Savunulamayan İktidar ve Ekrandan Kaçış

Son günlerde iktidara yakın medyada yaşanan “ekran izni” tartışması, yüzeyde bir iletişim stratejisi meselesi gibi sunulsa da, derininde çok daha ciddi bir kırılmayı ele veriyor: AKP’yi savunmanın giderek ağırlaşan siyasal ve toplumsal maliyeti.

Uzun süredir iktidarın politikalarını televizyon ekranlarında savunma görevini üstlenen gazeteciler, artık bu rolün taşınamaz hale geldiğini açıkça itiraf etmeye başladı. Ahmet Hakan’ın “AK Parti’yi gazeteciler değil, milletvekilleri savunmalıdır” çıkışı ya da Hande Fırat’ın “vekâlet yayınları yapıyoruz” itirafı, bir özeleştiriden çok, sorumluluğun el değiştirmesi çağrısıdır. Bu çağrı, aynı zamanda bir kaçış ilanıdır.

Gazetecilikten Siyasi Kalkanlığa

AKP iktidarı boyunca iktidara yakın gazeteciler yalnızca haber aktarmadı; çoğu zaman politikaların gerekçesini üretti, eleştirileri savuşturdu, krizi normalize etti. Ekonomik yıkımın, gelir adaletsizliğinin, işsizliğin ve toplumsal hoşnutsuzluğun derinleştiği her dönemde, ekranlarda “sabır”, “küresel koşullar”, “dış güçler” anlatısı devreye sokuldu.

Ancak bugün gelinen noktada bu anlatının alıcısı kalmadı. Hayat pahalılığı doğrudan sofraya, kiraya, faturalara çarptıkça; yoksulluk soyut bir istatistik olmaktan çıkıp gündelik deneyime dönüştükçe, ekran savunusu da inandırıcılığını yitirdi. İşte tam bu noktada, iktidar yanlısı gazeteciler, halkın biriken tepkisinin doğrudan muhatabı olmaktan kaçınmaya başladı.

Savunmanın Maliyeti Artınca

Bu kaçışın temel nedeni açık: Mevcut ekonomik ve siyasi tabloyu savunmak artık yalnızca zor değil, aynı zamanda kişisel ve mesleki bir risk. Ekrana çıkan her isim, iktidarla birlikte anılıyor; halkın öfkesi, sosyal medyada ve gündelik hayatta doğrudan bu isimlere yöneliyor. İktidarın yükü ağırlaştıkça, bu yükü taşıyan “aracı figürler” de geri çekiliyor.

Bu nedenle, “AKP kadroları sahaya insin” çağrısı bir demokratikleşme talebi değil; tam tersine, sorumluluğu iade etme girişimi. Yani gazeteciler diyor ki: Bu politikaların sahibi biz değiliz; savunacak olan da biz olmamalıyız.

AKP’nin Sessizliği ve Çelişkisi

AKP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Acar’ın açıklaması, bu gerçeği örtme çabasından ibaret. “Zaten aktifiz”, “milli duruş” gibi ifadeler, tartışmanın özünü ıskalıyor. Çünkü sorun, AKP’li vekillerin ekrana çıkıp çıkmaması değil; savunulacak bir hikâyenin kalıp kalmadığı.

Bugün AKP kadrolarının da ekranlara çıkmakta isteksiz olduğu biliniyor. Çünkü yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik ve hukuksuzluk karşısında verilecek cevaplar sınırlı; hatta çoğu zaman yok. Bu nedenle, gazetecilerden boşalan alanın AKP kadrolarıyla dolup dolmayacağı da belirsiz.

Bir Dönemin Sonu

Yaşananlar, Türkiye’de iktidar–medya ilişkisinde bir dönemin sonuna işaret ediyor. Uzun yıllar boyunca “gazeteci eliyle siyaset” yürütüldü. Bugün ise bu model çökmeye başladı. Savunulamayan iktidar, önce argümanlarını, sonra sözcülerini kaybediyor.

İktidara yakın gazetecilerin ekrandan kaçışı, muhalefetin gücünden değil; iktidarın kendi yarattığı ekonomik ve toplumsal enkazdan kaynaklanıyor. Ve bu kaçış, belki de en dürüst itiraftır: AKP artık yalnızca eleştirilemiyor değil, savunulamıyor.