İçine doğduğumuz kültür bir anlamda kendi dilsel kalıpları ile bizi esir almıştır. Sözgelimi; “Açtırma kutuyu söyletme kötüyü” atasözü gibi. Kutu, sandık ve sepet gibi kavramlar çağımızdaysa renkli bir ekranın arkasında hayatımızı yönetmeye, yönlendirmeye devam ediyor.
İlginç olan şeyse insanların kutu kavramına yüklediği olumsuz anlamdır. Ne yazık ki yüzyıllar boyunca eril dil bu anlamı sözlü kültür aracılığı ile kadınları aşağılamak için kullanmıştır. Çağımızda da değişen bir şey olmamış ve kadın bu cam ekranın arkasına hapsedilmiş cinsiyetçi bir kimlikle aşağılanıp cinsel obje, itaatkâr kadın olarak sunulmuştur.
Antik çağda Pandora’nın kutusuna doldurulup gönderilen kötülükler nasıl ceza olarak gönderilmişse o günden bu yana kadına bakışta da çok fazla bir değişiklik olmamıştır. Özellikle de dil kalıpları asla değişmiyor. Etrafımdaki birçok kadın arkadaşımın bile bu dil kalıplarının verdiği örtük mesajı bilmeden kullanmalarına şahit oluyorum. Sanki eril dilin kullandığı bu kalıplar yetmezmiş gibi bir de kadınların aynı dil kalıbını kendilerine hakaret etmek için kullanması trajikomik bir hal alıyor.
Bugün kadın ve silahın birbirini çağrıştırması da ilkel anlamda silah üreticisi Hepahistos’a gönderilen Pandora ve elindeki kutu da saklıdır. Silah ve Kutunun içindeki kötülükler de her çağın laneti olmaya devam etmiştir.
Ülkemizde ve dünyada modern kutu olan televizyon işlevini korumaya ve herkesi bağımlı kılmaya özellikle kadın ve çocukları zehirlemeye devam ediyor. İşin ilginç tarafı ise kiminle konuşsam televizyon seyretmediğini söylüyor. -Televizyon seyretmediklerine göre okuyor olmalılar- Televizyon açmıyorum diyebilirsiniz ama hepinizin evinde televizyon var. Hele şu duvarı kaplayan sinema perdesi gibi ekranı olan televizyonlarda sadece film ve belgesel seyretmiyorsunuzdur sanırım.
Sürekli savaş tehditleri ekonomik yıkım, yoksulluk, işsizlik insanın ruhunu tarumar ediyor. Haber programlarında kendini uzman gören kişilerin tartışmalarıysa insanı canından bezdiriyor. Hiç mi ortak paydanız olmaz, hiç mi beyaza beyaz, siyaha siyah demeyeceksiniz? Bu nasıl bir kutuplaşmadır? Bu nasıl bir siyasal körlüktür?
Çal, çırp, kısa yoldan köşe dön. Mafya güzellemeleri ve sınırsız şiddet dizi filmlerin ana teması. Dizi filmlerdeki kahramanlar kadın, erkek hatta çocukların elinde silah dehşet saçıyorlar. Bu nesnel gerçekliğe göre kişisel silahlanma gerçekleşmiş Türkiye’de.
O yere göğe koyamadıkları “kutsal aile” senaryolarında neyi hedeflediklerini bilmiyorum ama gördüğüm kadarıyla evlilik kurumunun dibe vurduğunu söyleyebilirim. Gerçi vursun umrumda bile değil ama canımı sıkan kadınlara yüklenen misyon. Gelin, kaynana kavgaları kaldı mı bilmiyorum ama dizilere bakılırsa gelin ve kaynanalar neredeyse birbirini boğazlıyor. Sürekli birbirlerini dikizlemeler, laf sokuşturmalar, kıskançlıklar, tehditler ve kadınların fettanlığını, şirretliğini gözler önüne seriyor. Şirret kadın kahramanlar gerçekten dehşet saçıyorlar. (İnsan kendinden şüpheye düşüyor. Ben yoksa kadın değil miyim sorusuyla cebelleşiyor.)
Bu tartışmalar yatak odasında da devam ediyor. “Kadın istediğini yatak odasında alır” anlayışı karşımıza çıkıyor; Kadın istediğini elde edemeyince hemen sırtını dönüyor erkeğine, gözünü aralayıp bekliyor ki gelip yalvarsın. Erkek geliyor tabii bu defa da kadın car car konuşuyor, erkek anası ve karısı arasına sıkışmış çıkış yolu bulamıyor. Bu nasıl aşk? Bu nasıl sevgi anlayışı gerçekten içinden çıkmak için epeyce kafa yormak gerekiyor.
Güya çocuklara, gençlere çok önem veriyoruz ya çocukların, gençlerin durumu da içler acısı.
Şımarık, madde bağımlısı, sürekli entrika peşinde koşan, cinsel bunalımlar yaşayan, sorumsuz, geçimsiz anne ve babaların elinde heba olan gençlik.
Sonuç olarak bu tablo kadın kurumlarını ilgilendirmiyor mu? Kadının bu kadar aşağılanmasına seyirci mi kalacaklar?
- Yazar Takdir bekler mi? - 14 Ağustos 2024
- Kör İnanç ve Terör - 4 Ekim 2023
- Z Kuşağı ve Deprem! - 9 Şubat 2023