Epstein’ın Dehşet Adası ve Siyaset

Epstein’ın dehşet adasından ortaya saçılan gerçeklerin ürkütülücüğü, Berlin yakınlarında bulunan Postdam kentinde yapılan ırkçı bir toplantının ürkütücülüğüne karışıyor. 25 Kasım 2023’de Berlin yakınlarında, AFD’nin yaptığı gizli toplantı, Correctiv adlı gazeteciler grubu tarafından açığa çıkarıldı. Aşırı sağcıların yaptığı bu toplantıda vatandaş olanlar dahil göçmenleri ülkeden gönderme planları tartışılıyor. Bu gizli toplantıya AFD’nin üst düzey siyasetçilerinin yanı sıra Neo-naziler, ırkçılığı destekleyen milyarderler- iş insanları, Hristiyan Demokrat Parti CDU’nun aşırı sağcı kanadından siyasetçiler, ırkçı teorisyenler, avukatlar, politikacılar ve doktorlar katılıyor.

Potsdam kentinde bu gizli toplantıya katılanlarla, Epstein’ın Ada’sının ziyaretçilerinin profilleri ne kadar da birbirine benziyor değil mi? 1943 yılında, Nazilerin Propaganda Bakanı Joseph Goebbels : “Ya gelmiş geçmiş en büyük devlet adamları ya da en büyük suçlular olarak tarihe geçeceğiz” demişti. 21. yüzyılın aşırı sağcıları alternatif bir Almanya’da göçmenlere tehcir yolunun kandan ve ölümden oluşan taşlarını döşerken belki de Goebbels gibi düşünüyorlardır. Siyasetin kısır döngüsünde, tarih tekerrüre yol alırken, halkların üzerine kan ve ölüm bulutları çöküyor.

Epstein’ın dehşet Ada’sında şekillenen siyaset, örgütlü kötülüğü dünyanın dört bir yanına saçıyor. Ayinler, çocuk istismarı, gencecik kız ve erkeklerin pazarlanan henüz çocuk bedenleri… Savaşlarda ve depremlerde kaybolan çocuklar… Fuhuş pazarının ve organ mafyasının ticaret alanları, savaş ve çatışma bölgelerinde, ekonomik krizlerin ve yoksulluğun orta yerinde kendi ağlarını oluşturuyor. Tepeden tırnağa bu ağlarla birbirine bağlı kötülük, dünyanın her köşesine, toplumun tüm hücrelerine sirayet ediyor.

Bir Puzzle’ın parçaları gibi birbirini tamamlayan bu kötülüğün tablosunda yerini alıyor insanlık. Puzzle’ın parçalarını bulup denkleştirmeye çalışırken, Puzzle’ın her parçasında kendinde kaybolan insanlık… Her parçasında dağılan evrensel insan hakları… Adım adım gerileyen etik anlayışı, insani değerler… Teknolojinin gelişmesiyle birlikte hayatlarımızın üzerine çöken dijital zorbalık… Gözetim toplumunda esaretin çağdaş biçimleri… Ve tüm bunların ortasında demokrasinin kırılganlığı… En gelişkin demokrasilerde bile yaşanan kırılganlık ve geriye savrulma…

1940’lı yılların dünyasında değiliz oysa. Belki de tarihten ders almadığımız için tarih bize dersimizi vermeye hazırlanıyordur.

Yazının birinci bölümünde sormuştum : “Siyasetin bu kısır döngüsünden nasıl kurtulabilir insanlık?” Bu soruyu sormadan, bu soruya cevaplar aramadan yol almamız pek mümkün gibi görünmüyor. Nitekim, insan karakterinin şekillenişi de siyasetin bu kısır döngüsünden bağımsız değil. Siyasetçilerin, siyasetin bu kısır döngüsünde çarkın dişlisi haline dönüştüğü durumda, siyaset kendi zincirlerinden kurtulabilir mi? Önce siyasetçilerin bu esaretten kurtulması gerekmez mi? İradesi kırılmış, özgüveni örselenmiş siyasetçiler, bu zincirin bir halkası haline geldikçe, değişime cüret edebilir mi?

Epstein’ın Adas’ı yahut benzeri yapılanmalarda devlet başkanlarının bile bu kısır döngünün bir halkası haline geldiğini yahut getirildiğini görüyoruz. Sadece işçi ve emekçilerin değil, siyasetçilerin ve siyaset üretenlerin de zincirlerinden kurtulması gerekiyor. Lakin siyasetçilerin zincirlerinden başka kaybedeceği çok şey var genellikle. En önemlisi ise maddi varlıkları, para-pul, akçeli işler yani. Zurnanın zırt dediği yerde burası oluyor çoğu zaman. Siyaset halk için yapılmayınca, halkın sorunları pek umurlarında olmuyor. Böylece dünyanın derin ve karanlık yapıları, siyasetçileri satın alabiliyor. Satın alamadığını ise şantaj ve tehditlerle dize getiriyor. Epstein’ ın Ada’sındaki gizli kameralar bu iş kullanılıyor. Bu da siyasetin bir başka ayağı haline geliyor. Bu şekilde siyasete yön veriliyor.

Epstein’ın dehşet Ada’sında yaşananlar gösteriyor ki, kapitalizmin en yozlaşmış aşamasındayız. Bu yozlaşma siyasetin en tepesinden toplumun kılcal damarlarına kadar yayılıyor. Bu yozlaşmaya karşı, evrensel insan haklarını savunmak, etik değerleri korumak her zamankinden daha fazla önem arz ediyor.

