Gerilim ve polisiye yazarları, okuyucuların dikkatini çekebilmek için hikâyelerine gizemli bir hava katmaya çalışırlar. Bu hava esrarengiz bir hastalık, hiç karşılaşılmamış bir canlı türü ya da son derece sıra dışı bir ortam gibi unsurlarla yakalanmaya çalışılır.
“Blacklist” isimli diziyi takip edenleriniz mutlaka vardır. Bu nevi bir hava, dizinin üçüncü sezonunun ön dördüncü bölümünde “sıra dışı bir ortam” yaratılarak izleyiciye sunuldu. Bölümde alışveriş için markete giren bir kadın, kanlı ayak izleriyle karşılaşıyor ve onları takip ediyor. Bir rafın önüne oturmuş, ağzına yiyecek tıkıştıran, çıplak ayakları çizikler içinde kalıp kanamış bir çocukla karşılaşıyor ve çocuğa sorular soruyor. Ancak, çocuk yanıt vermeyi bırakın, neredeyse kadının farkına dahi varmadan yemekleri yemeyi sürdürüyor. Polisin, çocuk hakkında yaptığı araştırma, olayları daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor zira kayıtlara göre yıllar önce ölmüş olması gerektiği ortaya çıkıyor. Çocuğun bunca zamandır nerede olduğu, nasıl o markete geldiği, neler yaşadığını keşfetmek ise, özel ajanlardan oluşan ekibe kalıyor. Seyretmek isteyenler çıkabilir, dolayısıyla daha fazla detaya girmek istemiyorum…
Bu nevi atmosferler doğal olarak büyük bir merak yaratıyor. Hikâyenin konusu çocuklar olduğunda, mutlaka ebeveynlerin kalplerinin gerisinde bir noktayı da sızlatıyor. Avuntu, bunun bir senaryo oluşunda ve gerçek hayatın uzağında olmasında bulunuyor…
Ama ya aynı durum gerçek hayatta ortaya çıkarsa?
Çıktı da… Hollanda’nın Maastricht şehir merkezinde, yanında büyükleri olmaksızın dolaşan bir çocuk bulundu. Polis çocuğun konuştuğu dili anlayamadı. Karakola götürerek bazı ikramlarda bulundular. Sonra anlaşıldı ki çocuk Türkçe konuşuyor. Bunun üzerine Türkçe bilen bir polis getirildi ve çocuğun beş yaşında bir depremzede olduğu, annesinin ve babasının depremde yaralandığı ve Türkiye’de bulundukları anlaşıldı. Çocuğun Hollanda’ya nasıl geldiği halen bir gizem. Bu da muhtemelen, ülkeye girişinin yasa dışı bir yolla olmasından kaynaklanıyor. İnsan kaçakçılığı muhtemel senaryolardan birisi. Daha sonrasında medyada yer alan haberler çocuğun Türk vatandaşı olmadığı, büyük ihtimalle Suriyeli olduğu yönündeydi. Ancak, çocuğun uyruğu şu an ilgilenilmesi gereken en son konu.
Savunmasız bir çocuk, bir felaketin ardından neden böyle çaresiz ve başı boş bir şekilde bırakılır? Kötü emeller besleyecek kişilerin eline geçmelerini engelleyecek önlemler neden alınmaz? Bu konuda neden organize ve hızlı bir şekilde hareket edilmez?
Şurası çok net. Bu çocuğun korunması için kurumlar üzerine düşen görevi yerine getirmemiş, komşuları bu çocuğu tanıyoruz deyip dışarıda olup bitebilecek olan bu nevi olaylardan korumak üzere kanatları altına almamış, mahalleli gözlerini dört açıp böylesine zor koşullarda ortalıkta menfaat peşinde koşabilecek olan kişilerin önüne duvar gibi dikilmemiş. Bizler de kamuoyu oluşturup, yeterli baskıyı kurup devletin bu konuda etkin önlemler almasını sağlayamamışız… Ve bu çocuk ülkesinden binlerce kilometre öteye kaçırılmış. Basındaki bilgi az. Umarım başına kötü işler gelmemiştir.
Böylesi bir haber, biraz yukarıda söylediğim gibi anne ve babaların yüreklerini sadece sızlatmakla kalmaz, sorumluluk hissedenleri kahreder.
O çocuğun, o halde, o kadar uzağımızdaki bir yerde bulunmasına ise sadece tek bir yorum yapılabilir.
Masum değiliz… Hiçbirimiz…
Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.
- Dünyada 4B Hareketi ve Sürdürülebilirlik - 16 Aralık 2024
- Yeme İçme Alışkanlıklarınızı Radikal Şekilde Değiştirmeye Hazır mısınız? - 31 Ağustos 2024
- Nihayet Söylediler, Kral Çıplak - 3 Ağustos 2024