İspanyol sömürgelerinden Küba’da, 10 Ocak 1869 tarihinde, Guaimaro kentinde; “Cumhuriyetin tüm yurttaşları özgür” olduğu ilan edilir. Bu manifesto, İspanyol sömürgeciliğine karşı ilk bağımsızlık savaşının* ilanı, köleliğe bir başkaldırıdır. Yaklaşık 30 yıl sürer. Bağımsızlık savaşı, 1897’de Küba halklarının zaferi ile sona erer. İspanya topuyla, tüfeğiyle, efendileriyle adadan çekilmek zorunda kalır. Küba’nın bağımsızlığını tanımayan ABD, Ada’yı işgal ederse de, 1901’de Platt Zeyilnamesi ile askerlerini geri çekmek zorunda kalır. Ne var ki, Amerikan ordusu çekilmiş olsa da, Küba’lı yurtseverler Platt Zeyilnamesi’ni red; 1902’de Cumhuriyeti ilan ederler. ABD, bu kez Cumhuriyeti tanımaz, bir kez daha Ada’yı işgal eder. Küba halkı, Amerikan işgaline karşı ikinci bir Bağımsızlık savaşı başlatır. Emperyalist işgale, asla boyun eğmez. Emperyalizme karşı Bağımsızlık savaşı, 1934 Mayıs’ında, Guantanamo Üssü geri alınamasa da Platt Zeyilnamesi ve Amerikan işgali sona erene dek sürer.
Zafer, emperyalist işgale karşı bağımsızlık savaşı veren yurtseverlerin, Küba halkının olacaktır. Bağımsızlığın kazanılması, burjuva cumhuriyetin kurulmasından sonra, bu kez Sosyalist iktidar mücadelesi kaçınılmaz olur. Küba burjuvazisinin ABD emperyalizmi ile işbirliğinin tüm sonuçları, “politika, ekonomiye hakimiyet, gerçek bağımsızlıktan yoksunluk, yolsuzluk, yaşam koşullarının bozulması, eşitsizlik, imtiyazlar, ayrımcılık, kanunsuzluk ve mafya, 50 yıllık ‘karikatür cumhuriyet’* süresince biriken tüm kötülükler, Fidel Castro’nun öncülüğünü üstlendiği bir devrimci patlama için gerekli koşulları yaratmıştır. Fidel Castro ve yoldaşları, 50’li yılların başlarında ulusal bir ayaklanma başlatmış ve -kahramanca bir mücadelenin sonrasında- bu yolsuz ve çöken sistemi ortadan kaldırarak zafere ulaşmıştır. O zaman, Küba gerçek bağımsızlığa; halkı da onura kavuşmuştur.” Ben söylemiyorum. Yazılama Yayınevinden çıkan 2008 Ocak basımı Küba Cumhuriyeti Anayasası isimli kitaba, Küba Cumhuriyeti Türkiye Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal imzalı Sunuş’da yazmış. Bu kez, 1959’da Küba’nın emekçi halkı, kendi burjuvazisine karşı Sosyalist iktidar savaşını kazanacaktır. 2002 Yılında, 1976 tarihli Küba Anayasası’na eklenen metni birlikte okuyalım:
“Sosyalizm, bu Anayasa tarafından kurulan devrimci, politik ve toplumsal sistem, bugüne kadar varolmuş en güçlü emperyalist devletler tarafından sürdürülen her türden saldırganlık ve ekonomik savaşa karşı verilen kahramanca direniş yılları boyunca çelikleşmiştir; ulusu dönüştürmek ve bütünüyle yeni ve adil bir toplum yaratmak konusundaki yeteneğini ispatlamış olan Sosyalizm geri alınamaz: Küba, asla kapitalizme geri dönmeyecektir.”(age)
Yıl 2022, 30 Mart’ta Rus birlikleri, Kiev’in kuzeybatısındaki Buça’dan çekilir.31 Mart’da, Buça belediye başkanı Anatoly Fedoruk, Rus askerlerinin şehri terk ettiğini söyler; 1 Nisan’da yerel savunma komutanı Sergey Korotkih, 2 Nisan’da Ukraynalı milletvekili Jan Belenyuk sevinçli videolar paylaşırlar. Bu videolarda sevinç vardır, sivil kıyımdan bahsedilmemektedir. 2 Nisan günü, Ukrayna polisi Rus askerlerinin çekilmesinden sonra Buça’da “temizlik operasyonu” düzenlendiğini, bu operasyon sırasında kentin “sabotajcılar ve Rus yardımcılarından temizlendiğini”, ayrıca “temizlik” boyunca, üç gün sokağa çıkma yasağı ilan edildiği bilgisini paylaşır. Rus Birlikleri, Buça’dan çekildikten sonra, 4.gün Ukrayna Dışişleri bakanı Dmitro Kuleba, Buça’da Rus Birlikleri tarafından “katliam” yapıldığını ileri sürerek G7’leri göreve çağırır! Ukrayna Yüksek Rada’sı, sosyal medya hesapları üzerinden yayınladığı (daha önce yayınlanan video ve iddilarda yer almayan) görüntülerle “Rusya’nın soykırım yaptığı”ndan bahisle, “Dünyanın Rusya’yı durdurması gerektiğini söyleyerek, uluslararası müdahale talep eder**. Bu açıkça, NATO’nun Ukraynalı Nazi iktidarının yanıda savaşa çağrılmasıdır..
