DSÖ/WHO Laboratuvarı Olarak Türkiye

[Medyada yer alan ve “ilgililerce” doğrulanan haberlere göre Suriye’li hekimlerin -gerçekten hekimler mi?- Türkiye’de çalışmasının önü açıldı. Anlaşılan o ki günden güne hızla artan hekim göçüne / hekimlerin “ayrılışına” karşı böyle bir önlem alınmak isteniyor… Dünya Sağlık Örgütünün Türkiye’de yürüttüğü ve bir kısmına gözlemci olarak katıldığım sürece dair izlenimlerimi içeren aşağıdaki metin bundan dört yılı aşkın bir süre önce yazılmış ve yayınlanmıştır.]

Birkaç ay önce emperyalistler her zamanki benzer bahanelerinin arkasına sığınarak –Suriye’de Esad ordusunun kimyasal silah kullandığına dair- Suriye’de belirli merkezleri bombalamaya başladığında ABD, Fransa gibi bu harekâta katılan saldırgan güçlerin sözcüleriyle hemen hemen aynı zamanda tarafsız olduğu düşünülen ve bir Birleşmiş Milletler kuruluşu olan Dünya Sağlık Örgütü’de (WHO/DSÖ) Esad Ordusunun/Güçlerinin kimyasal silah kullandığına dair bildirimlerde bulunuyor ve kimyasal silah yaralanmalarına dair belirtilerin varlığından söz eden açıklamalar yapıyordu.

Yakın tarihte çok defalar gördüğümüz üzere tümüyle maniplatif müdahaleler içeren ve dezenformasyondan başka bir şey olmayan bu açıklamalar DSÖ tarafından daha sonra yalanlanmadı. Ve beklenildiği gibi –ya da herkesin bildiği gerçek- daha sonra “kimyasal silah kullanıldığına” dair söylem tümüyle unutuldu. Kimyasal saldırı olduğuna dair kanıtlar her nedense bulunamadı. “Kimyasal silah kullanımı” söylemi eylemi/beraberindeki katliamı meşru kılmak için üretilmiş ve kanıksanmış çokça yalandan biriydi ve “bağımsız/tarafsız” DSÖ’de bu söyleme sahip çıkarak Suriye’de emperyalistler tarafından başlatılmış olan iç savaşta taraf olduğunu ilan etmekteydi. Kuşkusuz verilen paranın düdüğü çalınmaktaydı.

Bu kısa yazının konusu bu yalanın deşifrasyonunu tekrarlamak değil; o kadar açık bir durum ki buna gerek yok. Söz etmek ya da paylaşmak istediğim konu aslında DSÖ’nün en başından beri bu savaşta taraf olduğunu kanıtlayan/doğrulayan ve Türkiye’yi söz edeceğimiz konu bağlamında bir laboratuar olarak kullanan bazı projeleri hakkında rastlantısal olarak şahit olduğum ve Gaziantep, Hatay ve Mersin’de çalışan hekim ve sağlık çalışanı arkadaşlar aracılığıyla doğrulama fırsatı bulduğum bu proje hakkında bilgi vermek, sahip olduğum bilgileri paylaşmak.

Geçtiğimiz kış aylarında özel bir çalışma amacıyla bulunduğum Gaziantep ve Antakya’da şahit olduğum bir “durum” yukarıda söz ettiğim “rastlantı” olgusunu açıklar. Her iki ilde de pek göz önünde olmayan otellerde yapılan bir “eğitim” organizasyonuna rastlamam ve “eğitim” programının içeriğini sorgulamamla başlar bu rastlantı. Mısır’dan gelen ve tıp doktoru olduğu iddia edilen ve adı özenle gizli tutulan bir kişinin yaptırdığı bir eğitimdi bu. 20-30 kişilik, “hekimlerden oluştuğu” söylenen gruplara bir hafta süreyle savaş tıbbı üzerine eğitim yapılıyordu. Eğitimin sürecinin düzenlemesini yapan firmalar aracılığıyla yaptığım kısa bir sorgulamada katılımcıların neredeyse tümünün Suriye’de savaştığını (!) ve eğitimlerinin tamamlanmasının ardından tekrar görevlerini ifa etmek üzere Suriye’ye geçeceklerini öğreniyordum. Rahatlıkla söyleyebilirim ki katılımcıların tamamı Esad muhalifi/ÖSO/IŞİD taraftarıydı; bellerinde silahla otel lobisinde dolaşan ve hekim olduğu iddiasıyla savaş tıbbı eğitimi alan bu kişiler yoksa neden düzenli olarak “şehit olduğunu” iddia ettikleri ÖSO/IŞİD militanları için cenaze namazı kılsınlar! Konumuz özelinde ekleyeceğim bir husus daha var o da bu süreci tümüyle DSÖ’nün finanse etmesi ve programlamasıdır.

