Ölü doğan bir ‘kültür’ün etik-politiği

Burjuvazinin kültürel hegemonyası, en az ekonomik ve siyasal hegemonyası kadar belirleyicidir. Tarihsel süreçte burjuvazinin egemen sınıf olarak örgütlenmesinde sanat, estetik, yazın gibi bir dizi alan önemli fonksiyonlara sahip olmuştur. Burjuva sınıflarının toplumsal üretim araçlarının sahipliğini hukuki ve siyasi olarak ifade etme biçimi, kültürel pratiklerle pekiştirilmiştir. Bu anlamda, “burjuva kültürü” olgusu, gündelik yaşamdaki giyinme, yeme-içme, seyahat tercihlerini içererek ama onları da aşarak bir sınıfın hegemonyasına işaret eder.

Türkiye toplumsal formasyonunda Batı’yla standartlaştırılabilecek türden bir burjuva kültüründen bahsetmek zordur. Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi büyük sermaye gruplarının açtıkları vakıflar ve kültür-sanat etkinliklerine sağladıkları imkânlar gibi birtakım belirgin faaliyetler akla gelebilir. Ancak kültürel hegemonya daha kapsamlıdır; özel mülkiyet ve hür teşebbüs olguları bağlamında sınırları çizilmiş bir “özgürlük” anlayışı ile buna göre şekillendirilmiş çeşitli pratiklerden söz edilebilir.

Burjuvazi ve kültür
Kültür, bir tercih veya bir onayın ötesinde, hakikat ve yetişme/yetiştirilmeyle ilişkili aktif doğal gelişme anlamına yani maddi bir boyuta sahiptir. Terry Eagleton’ın belirttiği üzere, kültür kavramı materyalist içeriklidir: Kavram, etimolojik olarak Latince “cultus (yüksek hakikatler)” ve İngilizce “agriculture (tarım)”, “cultivation (gelişim)” kelimelerinden türetilmiştir. Yaşam tarzı veya gündelik yaşam pratikleri kültür kavramının daraltılmış içerikleri arasındadır.

Bugüne dek Türkiye’de büyük burjuvazinin diplomasi, siyaset, ticaret, eğitim, sanat gibi alanlarda rengini ortaya koyma biçimlerinden bahsedilebilir. Büyük burjuvazinin kültür-sanat alanına ilgisi hayranlık/kıymet bilme duygusundan ziyade “sosyal sorumluluk” ilkesi çerçevesinde belirlenmektedir. Örneğin Eczacıbaşı ve Sabancı’nın resmi internet sitelerinde kültür-sanat etkinlikleri “toplumsal sorumluluk”/ “sosyal sorumluluk” kategorisi içerisindedir.

Burjuvazinin “toplumsal sorumluluk” şeklindeki formülasyonu, burjuvazi içi ve diğer toplumsal sınıflarla burjuva sınıfları arasındaki sınır çizgilerini belirginleştirmeye yaradığı gibi, farklı sınıfsal talepleri burjuva lisanında yeniden formüle etmenin de bir yoludur. Antonio Gramsci’nin “Bu dünyada herkes kültüre mensuptur” sözünden yola çıkarsak, alt ve bağımlı sınıfların direniş tarzlarını da belirleyen kültürel formlar vardır ve bunun üzerinde baskın bir kültürel form oluşturmak, sınıf egemenliğinin bir zorunluluğudur. Egemen sınıflar bu durumun farkındadır ve siyasal alanda bu zorunlulukla hareket ederler.

“Kültürel başarısızlığımız”
AKP iktidarında tamamlanamayan başlıklardan birisi kültür olmuştur. Gezi İsyanı’nda muhalefetin sahip çıktığı AKM’nin yıkılması tartışmaları ile başlayan, Kars’ta heykeltıraş Mehmet Aksoy’un yaptığı İnsanlık Anıtı’nın “ucubeye” benzeterek yıkılması ile devam eden, heykellerin ve eserlerin muhafazakâr-dini sebeplerle kaldırıldığı/kırıldığı zaman diliminde, Erdoğan’la yankılanan büyük serzeniş “14 yıldır kesintisiz iktidarız ama sosyal ve kültürel iktidar olma konusunda sıkıntılarımız var” olmuştur.