“Ulusların barış ve özgürlük içinde bir arada yaşayabilmeleri ya da (daha uygun düşüyorsa) birbirlerinden ayrılıp, ayrı devletler kurabilmeleri için, işçi sınıfının yüce bildiği tam demokrasi, mutlaka gereklidir. Herhangi bir ulusa ya da dile ayrıcalık yok! Ulusal bir azınlığa karşı en ufak ölçüde baskıya ya da haksızlığa yer yok! İşçi sınıfının demokrasisinin ilkeleri bunlardır.”***
Birinci Emperyalist Savaşın sonunu belirleyen, Rus Çarlığı’nı ve Burjuva parlamentoyu devirerek, kendi Sosyalist iktidarını ilan eden Rusya işçi sınıfıdır. Rusya işçi sınıfının öncüsü Lenin, iktidarın burjuvaziden alınışıyla başlayan Sosyalizmin kuruluş sürecinde Brest Litovsk antlaşmasıyla, Rus Çarlığı tarafından işgal edilen Kars ve Ardahan illerinden olduğu gibi Ukrayna’nın Donetsk ve Donbass bölgesinden de çekilir. İkinci emperyalist savaş da, Yoldaş ve komutan Stalin öncülüğünde, Alman Faşizmine karşı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin zaferiyle sona erecektir.
İkinci Emperyalist Paylaşım savaşı sırasında, Ukrayna faşist sermaye iktidarı Alman Faşizmine her biri 80 bin kişilik üç tabur verir. Alman faşizmi üç koldan Leningrad, Moskova ve Stalingrad üzerinden Sovyetler Birliği sınırlarına dayanırken; Ukrayna faşizmi kendi egemenliği altında yaşayan, “ari ırktan” olmayan Yahudi, Rus ve Lehlerin toplu kıyımıyla tarihe geçecektir. Amerikalı film yapımcısı Oliver Stone tarafından yapılan 2016 tarihli, “Ukrayna Yanıyor” isimli belgeselde yayınlanan belgeye dayalı bilgilere göre; Volhunya’da 36.750 Polonyalı, 30-60 bin arasında Lehli, Kiev’de 33 771 Yahudi katledilir****. 1943’de Ukraynalı yurtseverlerle güç birliği yapan Kızılordu Alman ordularını kovalayarak Ukrayna topraklarına girdiğinde, Faşist liderler Amerika’ya sığınırlar. Rus nüfusun yoğun olduğu Doğu Ukrayna Batı Ukrayna ile birleşerek Sosyalist kuruluşu ilan ederler. Emperyalist kapitalist sermaye düzeninin her seferinde parçaladığı ulusal birliği sağlayan, bir kez daha işçi sınıfının birliğidir.