Oldukça rahatsız edici bu konuyu irdelediğimde Türkiye’nin de (Sağlık Bakanlığı –SB- aracılığı ve kontrolünde) onay verdiği bir “laboratuar işlevi” olan çok daha geniş kapsamlı ve vahim sonuçları olabilecek olan bir başka ve “DSÖ projesi” ile tanıştım.

Proje son derece “insancıl” bir retoriğin arkasına gizlenmişti. “Suriye’den Türkiye’ye göçen –bu arada bu göçlere/göç uzunca bir süre uluslararası hukuki bir tanımlama/adlandırma yapılmadığını da anımsatalım- milyonlarca kişiye sağlık hizmeti verilmesi” bu retoriğin temel dayanağını oluşturmaktaydı. Göç eden nüfusun çokluğu ve yaşam şartlarının olumsuzluğu kuşkusuz sağlık hizmeti sunumunu ve aciliyetini zorunlu kılıyordu. Burada bu “proje” devreye girdi; önce temel sorunlar insancıl bir söylemle tanımlandı; bunlar 1) Türkiye’de yaşayan üç buçuk dört milyon kadar “Suriyeli” vardı 2) Yaşam şartları, yoksunlukları ve yoksullukları özel planlanmış bir sağlık hizmetini gerekli kılıyordu 3) Türkiyeli hekimlerin ve sağlık çalışanlarının bu gruba hizmet vermesi zordu. 4) Bu zorluğun nedenlerinden birisi “dil sorunuydu” 5) Diğer bir sorun Türkiye sağlık örgütlenmesindeki yetersizliklerdi… vs.

Bu temel başlıklarla tanımlanan sorunların çözümü için “proje” devreye sokuldu. Geniş kapsamlı bu deney projenin finansı DSÖ ve bu savaşa bizzat taraf olanlar ve savaşı çıkaranlar tarafından sağlanacaktı. Ve tekrarla projenin kâğıt üzerindeki amacı son derece akılcı görünmekteydi: Suriyeli “misafirlerimiz” sağlık hizmetlerini onlarla birlikte Türkiye’ye gelen Suriyeli hekim ve Suriyeli sağlık çalışanlarından alacaklardı…

Şimdi öğrenebildiğim ve izleyebildiğim kadarıyla bu projenin sürecinin aşamalarını özetleyeyim:

Bu “fikrin” ortaya atılmasının ardından çeşitli kanallardan ya da kurulan ilişkiler aracılığıyla Türkiye’ye göçen Suriyeli hekim ve sağlık çalışanlarına bir çağrı yapılır; çağrıda çeşitli eğitim süreçlerinin ardından Suriyeli hastalara bakmak üzere oluşturulacak merkezlerde maaş karşılığı çalışabilecekleri söylenir. Maaşlar uluslararası finansörlerin DSÖ/AB aracılığıyla aktardığı kaynaklarla ödenecektir. Burada ilk –ve çok ciddi- sorun ortaya çıkacaktır ve bu sorun aynı ciddiyetle örtbas edilir. İki ülke arasında savaş durumu olduğu için diploma eşdeğerliliklerinin saptanması olanaksızdır, diğer taraftan birçoğu da “alelacele kaçtıkları için” diplomalarını yanlarına alamadıklarını söylerler! Bu durum sürece dahil olan görevlilerce anlayışla karşılanır, kendilerine “beyanlarının değerlendirileceği” söylenir. Evet, yanlış okumadınız: hekim olduğunu ya da sağlık çalışanı olduğunu beyan edenlerin bu durumları özel koşullar dikkate alınarak değerlendirilecektir.

