“Beton Asfalt”

Kim bilir kaç yıldır, her haber okuduğumda yaşadığım şeyi yaşıyorum yine. İçimde susturmaya çalıştığım, bir küçük çocuk gibi başını okşayıp sakinleştirdiğimi sandığım öfkem, harekete geçiyor. Bağırsaklarımdan mideme, sonra yutak borusuna doğru yükseliyor, ekşi ekşi, sası sası. Banyoya koşuyorum. Öfkem sindirim sistemindeki ters sırayı takip ederken ben elimi yüzümü yıkıyorum. Aynadaki gözlerimden, yüzümdeki gerilmiş ifademden korkuyorum. Çabucak sokağa atıyorum kendimi. Yürürken toprağın şöyle bir gerinip, ardından hızla silkelenip asfaltı yorgan gibi üstünden atmasını hayal ediyorum. Hepimizi atsın üstünden istiyorum hepimizi. Toprakla asfaltı bir yastıkta kocatmaya kalkan insanların ne büyük günah işlediklerini biliyorlar mı? Ne zaman bildi ki? Umudum var topraktan. Toprak dişidir doğurur, yetiştirir ve besler. Mücadele eder. Bizim gibi yüksekten atıp tutmaz. Bir güzellik olacak biliyorum. Gri asfalta eğiyorum başımı, gözlerimi ayırmadan nefes nefese yürüyorum. Bir minik kıpırtı görmek istiyorum asfaltta, minicik. Adımlarım hızlanıyor. Griden nefret ediyorum. Gri asfalt, gri evler, gri duvarlar, gri kıyafetler, gri… gri… gıpgri…

Okuduğum haber aklıma geliyor, hayır haberler geliyor, peş peşe, bir sürü “öldü-öldürüldü, dövdü-dövüldü, vurdu- vuruldu, içeri atıldı-içerden çıktı, iyi hal indirimi-her şekilde iyi hal indirimi, takım elbise-kravat indirimi, etek giymeseymiş-sokağa çıkmasaymış-evde otursaymış, sevmeseymiş- ölseymiş, açsa ağaç kökü kemirseymiş-pasta yeseymiş, hayvana eza-hayvana ceza, o caiz-bu değil, o helal-bu değil… Gitmiyor aklımdan haberler… nefes nefeseyim. Kimsenin yüzüne bakmıyorum. Yere asfalta bakıyorum. Gözüm üzerinde. Bir hareket bekliyorum.

Hayır! Düşünmek yok haberleri. Haberler yok, haberler yok, tekrarlayarak yürüyorum. “Güzel şeyler düşün” diye ikna etmeye çalışıyorum kendimi. Kuşlar, çiçekler olabilir örneğin. Ağaçlar. Bir ağaç kaldı mı, şu ülkede, ha kaldı mı? Sesimin yükseldiğinin, elimin kolumun hareketlendiğinin farkındayım. Duramıyorum. Bir ağaç, bir orman, bir ova, bir koy… aniden duruyorum. Omuzlarım çöküyor. Asla asfalttan gözümü ayırmıyorum. Tekrar yürümeye devam ediyorum. Gri spor ayakkabıma takılıyor gözüm, kendime sinir oluyorum. Ne o öyle gri gri. Tamam tamam gri yok, gri yok. Zihnimi yönetmeye çalışıyorum. Güzel şeyler düşün diyorum. Renkler. Evet renkler. Kırmızı. Ah ne ısıtır insanı. Aşktır, sevdadır, candır. Sıcacıktır. Sıcak? Kırmızı. Haydarpaşa. Haydarpaşa’yla yandık kül olduk o gün. Kırmızı. Sıcak, cayır cayır. Eridik de kaldık rayların üzerinde. Caddenin karşısına geçmek istiyorum. Trafik lambasında kırmızı yanıyor. Duruyorum. Hep beraber duruyoruz. Kırmızı ışıkta, sarı ışıkta, yeşil ışıkta. Hep duruyoruz aslında. Öyle işte mal gibi. “Ne milletmişiz be” diyorum? Yine sesim yükseliyor, elim kolum hareketli. Kimseyi görmüyor gözlerim. Artık utanmıyorum söylenirken. Karşılıklı geçişiyoruz yaya geçidinde insanlarla. Ne kadar renksiziz, hepimiz kara ve griler giyiniyoruz. Kara ve griyiz. Kaşımız kara, gözümüz kara, üstümüz başımız gri. Birkaç kırmızılı, sarılı geçiyor yadırgıyorum. Olsun, çoğumuz karalı ve griliyiz. Yalnız değiliz. Ya ben diyorum kendime; çocukken kırmızıyı çok severdim, elbisem kırmızı, ayakkabım kırmızı olsun isterdim. Olurdu da. E nerede o renkler? Kim çaldı? Hangi ara? Çalmışlar biz ahir uykuda. Bir şeyi kovalar gibi savuruyorum kolumu. Çarpıyor, kulağıma gelen küfürden anlıyorum birine çarptığını. Tamam kara renk yok. Haber: Taş kömür madeninde 263 ölü. Grizu patlaması. Haber: Almanya’da 40 yıllık süre içinde madenlerinde sıfır ölü.