Bu yozlaşmanın ortasında yaşadığımız çağı algılamamız, analiz etmemiz de zorlaşıyor. Sistem nereye evriliyor? Distopik bir yapıya doğru mu? Teknolojinin gelişimi bizlere önemli olanaklar sağlıyor. Diğer yandan ise asıl mesele, kimlerin elinde ve hangi niyetle kullanılıyor? Teknoloji kötü amaçla kullanıldığında insanlar için bir kabusa dönüşebilir. Peki, mevcut haklarımızı nasıl koruyacağız? İnsan onurunu ve haysiyetini nasıl koruyacağız? işte siyasetin, çağımızda bu sorulara da cevap araması gerekiyor. Siyasetin aynı zamanda bu dijital zorbalık ve gözetim toplumunda, yeni direniş mekanizmaları yaratması elzem bir görev.

Direnci kırılan bir toplum hızla yozlaşmanın kuyusuna düşer. Yozlaşan bir toplum kendine yabancılaşmaya başlar. İnsanın kendine yabancılaşması onu en temel haklarını bile savunamaz hale getirir. Bu yabancılaşma, bulunduğun çağın gelişmelerini, bu çağın sorunlarını algılamaktan ve farkına varmaktan uzaklaştırır. Siyasetin kısır döngüsü ve demokrasinin kırılganlığı, mevcut sistemi oluşturan denklemde temel bileşeni oluşturur.

Demokrasinin kırılganlığını tartışırken, geriye savrulmaların nedenlerini anlamaya çalışırken, geçmişten öğrenmeye çalışırken bugünün koşullarını da bu denkleme dahil etmeliyiz.  Yuval Noah Harari, “21. Yüzyıl için 21 Ders” kitabında şöyle diyor : “Demokratik sistem başına ne geldiğini anlamakta güçlük çektiği gibi yapay zekanın yükselişi ve blok zincir devrimi gibi yeni sıçramalara neredeyse hiç hazırlıklı değil.” Belki de demokrasi de henüz başına gelenin yeterince farkında değil. Tıpkı toplumun her bireyinin bu gelişmelerden farkında olmaksızın etkilenmesi gibi.

“Önümüzdeki yüzyılda biyoteknoloji ve bilişim teknolojisi sayesinde iç dünyamızı şekillendirme ve kendimizi yeniden biçimlendirme gücüne erişeceğiz ama kendi zihinlerimizin karmaşıklığına vakıf olamadığımız için yol açacağımız değişiklikler zihinsel sistemimizi arızaya sebep verecek ölçüde altüst edebilir.” (Yuval Noah Harari – “21. Yüzyıl için 21 Ders”)

Yuval Noah Harari’nin bu öngörüsünün çok uzağında değiliz aslında. Teknolojinin bu hızlı gelişimi düşünsel dünyamızı etkiliyor. Bunu gözlemleyebilmek için yeni nesillere bakmamız bile önemli veriler sağlıyor. Artık, kuşaklar arası çatışmanın zamanları da kısaldı. Eskiden 30-40 yıllık yaş farkı, jenerasyonlar arasındaki çatışmaları belirlerken, şimdilerde 10 yıllık bir süre bile ciddi farklılıklar gösterebiliyor. Örneğin; 2000’de, 2010’da, 2020’de doğanların arasında bile, on yıllık araya rağmen, düşünsel dünyaları farklı evrelerden geçerek şekillenebiliyor.

Geçmişi analiz etmek yahut geleceğe dair öngörülerde bulunmaktan daha zor olanı  ise içinde bulunduğumuz bugünü algılamak. İçinde bulunduğumuz durumu algılamaya başlarsak, farkına varmaya başlarız. Farkındalıklarımız  çözümlemeler yapmamızı kolaylaştırır. Yaptığımız çözümlemeler hareket tarzımızı belirler.

Tüm bu gelişmeler insanın zihinsel dünyasını etkilediği gibi özgürlükler alanını daraltmaktadır. Günümüzde sadece eşitlik için değil özgürlük için de mücadele etmemiz gerekmektedir. Çünkü teknolojinin gelişimi insanlığı adeta distopik bir esaretin içine sürüklüyor.

Bu yazının sonuna gelirken belirtmek isterim ki, içinde bulunduğumuz çağın sorunlarını algılamaya çalışırken, kendi içimde yaptığım sorgulamalarıda sizlerle paylaşmış oluyorum bu vesileyle.

Bir sonraki yazıda ise sistemin erkekliği, erkeklik krizini nasıl yarattığını, eril sistemin döngüsü üzerine konuşalım. Epstein’ın Ada’sındaki , Bill Clinton’un mavi elbiseli, topuklu kırmızı ayakkabılı portresinden başlayabiliriz mesela. Erkekleri kadınlaştırmakla tehdit eden, aşağılayan ve asıl kadın cinsini aşağılamaya kalkan erkek egemen sistemin kendi çıkmazları. Erkek egemen sistemin döngüsünü sağlayan kadın işbirlikçiler… Siyasetçilere kadın elbisesi giydirerek şantaj yapan erkek egemen sistemin, siyaseti ERK-EK- LEŞTİRMESİ!

Devam edecek…. 

Arzu TORUN
Latest posts by Arzu TORUN (see all)