Bireyin toplumsal, kültürel bir varlık olmasını sağlayan sosyalleşme süreci ailede başlar. Bu anlamda aile birey açısından ilk eğitim kurumudur. Belli bir dönemden sonra çocuğun eğitimi okulda devam eder. İster ailede ister okulda olsun, eğitimin amacı bireyde istendik davranışlar oluşturmadır.
Eğitim, bireyde istendik davranışlar oluşturma süreci olarak ifade edildiğinde, çoğunlukla bireyin özgürlükleri göz ardı edilebilmektedir. Durum böyle olunca eğitim süreci birey açısından birçok sorun teşkil edebilmektedir. Oysa bireyin özerkliğini esas alan bir eğitimde, birey açısından istenilen, sorunsuz bir sonuç gerçekleşebileceği gibi, bireyin motivasyonu da artmaktadır.
Özerklik, kendi algılarımızın, duygularımızın ve ihtiyaçlarımızın engellenmeden yaşanmasıyla ilgilidir. Bu anlamda özerklik bir insanın kendi duyguları ve gereksinimleriyle tam anlamıyla uyum içinde olduğu denge durumudur. Özerkliğin temelinde, kendi duygu ve düşüncelerine açılan bir kendiliğe sahip olma yeteneği vardır. Özerklik için verilen mücadele canlılığı geliştirir. Ama sosyalleşme sürecinde özerklik ne kadar engellenirse, o kadar aslında engellemeye çalıştığı kötülüğü besleyen bir sürece dönüşür. Bu süreçte anne-baba sevgisi, kendini kabul ettirmek için boyunduruk altına girmeyi ve bağımlı hale gelmeyi gerektirir şekilde ortaya çıkarsa, toplama uyum bir çeşit itaat sınavı haline gelir.
Genelde ebeveynler çocuklarının eğitiminde, çocuğu özgünlüğünü göz ardı ederek, kendi ve toplumsal özgünlüklerine göre çocuğa yaklaşırlar. Çocuğun kendi iç dünyasından kaynaklanan gereksinimlerini anlamayan ebeveynler, onu ileride dış dünyaya bağımlı hale getirmektedirler. Benliğin gelişimi, yani kişiliğin düzenlenmesi iç nedenler mi, yoksa dış etkenler aracılığıyla mı gerçekleşecek; başka bir değişle bir çocuk özerk olarak mı, yoksa çevre uyarım koşullarına bağımlı mı yaşayacak sorusunun yanıtı çok önemlidir.
Özerklik arayışı, kişinin kendi rızasıyla da olsa engellenirse, artık derinlerde saklı bir özerklik kalmayacaktır. Bunun yerini, kişinin onu ezen otoriteyle özdeşleşerek güç aramaya çalışması olacaktır. Öz iradenin yerine yabancı bir iradenin konması, kısaca özerklik işlevinin kaybıdır. Özerklik gelişiminin doğrudan bastırılması şiddette neden olur. İnsan kendi benliğini, duygularını ve onlara karşı sorumluluğunu ne kadar kaybederse, o kadar kinci olur. Bu saldırganlık özerkliğin kısıtlanmasının bir sonucudur. Çocukların algı ve duygularının bastırılması, ortaya çıkan saldırganlığı daha da artırır. Çocuğun öfkesi kendi acısına ve canlılığına yönelir.
Eğer çocuğa kendisi olduğu için saygı gördüğü ve sevildiği hissedilmezse, bütün gelişim evrelerinde karşılaştığı çaresizlik önüne geçilmez bir korku halini alır. Çocuğun küçüklüğü, güçsüzlüğü ve anlamsızlığı kısaca dengesizliği, kendini bulmasını imkânsız hale getirecektir. Bu şartlar altında, karışıklık ve düzensiz duyguların akınlarıyla karşı karşıya kalan hiçbir çocuk kendini tutamaz; bu içinden çıkamaz bir çaresizliktir.
Çocuğun özerk olarak algılanmadan eğitilmesi hepimiz için korkunç sonuçlar doğurabiliyorsa, görevimiz gerçek bir kendiliğe dönüşümü mümkün kılan sevgi ve duygu ortamını oluşturmaktır. Bunun anahtarı da Empatidir.
Sosyolog-Rehberlik Ve Aile Danışmanlığı Uzmanı
- Sıla Yeniçerinin Ardından - 9 Ekim 2024
- Emek ve YaÅŸam Kalitesi Ãœzerine Sosyolojik Bir Ä°nceleme - 7 Ekim 2024
- Türkiye’de Namaz Alışkanlıklarının Azalması ve Sekülerleşme Eğilimleri - 2 Ekim 2024