Yüksek Seçim Kurulu (YSK), yalnızca sandıkların kurulmasından ve oyların sayılmasından sorumlu teknik bir organ değildir. YSK, bir ülkede seçimlerin meşruiyet zeminini belirleyen en kritik anayasal kurumlardan biridir. Bu nedenle YSK’daki her başkanlık seçimi, hukuki olduğu kadar siyasal bir anlam da taşır. Bugün gelinen noktada ise tartışma, bir isim yarışının çok ötesine geçmiş durumda.
Gazeteci Nuray Babacan’ın aktardığı kulis bilgileri, bu gerçeği bir kez daha gözler önüne seriyor. Ocak ayında Yargıtay ve Danıştay’dan seçilecek altı yeni üye ile YSK’nın yarıdan fazlası yenilenecek. Başkanlık için üç ismin öne çıktığı konuşuluyor: Serdar Mutta, Talip Bakır ve Celal Albay. Ancak kulislerde konuşulan asıl mesele, bu isimlerden hangisinin liyakatli ya da deneyimli olduğu değil; nihai kararın nerede verileceği.
Kulis Var, Karar Saray’da
Babacan’ın altını çizdiği en kritik nokta şu: AKP’li siyasetçiler üzerinden yürütülen yoğun kulis faaliyetlerine rağmen, herkes son sözün Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan çıkacağını biliyor. Bu bilgi, yalnızca bir kulis dedikodusu değil; Türkiye’de kuvvetler ayrılığının nasıl işlediğine dair çarpıcı bir itiraf niteliğinde.
YSK Başkanı, kağıt üzerinde YSK üyeleri arasından seçiliyor. Ancak fiiliyatta, Saray’ın onayından geçmeyen bir ismin bu koltuğa oturmasının neredeyse imkânsız olduğu konuşuluyor. Bu durum, “seçimi yönetecek kurulu kim seçiyor?” sorusunu kaçınılmaz kılıyor.
Hakem Aynı Zamanda Oyuncuysa
Asıl çelişki tam da burada başlıyor. Cumhurbaşkanı, aynı zamanda bir siyasi partinin genel başkanı. Önümüzdeki seçimlerde yarışacak olan iktidar partisinin lideri. Ve yine konuşulanlara göre, bu seçimleri yönetecek YSK’nın başkanının kim olacağına etki eden en güçlü irade de o.
Bu tablo, yalnızca etik bir sorun değil; doğrudan demokratik meşruiyet meselesidir. Hakemin, maçta oynayan takımlardan birinin kaptanı tarafından belirlenmesi, sonucun ne olacağına dair soruları daha baştan gündeme getirir. YSK’dan beklenen tarafsızlık, bu yapısal ilişki içinde giderek soyut bir kavrama dönüşür.
Seçim Yargısı Tartışması Boşuna Değil
Babacan’ın işaret ettiği gibi, özellikle CHP kongre ve kurultayları üzerinden İstanbul mahkemelerinde yürüyen süreçler, “seçim yargısı” kavramını yeniden tartışmaya açtı. Yargının siyasal alana bu denli müdahil olduğu bir dönemde, YSK’nın kurumsal bağımsızlığı hayati bir öneme sahip.
Ancak sorulması gereken soru açık: Yetkisini Saray’dan alan bir YSK, gerektiğinde Saray’a rağmen karar alabilir mi? Seçim gecesi ortaya çıkabilecek bir kriz anında, hukuku mu yoksa siyasal iklimi mi esas alır?
İsimler Değil, Rejim Tartışılıyor
Bugün mesele Serdar Mutta mı olacak, Talip Bakır mı, Celal Albay mı sorusu değil. Asıl mesele, YSK’nın bir “anayasal hakem” mi yoksa yürütmenin uzantısı mı olacağıdır. İsimler değişebilir; ama karar alma mekanizması değişmediği sürece sonuç da değişmez.
Seçimleri yönetecek kurulun başkanını, seçimlere girecek bir partinin liderinin fiilen belirlediği bir düzende, sandıktan çıkacak sonuca duyulan güven de kaçınılmaz olarak aşınır. Demokrasi, yalnızca sandığın kurulmasıyla değil; o sandığın başındaki hakemin tarafsızlığıyla ayakta kalır.
Bugün YSK kulislerinde konuşulanlar, aslında Türkiye’de seçimlerin değil, demokrasinin geleceğinin tartışıldığını gösteriyor. Ve bu tartışma, birkaç ismin çok ötesinde, sistemin kendisini işaret ediyor.
Kaynak:
Nuray Babacan – Nefes gazetesi, YSK kulis yazısı











