Kulturkamf

Ahmet İnsel haziran başında (3 Haziran) Cumhuriyet’te “Tayyip Erdoğan’ın Kültür Savaşı” başlığını verdiği bir yazı yayımladı. Bu yazı iktidarın plan ve projelerini doğru bir perspektiften analiz ediyor; dolayısıyla önümüzdeki dönemde olabilecekler hakkında gerçekçi tahminlerde bulunuyor.

AKP’nin ve Reis-i Cumhuru Tayyip Erdoğan’ın günümüzde ürkütücü bir yaygınlık gösteren “popülist” hareketlerden birini temsil ettiğini (sağ popülizm çizgileri) genel olarak kabul ediyoruz. Bu hareketi bu çerçevede inceleyen birçok çalışma da yapıldı. Erdoğan’ın “İslâmcı-popülist” çizgisini sözgelişi İran’daki Ayetullahlar iktidarı gibi “doktriner” özelliklerle düşünmek herhalde pek doğru olmaz. Erdoğan’ın çok daha “pragmatist” bir tutumu olduğu sık sık söyleniyor. Ben bunu daha çok uyguladığı somut politikalarda gözlemliyorum. Hani, Fethullahçı polis ve savcılarla işbirliği yapıp Kemalist subayların üstüne gitmeyi de, Kemalistlerle yan yana gelip Fethullahçı kovalamayı da aynı kolaylıkla yerine getirebilmesi gibi olaylar. İşin “doktrin”, “öğreti” yanında, bütün bu politikalara kaynaklık eden genel dünya görüşünün ise İslâmi olduğu kanısındayım – belki “Şeyhülislâmî” değil, ama İslâmî. Yani, “ulema” düzeyinden çok “folk-İslâm”a yakın olduğunu söyleyebiliriz. Bu da çizginin nihaî “popülist” karakteriyle uyumlu. Ama mekanizmayı harekete geçiren dişliler genel İslâmî ideolojiden gelen şeyler.

Bu, Türkiye’deki olayı, popülizmin dünyadaki öbür örneklerinden ayırıyor. Trump popülizmi ya da Hollanda ve Avusturya’da zuhur eden cinsten bir popülizm değil. Öte yandan, İslâm dünyası içinde de pek benzeri yok. Çünkü İslâm dünyasında “İktidarda popülizm” örneği pek yok.

Böyle bir ideolojik yapılanması olan AKP hareketi iktidarını sağlam görünen kazıklara bağlamayı başardı. “Görünen” diyorum, çünkü bence aynı zamanda kendi iç çelişkilerini de büyütüyor ve toplumsal prestijini kaybetme sürecine girdiğinin sinyalleri de “görünme”ye başladı. Öte yandan, yargıyı kendine bağlamak benzeri önemli siyasî zaferleri var. Bunlar, her durumda OHAL’e başvurarak asıl hedeflere yükleneceğini gösteriyor. “Asıl hedefler”, yani o genel İslâmi ideolojinin gerekleri. Bir süreden beri zaten bu yola girmiş durumdayız.

İslâmi ideolojisiyle popülizmin başka somut örneklerinden ayrışan AKP hareketi şu noktada popülizmin temel karakterine uyuyor: Toplumun bir kesiminin programını toplumun tamamının programı olarak sunmak, öyleymiş gibi yapmak.

Örneğin Tayyip Erdoğan kalkıyor, “Herkes üç çocuk yapmalı” diyor. Toplumda buna bir itirazı olmayan, zaten bunu yapan oldukça kalabalık bir kesim var. Ama bunu istemeyenler de büyük bir kalabalık oluşturuyor. Bu elbette somut hayat tarzına ilişkin bir şey. Üç çocuk doğurmuş bir kadının yaşamak durumunda olduğu hayat biçimi çocuksuz bir kadınınkine benzemez. Dolayısıyla onu veya bunu seçerken yalnız “çocuk sayısı” gibi bir şey değil, bir hayat tarzını seviyorsunuz. Tayyip Erdoğan “Üç çocuk doğuranlar” derken, aslında, “bizimkiler” diyor. Kendisi bunu dedi diye, “Aman, geç kaldık, hemen arayı kapatalım” demeyecek bol miktarda insan olduğunu biliyor; ama onları kendinin “halkı” olarak görmüyor. Erdoğan halkının kadınları üç çocuklu. Öyle olmayanlar bir münasebetle burada yaşıyorlar ama aslında yabancı onlar. Tabii uzun vadeli hedef de şimdi mecburen “görmezden gelinen” bu insanların fiilen ortadan kalkması, ikna olunarak (ya da ne olunacaksa onu olarak) “üç çocuk” doğuran, dört “tek” belleyen ve bunların gerektirdiği türden bir hayat yaşayan insanlara dönüşmesi. Bunun uzun-vadeli çarelerinden biri eğitim sisteminin bu tür değerlere göre yeniden ve baştan aşağıya düzenlenmesi. İktidar bunu yapmaya başladı ve eğitim sistemi de birbirine girdi. Ama olay yalnız okulda eğitim sistemiyle sınırlı değil. Hayatın her alanında “made in AKP bir İslâmi kültür toplumun tamamının kültürü olmak üzere dayatılıyor. Bir zamanların “hoş görü” söylemi rafa kalktı sayılır. İslâm’ın egemen olduğu ve başka herkesin “ikinci sınıf” insanlar olarak Müslümanların “zimmetine” verildiği ideal duruma ulaşmak üzere gerekli adımlar atıyoruz.

Bir yandan OHAL ve her yandan bu “kültürel huruc” hareketi. Yani gün geçtikçe “topyekûn” bir dönüştürme kampanyasının yeni temelleri atılıyor.

İslâm içindeki ezeli ve temel ayrılır: Sünni/Şiî. Bugünkü dünyada bu iki çizginin en fazla kabul gören iki temsilcisi İran ve Suudi Arabistan. Aralarında haliyle epey farklılık var. ama yarı-resmî “muhafız” birlikleri yaratmak söz konusu olduğunda birleşiyor.

Kaynak: T24