Ay şimdi patlayacağım. İçim içime sığmıyor, sahile doğru koşar adım yürümeye devam ediyorum. Sahile kadar gri asfalt. Bilmem ne seçim otobüsü geçiyor gri. Bayraklar renkli. Gri fil üzerinde pireler zıp zıp zıplıyorlar. H.Boch’un bir tablosundan kesit canlandırılıyor sanki. Fantastik bir an. Ama onun resimleri kadar renkli değil. Gri fil, zıp zıp zıplayan pireler… Gerçek mi bu? Aklım oyun mu oynuyor? zıplayan pireler… pireler kara. Yoksa gri mi? Kadının kucağındaki çocuk “Filler!” diye bağırınca rahatlıyorum. E tamam çocuk da gördü. Annesi kızıyor “ne fili kızım otobüs onlar.” Kim çıplak anlayamıyorum. Hiç anlamadık ki? Anladık mı kim çıplak? Yooo… Anlamak istedik mi? Yooo… Kim çıplak kardeşim söylesenize?

Deniz gri, sahil gri, bulut gri. Beton beton sahil. Aralarda bir metre karelik yeşillikler var. Süs olsun diye. Otlayalım diye. Yok artık! Koyun muyuz biz? Değiliz. Kim koyun kardeşim? Gittiğim yönden vaz geçip aniden ters yöne gitmeye başlıyorum. Hafif rüzgar esiyor. İyot kokusu iyi gelecek gibi. Sakinliyor muyum ne? Adımlarım hızını ve hırsını yitiriyor. Uzaktan neşeli, çocuk sesleri geliyor. Parka doğru ilerliyorum. Bir kız çocuğu kaydırağın merdiveninin en başında. Kararsız. Öylece duruyor. İnmek istemiyor aşağı. Ürkek. Anne “hadi ama yeterince oynadın gidelim artık” diyor. Oynamak? Hayır hayır. Gelme aklıma. Hayır! Olmuyor, geliyor haber alnımın ortasına oturuyor. Haber: Çocuk yaşta evlendirilen Ayşe “oyun oynuyordum meğer düğünüm varmış” diye anlatıyor yıllar sonra. Sekiz çocuk, bilmem kaçı ölü. Çocuk adı üstünde çocuk. Onu veren aileye, onu alan herife ve onu çocuk yaşta evlendirilmesine dur demeyen yasalara lanet ediyorum. Çok yorgunum. Gözüm asfaltta. Çocuk eve gitmemek için direniyor. Ağlıyor. Sesinden kaçıyorum. Çocuktan kaçıyorum. Ağlamasından kaçıyorum. Kendimden mi kaçıyorum?

“Hadi artık sevgili toprak at şu asfaltı üzerinden, hepimizi denize at hadi diye” söyleniyorum. Yok basbayağı bağırıyorum avaz avaz, elimi kolumu sallayarak. Hesap soruyorum, senden, ondan, en çok da kendimden. Karşıdan gelen adamın tam karşısından yürüyorum hızla. “Nasıl alıyorsun o çocuğu koynuna? Nasıl kıyıyorsun?” Karşıdan gelen adam şaşırarak bana bakıyor. “Nasıl alıyorsun bir çocuğu koynuna söyle?” diyorum. Hızla geçişiyoruz. Adam kara, adam gri, adam beton.

Başım ağırlaşıyor. Omuzlarım başımı taşıyamıyor. Yürümekte zorlanıyorum. Elimi başıma götürüyorum bir beton kadar sert. Çimento kokusu var etrafta. Hayır, çok yakınımda bu koku. Üstüm başım çimento kokuyor. Zınk diye duruyorum. Korkuyu midemde hissediyorum. Beton yemiş gibiyim. Ellerim gri, pütürlü, sert. Yavaş yavaş betonlaşıyorum. Şimdi değil, şimdi değil. Daha toprak üstüne yorgan gibi serilmiş asfaltı atacak üstünden. Biliyorum yapacak. Olmaz! onu görmeden olmaz. Ayaklarımın altında bir hareket var. Ağırım, sertim, griyim. Bir sarsıntı daha geliyor. Devrilecek gibiyim.

Kara tarafına bakıyorum. Toprağın silkelenip üzerinden attığı beton yırtılarak sahile, bana doğru geliyor. Asfalt, gri asfalt bir tütün sarar gibi yuvarlanarak yaklaşıyor. Ne varsa gri beton asfalt bina duvar hepsini alıyor içine.
Toprağın üstünde çocuklar, ağaçlar ve her rengi görüyorum, her rengi. Bir gri yok, bir gri.

Canan GÜLDAL
Latest posts by Canan GÜLDAL (see all)