Büyük burjuvazi (Koç, Sabancı, Eczacıbaşı,…) tipinde belirgin ve özdeşleşmiş bir kültürel form oluşturmayı başaramayan AKP iktidarı, mevcudu tasfiyeye yönelmiştir. Sembolik hesaplaşmayla ilerleyen, “eski Türkiye”ye ait kültürel kodları ve eserleri ortadan kaldırırken karşılaştıkları en büyük “sıkıntı”, ortaya çıkan boşluğu dolduracak nitelikte kod ve eser üretememeleridir.

Robert Paxton’un faşizmi tarif ederken belirttiği, “halkın aşağılanışı ya da mağduriyetine dair takıntılı bir fikir”le birlikte özgür düşünceye açılan savaş, buna karşılık entelektüel kadrolarının donanımsızlığı yaşadıkları “sıkıntı”nın asli nedenleri arasındadır.

Siyasi iktidar, bu aşamada, ideolojik propaganda ve imaj ağırlıklı bir kültür motifi inşa etmeye yönelmiştir: İstanbul’un simgelerinden Çamlıca Tepesi’ne camii inşaatı, Ankara’da tarihi İller Bankası’nın camii için yıkılması… Bir parantez açarsak, AKP ve güdümlü sermayenin ilksel birikim eşliğinde büyüme programı ve yapılaşmanın artması, aynı zamanda medeniyetin bir kriteri olarak görülmektedir. Ankara’yı ‘Manhattan’laştırma projesi olarak siyaset ve iş çevresinin toplandığı Çukurambarlaşma, gelişmişlik göstergesi olarak AVM’lere verilen önem düşünülebilir. İstanbul’un fethini kutlamak için 1453 hafriyat kamyonunu peş peşe dizmek bu durumdan bağımsız değildir. Muhafazakâr entelektüellerden İskender Pala’nın bir dönem Cemaat gazetesindeki yazı dizisi içeriye doğru sesleniş niteliğindeydi: “Bu ülkede muhafazakârlar zengin de, patron da, bilim adamı da oldular, iktidar bile oldular, ama bütün bunlar olurken kültürlerini ıskaladılar, sanatçı olamadılar. … Gönüllerimizde oluşan açlıkları tiyatroya giderek, galeri gezerek, sanat eseri üreterek değil de ailecek alışveriş merkezlerinde eğleşerek gidermeye çalıştık.”

Profiller ve figürler
AKP’nin kültür politikalarını siyasi propaganda ve muhafazakâr imajlarla doldurma kolaycılığı kültürel hegemonik bir pozisyondan söz etmeyi güçleştirmektedir. “Hızlı kalkınma” olgusuyla birlikte sınıfsal kompozisyonun aldığı biçim kültür politikalarını öncelikler listesinde geri plana itmektedir. Siyasi iktidar, büyük burjuvazi ile temsil edilen Batı tipi kültürel forma yakınlaşmak bir yana, ideolojik (siyasal İslam) gerekçelerle uzaklaştıkça amorf ve eklektik “yeni” burjuva kültür tipi oluşumuna aracılık etmektedir.

Pragmatik nedenlerle iktidarın siyasi motiflerine adaptasyon sağlamış, “milli”likte ısrarcı olmasına karşın bunu estetikten yoksun ifade eden “yeni Türkiye”ye özgü burjuva kültüründen bahsedilebilir. Neoliberal piyasa koşullarının basıncı altında şekillenen “yeni” burjuva kültürü, filtreleme mekanizmaları olmaksızın siyasi iktidarın izdüşümü haline gelmektedir. Bu bağlamda, kültür kavramının en geniş anlamıyla kullanım söz konusudur.