“Bazı güçler, (Lena altın madenleri gibi) milyonların döndüğü karlı işlerin pay sahipleri olarak görkemli bir yaşam süren kapitalistler ile toprak sahipleri, başka ulusların işçilerini, neye mal olursa olsun, birbirinden ayrı tutmak istiyorlar. Ortodoks hristiyan olsun Yahudi olsun, Rus ya da Alman olsun, Polonyalı olsun Ukraynalı olsun, sermayeye sahip herkes elele verip, bütün ulusların işçilerini sömürüyor.”***
1991’de Sovyetler Birliği parçalanıncaya değin, Amerika’da yaşayan Neonazi liderler, ihanet sonrasında yeniden sahne alacaklardır. 1943-1991 Yılları arasında, Soğuk Savaş boyunca ABD tarafından korunup kollanan Neonaziler, 1991’den sonra “bağımsızlığını” ilan ederek, Ukrayna’nın emperyalist çıkarlar gereği parçlanmasına öncülük ederler. Öyle ki, Rus nüfusun yoğun olduğu Donbass ve Donets’de sürekli faşizan saldırılar sonucu Rusya’yla birleşme kararı almak zoruda bırakırlar. Yetmez, emperyalist silahlı çete NATO’nun Karadeniz’e girmek üzere karargahı olmayı kabul ederek, ülkelerini ateşe atarlar.
“Sınıf bilinci taşıyan işçiler, her eğitsel, siyasal işçi örgütünde ve işçi birliklerinde (sendikalarda), bütün ulusların işçileri arasında tam birlikten yanadır. Bırakalım Kadet beyefendiler, Ukraynalılar için eşit hakların önemini küçümseyerek ya da yadsıyarak kendilerini rezil etsinler. Bırakalım, bütün ulusların burjuvazisi, ulusal kültür, ulusal amaçlar gibi sahte sözlerle avunsunlar.
İşçiler, ulusal kültür ya da ‘kültürde ulusal özerklik’ gibi tatlı-dilli sözlerle bölünmelerine izin vermeyeceklerdir. Bütün ulusların işçileri, bütün işçilerin malı olan örgütlerde tam özgürlüğü ve tam hak eşitliğini birlikte ve uyum içinde tutacaklardır.”***
Peki, 1991’den sonra emperyalist örgütler eliyle eğitilip, donatılan işbirlikçi, köktendinci ve faşist çeteler eliyle ulusal birliği, başka bir deyişle her ulusun kendi özelinde işçi sınıfının birliğini parçalayan, “sürekli savaş” doktrinin uygulama alanının ortasında kalan Türkiye kapitalizmi bu sırada ne yapıyor dersiniz. Satılacak herşey bittiğinde, fabrikalar, limanlar, otobanlar, havalanlardan sonra yerin altı ve üstü yani toprak ve su gibi madenler satılığa çıkarıldı ya da yağmaya açıldı. Yani, emekçi sınıflardan devlet zoruyla vergi, harç, haraç, enflasyon olarak tahsil edilen, yetmediği yerde yine emekçi sınıfların gelecek nesillerine değin borçlandırılarak yapılanlar, yapılacak olanlar sermayeye servet olarak aktarıldı. Sıra nihayet toprak ve suyun satılmasına geldi.
2000/60/EC- Su Çerçeve Direktifleri’ne dayanılarak, sadece Kuzey Ege, tek bir nehir havzası olarak ilan edildi, yapılmış ve yapılacak olan 97 adet proje icat edildi. Oysa, AB Konseyi tarafındna düzenlenen Direktifler, AB üyesi ülkeler arasında ortak nehir havzaları üzerinde kurulacak su yapılarının düzenlenmesine ilişkindi. Zira, sadece proje sahibi ülke değil, Trakya’da Meriç, Güneydoğu’da Dicle Fırat gibi, aynı nehir havzasını paylaşan diğer ülkeaçısından da sonuç doğurmakta. Yani, AB üyesi ülkelerin sadece kendi sınırları içindeki nehir havzaları için değil, ortak nehir havzaları için belirlenmiş ilkelerdir. Kuzey Ege Nehir Havzası ve inası planlanan 97 baraj projesi, bu ilkelerden çok uzaktır.
