerinde zaman zaman iyileşmeler görünse de üzerlerine giydirilen sevimli “köle” elbisesi bir türlü çıkmadı/çıkarılamadı, çıkarılması erkek egemen anlayış tarafından engellendi.
“Cennet anaların ayakları altındadır” ifadesiyle annelik kutsallaştırılarak kadınların bu köleliği zevkle taşıması sağlandı yıllarca. Dinler bu köleliği destekledi. Tamamı erkek peygamberler tarafından dünyaya sunulan dinlerde Kadınlar, çocuk doğuran, ev işlerinden ve erkeğin zevklerini tatminden sorumlu, söz hakkı olmayan ikinci sınıf insan olarak belirlendi.
Özellikle günümüzde din adamlarının konuşmalarına ve yetkili dini makamların fetvalarına baktığımızda ilk sırayı alan cinsellik içerisindeki kadının toplumsal yerinin olmadığını görürüz.
Kadınların sorunu sadece çalışma hayatında değil, tüm yaşamın içerisindedir. Başta cinsi ve yaşamın kendisine bağlı olması nedeniyle yaşar sorunlarını.
Din maskesi altındaki erkek egemen yönetimin her alandaki aşırılıkları kadın sorununa da yansımış, tecavüz, şiddet ve öldürme olayları her yıl artarak devam etmiş, sorumluları usulen yargılanıp salınmış, kadına şiddet, kadın öldürme ve tecavüz adeta teşvik edilmişti.
Hak arama mücadelelerinde en ön sıraları dolduran kadınların kendi haklarını da bir gün mutlaka erkeklerin ellerinden söke söke alacaklarından eminim. Haklarını almak için erkeklerin desteklerine ihtiyaçları da yoktur.
Kadınların geçmişte ellerinden erkekler tarafından alınan toplumsal statülerini yeniden ele almaları için destek olmaya çalışan erkeklerin yapması gereken tek eylem, “Köstek” olmamaktır.
- Af mı yoksa Ekmek mi? - 30 Eylül 2018
- Sudan Sebepler - 17 Eylül 2018
- O günleri de göreceğiz… - 8 Eylül 2018