“Yeni yıl”, ülkemizde seküler yapıdaki toplumun bir kesiminin, üzerinde “ahkâm kestiği” bitmez tükenmez konulardan birisidir. Oysa, Hristiyan dünyasının, Hz. İsa’nın doğumuna atfen, yılın sonunda 24-25 Aralık’ta kutladığı “Noel” (dinsel bayram) ile Miladî takvime göre doğal bir döngüyü simgeleyen Aralık ayının son gecesindeki “yeni yıl” kutlamaları farklıdır. Bu kutlamaların, Orta Asya’dan Balkanlara dek uzanan geniş bir coğrafyada, Türkler ve diğer halklar tarafından her yıl 21 Mart’ta kutlanan “Nevruz” bayramından – Ergenekon’dan çıkış efsanesi ayrı tutulacak olursa – bir farkı yoktur. Çünkü Nevruz da bir bakıma yeni bir yılın başlangıcını işaret eden geleneksel bir kutlamadır.
Söz konusu yeni yıl kutlamalarının biçimsel yönü kişiseldir. Bu nedenle kişiler, kutlar veya kutlamaz, ya da nasıl kutlarsa kutlar! Ancak “yeni yıl” bizlere önce kişisel olarak, geride bırakılan yılın içtenlikli bir muhasebesini yapma, varsa hatalardan ders çıkarma, sürdürülen yakın veya uzak ilişkileri gözden geçirme ve böylece yeni yılda daha doğru ve bilinçli adımlar atma fırsatını da verir. Ayrıca insan, içinde yaşadığı toplumun bir parçası, diğer bir deyişle “toplumsal bir varlık” olduğuna göre; anılan muhasebenin toplum açısından da yapılması gerekir.
O halde, kendi toplumumuz açısından bir muhasebe yapacak olursak; gördüğümüz, tam anlamıyla bir çöküştür! 1980’lerde başlayan ve son yirmi üç yıldır, özellikle de “tek adam rejimi”nin (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) yasallık kazandırıldığı 9 Temmuz 2018’den beri siyasal, toplumsal, sosyal, ahlakî ve iktisadî alanlarda giderek ivme kazanan bir çöküş, utanılası bir değerler yozlaşması ve Türk toplumuna hiç yakışmayan genel bir çürümenin varlığı yadsınamaz! Çünkü pek çok can sıkıcı konu ve olay, neredeyse tek bir günün gündemini oluşturmaya başlamış bulunuyor!
Örneğin, 13-15 yaşlarındaki sokak çeteleri; sınıfta, el- kol hareketleri ile öğretmenlerini aşağılayan lise öğrencileri; müdüre okul bahçesinde tüfekle ateş açabilen 12 yaşındaki ortaokul öğrencisi; babaannesini bıçaklıyarak öldüren 16 yaşındaki torun; İstanbul Erkek Lisesi’nde kız arkadaşlarına yönelik taciz listeleri hazırlayan erkek öğrenciler; öğrencilerine tacizde bulunan kimi sapkın, sözde öğretmenler; öteye beriye gitmeye gerek yok, Gazi Meclis çatısı altında bile stajyer öğrencileri taciz eden meclis çalışanları; hemen her gün sokaklarda ve evlerde işlenen kadın cinayetleri; uyuşturucu bataklığına düşen çocuklar, gençler ve çaresiz aileleri; zimmetine para geçiren Merkez Bankası Başkan Yardımcısı; adliye emanetini boşlatan emanetçi memur… vb. Peki, uzayıp giden bu sarsıcı olaylar zinciri anılanlarla sınırlı mı? Değil kuşkusuz!
Yukarıda değinilebilen kimi yıkımlara; artık kalıcılaşan ve çocuklara devredilen yoksulluk; kayıt dondurmak için yoksulluk belgesi almak durumunda kalan üniversite öğrencileri; açlık sınırının altındaki bir asgari ücretle geçinmeye itilen milyonlar; insanca yaşamak için yollara düşen işçiler; kira ödeyemediği için otobüs terminallerinde konaklayan emekliler; vergideki adaletsizlik; haksız-hukuksuz güdümlü yargılamalardan ötürü kanayan bireysel ve toplumsal vicdan; can, mal, gelecek ve gıda güvensizliği; gülmeyen, mutsuz ve öfkeli milyonlarca yurt insanı vb. eklendiğinde ÇÖKÜŞÜN fotoğrafı daha da netleşmektedir! 86 milyonluk bir ülkede elbette bu fotoğraf karesinin dışında yaşayan, kimileri duyarlı bir kitle olduğu gibi, çıkarcı ve olup bitenlere karşı bütünüyle duyarsız kalan azımsanamayacak bir kitle de var!
Ülke, kolundaki 9 milyonluk saati ile statü yükselttiğini sanan, vurdukları fırça darbeleri ile çöküş fotoğrafını daha da koyulaştıran, dahası yarattıkları kendi eserlerinden utanmak yerine, gurur duyduklarını söyleyen yönetici elitlerden kurtulmadıkça, bu çöküş fotoğrafına daha çok bakılacak gibi görünüyor!
Yurdumuz açısından yıla özgü seçtğimiz sözcüğün, “tımarhane” olduğu 2025’i geride bırakmaktayız. Zor zamanların yol göstericisi Mustafa Kemal Atatürk’ün; “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim” sözünü yineliyor, resmetmeye çalıştığımız söz konusu bu çöküş fotoğrafından rahatsız olan ve direnen tüm yurtseverlere, dost, arkadaş ve yakınlarıma umutların pekişeceği, bireysel ve toplumsal esenliğe hep birlikte kavuşacağımız mutlu bir “yeni yıl” diliyorum.
- Çöküşün altında ezilen bir yıl! - 31 Aralık 2025
- 2024 Yılı: Umut ve Karanlık Arasında - 30 Aralık 2024
- Lozan’a Ömür Biçen Bilgiçler Utandı mı Acaba? - 23 Temmuz 2024
