Değerlendirme şu şekilde yapılmıştır: başvurular yoğun nüfusun olduğu illerde belirli merkezlerde toplanmış buraya giden 3-4 kişilik “hoca/akademisyen” ekibinin kısa bir sözlü sınavına –başarısız deme olasılığının “çeşitli” nedenlerle az olduğu- alınan ve bu sınavı geçenlerin hekim ya da diğer sağlık çalışanı olduğuna karar verilerek mesleğini icra etmek üzere sonraki başlangıç eğitimlerine katılmalarına karar verilmiştir. Yaklaşık olarak üç bine yakın kişinin mesleki yeterliliğinin bu şekilde onanmış olması skandal ötesi bir durumdur. Nitekim izleyen zamanlarda birbirlerini tanıyan göçmenler arasında şikâyet ve ihbarlarla hekim/sağlık çalışanı olmadığı iddia edilen –olmayan- birçok vaka görülmüştür. Aynı zamanda bu kişiler arasında IŞİD militanı olduğu için gözaltına alma ya da ülke dışına çıkarılma olayları da görülebilecektir. Aynı şekilde “eğitim” sırasında Işıd militanları için toplu cenaze namazı kılma gibi gösterilerin olması ya da “eğitime” katılanların “biz Türkiye’ye hilafeti getireceğiz” vb. sözlü saldırıları şaşırtıcı olmamaktadır. Ama genel izlenimler örnek olsun hekim olmayan kişilerin bu süreci bir şekilde –yakalanmadan, tanınmadan, itelenerek vs- tamamlayarak hekimlik yapacağı doğrultusundadır!

Her ne kadar bu kişilerin sadece Suriyeli hastalara bakacakları söylense de TC vatandaşlığına geçmeleri ve Türkçe sınavını vermeleri halinde Türkiye’de hekimlik yapmalarının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Nitekim İstanbul’daki arkadaşlar aracılığıyla öğrendiğim bir bilgiye göre bu süreçleri tamamlayan İstanbul’da birçok Suriyeli göçmen “hekim” aile hekimliği yapmaya başlamıştır.
Bu ön görüşmenin ardından ya da sözlü sınavın başarıyla geçilmesinin ardından Suriyeli -“beyanla”- hekim ya da sağlık çalışanı olanlar nüfusun yoğun olduğu illerde Türk sağlık sisteminin anlatıldığı 3-4 günlük teorik eğitime tabi tutulurlar, çevirmenler aracılığıyla yapılan eğitimin durumu meşru kılmak amacı dışında bir işlevi olmadığı söylenmektedir. (Bir diğer ara not, bu kişilerin önemli bir kısmının köktendinci/rejim muhalifi olmalarıdır.) Benzer illerde beş yıldızlı otellerde düzenlenen bu organizasyonlarda “seçilmiş/yandaş” akademisyenler katılmakta ve ders başına binlerce lira almaktadırlar. Sadece bu süreçte DSÖ/Fonlar aracılığıyla harcanan para bile birçok sağlık sorununun çözümüne destek olacak miktardadır. Ancak yoktan sağlıkçı var etmek gibi şaşırtıcı bir DSÖ/SB projesinin laboratuar sürecine değer olduğu düşünülmektedir.

Bu sürecin tamamlanmasının ardından pratik eğitime geçilir! Suriyeli nüfusun yoğun olduğu yerlerde kurulan “göçmen sağlığı etimim merkezi” adı verilen yerlerde ilk iki aşamayı geçen hekim ve sağlık çalışanları iki aylık pratik eğitime alınırlar. Pratik eğitim çoklukla mecburi hizmeti yapan Türkiyeli genç hekimlerin gözetiminde gerçekleşir. Burada en temel tıbbi bilgilerden ve beceriden yoksun olduklarının kesin bir şekilde görülmesine rağmen, hekim olmadığına inanılan birçok kişiye de –işin içine tehdit unsuru da girdiğinden- başarısız denilemez. (Zaman zaman değerlendirme yapacak olan Türkiyeli hekimlerin Suriyeliler tarafından bu bağlamda tehdit edildiği de edindiğim bilgiler arasında yer almaktadır.) Bu süreci başarılı olarak tamamlayanlar artık Suriyeli hastalara bakmak üzere oluşturulan birimlerde çalışmaya başlayacaklardır. (İlginç bir diğer konuda bu hizmetin sadece Suriyeli göçmenlere verilmesidir. Diğer ulus ya da etnik gruplardan olan göçmenlerin (Kürtler ve Türkmenler) DSÖ tarafından planlanan bu projeden yararlanamadığı da tarafıma aktarılan bilgiler arasında yer almaktadır.) Beyanla başlayıp tehdit ile tamamlanan bu sürecin ardından hukuki sürecin getirdiği zorunluluklar tamamlandığında bu kişilerin Türkiye’nin herhangi bir yerinde hekimlik, hemşirelik vs yapmalarının önünde hiçbir engel bulunmadığını tekrarlayalım.

Tolga ERSOY
Latest posts by Tolga ERSOY (see all)