Ubuntu sözcüğünü duydunuz mu? ”Ben değil biz. Kazanacaksak birlikte kazanacağız.” İşte bu Afrika’yı kurtaran Ubuntu felsefesi. Bazı kaynaklar bu felsefenin Afrika’da yaşanan sömürgeci yapının ortadan kalkması için Desmond Tutu ve Nelson Mandela’nın önderliğinde ortaya çıktığından bahsediyor. Evet onların bu felsefeyi kullandıkları ve Afrika kıtasının sosyo-ekonomik birleşmesini ifade eden Pan-Afrikanizm idealinin gerçekleştirilmesi için referans aldıkları bir gerçek ama terimin tarihi daha eskilere dayanıyor.
Kendisi aynı zamanda bir Piskopos olan Desmond Tutu, 2008 yılında “ubuntu” için şu açıklamayı yapmış. “Ülkemizdeki sözlerden biri Ubuntu’dur -insan olmanın özü-. Ubuntu özellikle izole bir şekilde insan olarak var olamayacağınız gerçeğinden bahseder. Birbirimize bağlılığımızdan bahseder. Tek başınıza insan olamazsınız ve bu özelliğe sahip olduğunuzda – Ubuntu – cömertliğinizle tanınırsınız. Kendimizi çok sık birbirimizden ayrı, sadece bireyler olarak düşünürüz, oysa siz bağlısınız ve yaptığınız her şey tüm Dünya’yı etkiler.
Ubuntu sahibi bir kişi başkalarına karşı açık ve ulaşılabilirdir, başkalarını onaylar, başkalarının yetenekli ve iyi olmasından dolayı tehdit altında hissetmez, çünkü kendisinin daha büyük bir bütünün parçası olduğunu bilmekten gelen uygun bir öz güvene sahiptir ve başkaları aşağılandığında veya küçültüldüğünde, başkaları işkence gördüğünde veya ezildiğinde küçülür.”
Güney Afrika bağlamında ahlaki bir teori olarak tanımlanan ubuntu (veya Sotho dillerinde botho), insanlık, paylaşım, saygı, şefkat ve bunlarla ilişkili değerlere dayanan her şeyi kapsayan eski bir Afrika dünya görüşü ve ilerici bir hümanist felsefedir.
Ubuntu’nun değerler sistemi, “benim, çünkü biziz; biziz, çünkü benim” öğretisidir.
Sözcüğün batı dünyası ile tanışmasına referans olan bu hikâyeyi, ilk kez gazeteci ve filozof Lia Diskin’den, Güney Brezilya’nın Florianopolis kentinde düzenlenen Barış Festivali’nde dinliyoruz.
Bir antropolog bir kabilenin alışkanlıklarını ve geleneklerini inceleyip, işini bitirdiğinde eve dönmek için onu havaalanına götürecek ulaşımı beklemek zorunda kalıyor. Bu zaman zarfında etrafı kabilenin çocuklarıyla çevrili, bu yüzden ayrılmadan önce zaman geçirmesine yardımcı olmak için çocuklara bir oyun oynamalarını öneriyor.
Şehirden aldığı bir sürü şeker ve tatlıyı güzel bir kurdele iliştirilmiş bir sepete koyuyor ve bir ağacın altına yerleştiriyor ve sonra çocukları yanına çağırıyor. Yere bir çizgi çekip onlara, işaretini alana kadar çizginin arkasında beklemeleri gerektiğini söylüyor. Ve “Hadi!” dediğinde sepete doğru koşmaları gerektiğini ve oraya ilk varan kişinin tüm şekerleri kazanacağını söyleyerek oyunun kuralını açıklıyor.
“Koşun!” dediğinde çocukların hepsi beklenmedik bir şekilde birbirlerinin ellerini tutuyorlar ve bir grup halinde ağaca doğru koşuyorlar. Oraya vardıklarında, şekerleri birbirleriyle çok mutlu bir şekilde paylaşıyorlar.
Belli bir bilgi düzeyine erişmiş, mesleğinin felsefesini bilen doktoralı Antropolog -şaşkınlık içerisinde– çocuklara neden hep birlikte gittiklerini soruyor. Özellikle de ağaca ilk varanın sepetteki her şeyi -tüm şekerleri- kazanabilecekken neden böyle bir şey yaptınız? Doğanın içinde, toprakla hemhal içinde yetişmiş ve eğitimsiz Afrikalı çocukların verdiği cevap antropolog için ders niteliğinde oluyor.
“Bu yiyecekleri birimiz yediği zaman diğerleri mutsuz olacaktı. Biz asla böyle bir şey yapmayız.” Eğer herkes üzgünse birimiz nasıl mutlu olabilir ki?”
Aylarca kabileyi inceleyen, giderayak bir oyun sayesinde kabilenin özünü gerçekten anlayan Antropolog şaşkına dönmüş bir halde kendini havaalanına götürecek araca biniyor.
Keşke bu felsefeye inanan daha fazla insan olsaydı, dünya daha iyi bir yer olmaz mıydı? diye insan kendine sormadan duramıyor. Kendimize fayda sağlamaktan ziyade tüm grubun/topluluğun faydasını gözetmeye istekli olduğumuzda hayatta muazzam şeyler ortaya çıkmaz mıydı?
Şimdi diyeceksiniz ki bu felsefenin çıktığı Güney Afrika Cumhuriyeti genelinde her dört dakikada bir kadın tecavüze uğruyor, her beş dakikada bir soygun yaşanıyor ve günde ortalama 58 kişi öldürülüyor. Bu durum ubuntu felsefesinin ruhu ile çelişmiyor mu? (Gallup. (2020). Global law and order. https://www.gallup.com/analytics/322247/gallup-global-law-and-order-report2020.aspx)
Çelişiyor gibi görünse de mevcut suç oranları, Güney Afrika toplumunun yüzyıllar boyunca tecrübe ettiği “sistematik ırkçılık” neticesinde günümüzde var olan ekonomik eşitsizlik ve buna bağlı yoksulluğun bir neticesi olduğu söylenebilir. Kabul edelim ki özünde herkesin eşit fırsatlara sahip olduğu ve eşit kaynak paylaşımı olan ubuntu ruhu, Avrupa sömürgeciliğinin benmerkezci felsefesiyle taban tabana zıt bir kavram.
Modern dünyamızın bir sonucu olan bireycilik, bencillik, rekabet, kurumsal ve kişisel değerlerimiz olmuş durumda ve bu durum sıklıkla nefret, kriz, çatışma, soykırım, ırksal temizlik ve savaşlarla sonuçlanıyor. Dünyamız yaşanılır bir yerden olmaktan hızla uzaklaşıyor.
Ubuntu’nun ağırlığı ve anlamı hem karmaşık hem de şaşırtıcı derecede basit: Hepimiz birbirimize bağlıyız. Kendi yaşamınızı bu zihniyetle yaşamayı hayal edebiliyor musunuz? Ve etrafınızdaki herkesin aynı zihniyete sahip olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Bu gerçekleşse birlikte başaramayacağımız bir şey olabilir mi?
Bazen cevap çok basit oluyor değil mi?
Görsel Kaynağı: https://chc.org.br/artigo/ubuntu/
- İnsan Hayatının Anlamı ve Değeri Nedir? - 21 Kasım 2024
- Düşünceyi Düşünmek - 2 Kasım 2024
- Benim, Çünkü Biziz; Biziz, Çünkü Benim - 25 Ekim 2024