Zor bir haftaydı. Kötülük sorununa varoluşçu bir giriş yapmak istedim. Dostoyevski Karamazov Kardeşler’den bir parça okuduk. Bu arada çeşitli kötülüklerle karşılaşmaya devam ettik gerçek hayatta, sosyal medyada bol miktarda insanı üzen ve dehşet duygusuna kaptıran kötülük vardı. Yeni doğum yapmış bir eşeğin yavrusunu dövüştürdüğü köpeklere parçalatıp sosyal medyada paylaşan bir sadist, sevemediği için çocuğunu öldüren bir baba, erkek şiddetinin hepimizi isyan ettiren sonuçları ve işsizlik, yoksulluk, açlık, ölümü yanı başımızda hissettiren bulaşıcı hastalık, depremler, çeşitli sosyal medya linçleri, sosyal medya kabalıkları.
Sadece doğal felaketler ve insanlık durumlarıyla tetiklenen eğilimlerinden kaynaklanan kötülüklerden söz etmek yetmez; bizi ruhen daha da dibe çeken siyasi kötülükleri de görelim. Gilles Deleuze ‘İçgüdüler ve Kurumlar’ başlıklı bir metninde şöyle yazar: ‘Tiranlık yasaların çok, kurumların az olduğu bir rejimdir; demokrasi ise kurumların çok yasaların az olduğu bir rejim. Yasalar kendilerinden önce gelen ve insanları güvence altına alan kurumlar üzerinde değil de doğrudan insanlar üzerinde uygulandığında baskı ortaya çıkar.’ Bu hafta konser vermesi yasaklandığı için ölüm orucu tutan bir sanatçı, ölüm orucu dolayısıyla iki kişi öldükten sonra, ölümün kıyısından çok sayıda insanın çabasıyla çekilip alındı. Hiçbir kurumsal yanı olmayan yasalar, kararnamelerle koyulan yasaklardan birinin sonucu işte çaresizliğe direnmenin yasal yollarının dahi ortadan kaldırılmış olması. Saçmalıklarla dolu iddianamelerle yargılanan ve hapiste tutulan gazeteciler ve hak savunucuları var. Elde kalan pek az sayıda kurumun sesi de, Barolar, Tabipler Odaları gibi, yok edilmek isteniyor. Siyasi şiddetin dozu arttıkça, muhalefet etme biçimleri de irtifa kaybediyor, şiddetleniyor. Birey bir birey olarak konuşmak için olmadığı kadar güçlü durmak, güçlü görünmek zorunda artık; işte bu içinde bulunduğumuz ortamın ne kadar şedit olduğunun dikkate değer bir göstergesi.
En soyut haliyle kötülük sorunu felsefede şudur: Eğer Tanrı tamamen iyi, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir varlıksa neden dünyada bu kadar çok acı, ıstırap, kötülük var? Tanrı bunların olmasına neden izin veriyor? Gücü mü yetmiyor canlıların çektiği acıyı önlemeye yoksa kendisi üzerine bir tefekküre daldığı ve yaratımıyla artık pek ilgilenmediği için yaşadığımız bu kötülüklerden habersiz mi? Yahut da Tanrı belki de öyle tamamen iyi değil ve kötülüğe izin veren, göz yuman bir varlık. Haydi, göz yummak da olmasın, kötülüğü gerekli ve hatta zorunlu buluyor.
Her şerde bir hayır varsa kötülük diye bir şey var mı gerçekten? Bir kötülükten doğacak olumlu sonuçları belki de biz, sonlu zihinsel yetilere sahip olduğumuz için öngöremiyoruzdur. Hem, kötülükler olmasa iyilikleri anlayabilir, değerlendirebilir, takdir edebilir miydik? Kötülük olmalı ki iyilik ona kıyasla iyilik olabilsin, ışıyabilsin. Karanlık olmasa aydınlık olur mu? Dahası, Tanrı’nın ilahi adaleti var; bu dünyada olmasa bile, kötülerin elinden acı çekerek ölen mazlumlar cennete giderken kötüler cehenneme gidecekler.
Varoluşçulukta kötülük bu soyutlukta tartışılmaz; varoluşta kendisini gösterenden yola çıkılır. Sonra onun sebebi hakkında akıl yürütebilir; yapısının çeşitli görünümlerine bakabilir, onun varlığını çözümleyebiliriz. Hayvanların ve çocukların acı çekmesine odaklanıyor Dostoyevski. Onlar masumdur, kaçacak yerleri, sığınacak kimseleri büyük ihtimalle yoktur. Hele işe yarar kurumlar da yoksa iyice zalimlerin insafına terkedilmişlerdir. İşkenceden kurtulmak için Tanrı’ya yakaran çocukların yaşadığı acıyı telafi etmek mümkün mü? Tanrı onları cennetine alsa cennete gitmek için çok büyük bir bedel ödemiş olmazlar mı? Onlara bunu yapanı cehennemine alsa, kötüleri cezalandırarak çekilen acıyı telafi etmiş olur muyuz?
- Otomatik Portakal ve Belirlenimcilik - 6 Kasım 2020
- Simone de Beauvoir’ın İkinci Cinsiyeti - 1 Kasım 2020
- Duygular ve Sözler - 10 Ekim 2020