AB Üyesi ülkelerde, ulusal sınırları içinde su kaynaklarının üzerine kurulacak yapıların yaratacağı sonuçları öngören ÇED yönetmelik ve raporlarının, uygulamaları için 2001/42/EC Sayılı AB Stratejik Değerlendirme Yönetmeliği için Avrupa Konseyi tarafından Direktifler getirilmiştir. Türkiye kapitalizminin sahipleri, buradaki Stratejik kavramını, ÇED Yönetmeliğine ek olarak ikinci bir Stratejik ÇED Yönetmeliği hazırlamak olarak kabul edilmiş, SÇD Yönetmeliği hazırlanmıştır. Böylece, Kuzey Ege, bir bütün olarak tek bir nehir havzası olarak ilan edilmiş; bu bölgede olup da, Ege’ye dökülen tüm nehirler üzerine kurulması planlanan 97 baraj için, her bir nehir havzası özelinde tek tek ÇED süreci ve nihayet ÇED Raporu alınmaksızın, 97 proje için tek bir Stratejik ÇED Raporu hazılanmış, ÇED Olumlu Kararı ile Kuzey Ege Nehir Havzası Yönetim Nihai Raporu onaylanarak uygulamaya koyulmuştur. Ağır görev ihlali oluşturacak şekilde, sırf kamuoyunu ikna etmek, madenler yararına toprak ve suyun yağmalanmasına meşruiyet kazandırmak üzere, Yönetmelik çıkarmak ve uygulamak idarenin ÇED Kararlarını, ÇED Raporlarını, ÇED Olumlu Kararlarının geçerli hale getirmeyecektir. Zira, kanun hakkın suistimalini korumaz. Hukukun Üstünlüğü, insan kalıyla daga geçercesine konusu ve kapsamı farklı, uygun bulma kanunu ile iç hukuk kuralı olmaksızın, idari eylem ve işlemlerin altına yerleştirilen 2000/60/EC Su Direktifleri ve 2001/42/EC Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği Direktifleri, bunlara dayalı Kuzey Ege Nehir Havza Yönetim Planı ve SÇD yönetmeliğini, 97 baraj projesinin haklı ve meşru kılmaya, aklamaya, yetmeyecektir.
Sermaye iktidarı, toprak ve suyun metalaşması, sermayeye kaynak aktarımına konu olmak üzere devlet aygıtını ve tüm ideolojik araçlarını kullanır, her gün yeni bir projeyle gözlerimizi açarken, nihayet Maden ve Baraj ilişkisinde her türlü tartışmaya son veren bir adım daha attı. 1 Mart 2022/31765 Gün ve Sayılı Resmi Gazetede Yayınlanarak yürürlüğe yürürlüğe giren, “Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile 21/9/2017 tarih ve 30187 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Maden Yönetmeliğinin 115’inci maddesine eklenen bir fıkrayla, maden işletmelerine, zeytinliklere, üstelik zeytin üreticisinin iradesi alınmaksızın, girme hak ve yetkisi verildi.
Hemen ertesi gün, tüm Ege, bir kaç saat içinde iki traktör arasına çekilmiş kesici ile binlerce zeytinin katline uyandı. Barajlar bitince, Kazdağları ve Madra dağlarında ruhsatlarını almış olan diğer madenler çalışmaya başlayacak, aşağıda suya el koyulmasıyla, kuraklık ve susuzluğa sürüklenen üreticinin zeytinliklerini de önüne katarak dağı taşı yağmalayacaktır; kimsenin şüphesi olmasın. Adil ve etkili bir yargıya erişim hakkı kullanılarak, Danıştay nezdinde yargıya taşınan Kuzey Ege Nehir Havzası Yönetim Nihai Planı ve Stratejik ÇED Yönetmeliğinin iptali, mücadelenin hukuki ayağı olup, doğrudan etkilenecek Çanakkale, Balıkesir, İzmir ve Manisa illerinde yaşayan, üreten kamuoyu davaya katılmaya davetlidir. Gücümüzü birleştirirsek, biz kazanırız. Toprak ve su, herkes için temel yaşam kaynağıdır. Toprak ve suyun metalaştırılmasına, sermayeye kaynak olarak aktarılmasına karşı mücadele, emekçi sınıfların yaşam ve iktidar mücadelesidir. Ertelenemez. İhmal edilemez. Kağıt üzerinde de olsa, Anyasa ve uluslarası sözleşmelerde güvence altına alınan hukukun üstünlüğü ve yaşam hakkı vazgeçilmezdir.
- Küba Cumhuriyeti Anayasası, Yazılama, Ocak 2008
** www.sol.org.tr/haber/bucadaki-goruntulere-dair-neler-biliniyor-supheli-noktalar–neler-331495
***LENİN, “İşçi Sınıfı ve Ulusal Sorun”, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Sol Yayınları, Birinci Baskı, 1979
**** STONE, Oliver, Ukranie of Fire, 2016
- “Güneş Toprağı” Afganistanlı Taş İşçileri ve “Gölgeler Turnuvası” - 13 Haziran 2024
- Anayasa Değişikliği Ya Da “Working Class Hero” - 4 Mayıs 2024
- Bu Adamlar Neye Gülüyor? - 20 Nisan 2024