Çocuklar Duymasın dizisinde trafikteki hafriyat kamyonlarını ve kentsel dönüşümü öven “taş fırın erkeği” Haluk karakteri kültürel bir semptom olarak değerlendirilebilir. Kabalığı samimiyet olarak kodlayan karakterin hafriyat kamyonları-kentsel dönüşüm sürecini ilksel birikimin şiddetine uygun biçimde savunması, dizideki sınıfsal konumunun dışavurumudur. Haluk karakteri kültürel tekillik durumunu aşarak, AKP iktidarında yükselen burjuvazi profiline de işaret etmektedir: “Bu milletin … koyacağız” diyen Mehmet Cengiz, kadınları eşya gibi gören Ali Ağaoğlu, resmi kurumları “maçaları yer mi?” diye tehdit eden Ethem Sancak profilindeki “yandaş” kapitalistler inşa edilmeye çalışılan kültürel motifin taşıyıcıları arasındadır.

Etik-politik içerik
“Yeni Türkiye”nin “yeni” burjuva kültürünün etik-politiği siyasi iktidarla özdeşleşen kültürel kodlar ve söylemlerdir. Necmi Erdoğan’ın andığı şekilde söylersek, “ahlaki-düşünsel birlik”in oluşumunda “suç ortaklığı” bulunmaktadır. Pek çoğu Turgut Özal döneminde veya ‘90’larda kurulmuş olsa da ekonomik sıçramasını AKP döneminde yapan sermayedarlar, toplumsal varlık koşullarını hangi vasıtalarla süreceklerini bildiklerinden hâkim söylemin merkezinde bulunurlar. Kültür, Gramsci’nin bakış açısıyla, bireyin maddi dünyadaki tarihsel konumunun farkında olmasını sağlar. Burada da siyasi iktidara bağımlı seyir, düşünce dünyasını biçimlendirir.

Christopher Caudwell’in burjuva etiğini tanımlarken kullandığı “ruhani laissez-faire” (bırakınız yapsınlar) durumu, yandaş kapitalistlerin siyasi iktidarla kurduğu ilişki bağlamında düşünülebilir. Ekonomik büyüme koşullarının hükümetin ekonomik programına doğrudan bağlı olması, ihalelerde avantaj sağlaması, siyasi iktidarın taşıdığı kültürel kodlara göre davranmayı da beraberinde getirir. “Laissez-faire” iktisadi olmaktan çıkarak, “ruhani laissez-faire” yani etik-politik bir içerik kazanır. Örneğin, büyük burjuvazinin özel mülkiyetin güvenliği ve yabancı yatırımların pozisyonu çerçevesinde “hukuk devleti” vurgusu yaptığı dönemlerde, yandaş kapitalistlerin sessiz kalması bir tür “ruhani laissez-faire”dir.

Ne var ki, devletin ideolojik aygıtlarının seferberliğine karşın AKP döneminde “yeni” burjuva kültürünün hegemonik pozisyonundan söz etmek imkansızdır. Ekonomik büyüme olgusuna odaklanmış bir siyasi strateji, lüks tüketimi arttırmayı kültürel sıçrama kabul eden anlayış, ancak estetik yoksunluk, kötü taklit ve uyarlamalardan ibaret kalacaktır. 2017 yılında alay konusu olan alçıdan acı çeken Nasrettin Hoca heykeli ile 2009 yılında Anayasa Mahkemesi’nin önüne gözleri kapalı “Adalet Tanrıçası” yerine iki gözü açık “Anadolu Kızı” heykelinin koyulması kültürel kodların gidişatını ortaya koymaktadır. “Yeni” burjuva kültürünün beslenme kanallarını “milli”lik adı altında tikel dogmatik düşünceye endekslemesi, yüksek maliyetli ancak zevkten uzak eserlerin ve kodların doğmasına, bir kültürel formun “ölü doğum”una yol açmaktadır.

* Monthly Review Türkiye Editör Yardımcısı