Avrupa Birliği kapıları, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için her geçen gün biraz daha aralanmaz bir duvara dönüşüyor. Seyahat özgürlüğü bir yana, uluslararası alanda var olabilmenin temel koşullarından biri olan vize kolaylığı, Türk pasaportu için adeta bir hayal haline geldi. Ekonomist İnan Mutlu’nun X platformunda paylaştığı 2024 yılı Schengen vizesi verileri, bu acı gerçeği bir kez daha yüzümüze çarpıyor: Türkiye’den yapılan başvuruların reddedilme oranı %14,5’e fırlamış durumda. Bu utanç verici oranla, Cezayir’in hemen ardından ikinci sıraya demirlemiş bulunuyoruz. Peki, bu durum sadece teknik bir aksaklık mı, yoksa çok daha derin ve yapısal sorunların bir yansıması mı?
Görünen o ki, sorun basit bir evrak eksikliğinin çok ötesinde. Tam tekmil dosyalara rağmen art arda gelen ret kararları, Türkiye’ye ve dolayısıyla vatandaşlarına yönelik kemikleşmiş bir güvensizlik algısının en net göstergesi. Bu güvensizlik, ne yazık ki sadece mevcut hükümetin politikalarına endeksli değil; doğrudan doğruya Türkiye insanının uluslararası arenadaki algılanışını da olumsuz etkiliyor. Özellikle son yıllarda, iç politikada bir araç olarak kullanılan ve Avrupa medyasında geniş yankı bulan Suriyeli ve Afgan sığınmacılara yönelik kontrolsüz vatandaşlık dağıtımı, Batı’nın gözünde Türkiye pasaportunun itibarını yerle bir etmişe benziyor. Her bir Türkiye pasaportu sahibi, potansiyel bir şüphe objesine dönüşüyor.
Artık Batı’da hatırı sayılır bir kesimin, eğitim, iş veya turizm amacıyla Avrupa kapısını çalan nitelikli Türk vatandaşlarını dahi “potansiyel mülteci” kategorisinde değerlendirdiği bir sır değil. Nitekim, Avrupa ülkelerine, özellikle de Almanya’ya yapılan iltica başvurularında Suriyelilerin ardından Türkiyelilerin ikinci sırada yer alması, bu kaygıları derinleştirmekte ve vize süreçlerindeki genel güvensizliği pekiştirmektedir. Hal böyle olunca, öğrenciler, akademisyenler, sanatçılar, iş insanları ve tatilciler gibi aslında Avrupa’ya farklı amaçlarla gitmek isteyen geniş bir kesim de bu genellemenin kurbanı olmakta, içerideki keyfi politikaların ve öngörülemezliğin faturasını, uluslararası alanda “risk unsuru” damgası yiyerek ödemektedir.
Bu vahim tabloyu sadece Avrupa’nın “çifte standardı” veya dış mihrakların oyunlarıyla açıklamak, gerçeklerden kaçmak olur. Türkiye’nin uluslararası alanda yaşadığı bu itibar erozyonu, aynı zamanda içerideki yönetim anlayışının, hukuksuzluğun ve keyfiliğin kaçınılmaz bir sonucudur. Kendi vatandaşına karşı ayrımcı politikalar uygulayan, temel hak ve özgürlükleri askıya alan, adaleti ve liyakati rafa kaldıran bir siyasi aklın, uluslararası platformlarda vatandaşlarının haklarını etkin bir şekilde savunabilmesi ve saygınlık talep edebilmesi mümkün müdür? Elbette hayır. Sonuç: Değeri her geçen gün düşen, uluslararası dolaşımda neredeyse “istenmeyen adam” muamelesi gören bir Türkiye Cumhuriyeti pasaportu.
Schengen vizesi başvurularında karşılaşılan bu kitlesel ret dalgası, aslında Türkiye’nin iç ve dış politikadaki genel konumlanışına dair de acı bir gerçeği fısıldıyor: Avrupa, Türkiye’yi artık güvenilir bir “stratejik ortak” olarak değil, her an yeni bir kriz üretebilecek “potansiyel bir sorun kaynağı” olarak görüyor. Bu algı değişikliği, sadece diplomatik koridorlarda değil, en çok da hayalleri ve gelecek planları bu “Schengen duvarına” çarpan gençlerin, öğrencilerin ve dünyayla bağ kurmak isteyen her kesimden insanın hayatında derin yaralar açıyor.
- SETA Raporunun Uluslararası Medya Üzerindeki Etkileri: Fişleme, Baskı ve Diplomatik Krizler - 15 Haziran 2025
- İran-İsrail Savaşı Derinleşiyor: Hayfa’ya Füze Yağdı, Tahran’da Patlamalar, Dünya Endişeli - 15 Haziran 2025
- Mahfi Eğilmez’den Eğitim Sistemine Eleştiri: “Çocuklar Öğreniyor Ama Yaratamıyor” - 14 Haziran 2025