Çok az sayıda insanın ölümü, yaşamın anlamı ve değeri üzerine düşünmeye iter. Bunlardan biri Sokrates’in ölümüdür. Edebiyatta ise, Tolstoy’un muhteşem eseri İvan İlyiç’in Ölümü, boşa geçirilmiş bir hayatın en son damlasının ne kadar acı verici olduğu üzerine bir söyleşidir. Tolstoy, ölüm üzerinden yaşam hakkında bir düşünme sürecine davet eder bizi.
Alan Parker’in filmi, “David Gale’in Yaşamı” ise, Tostoy’un tersine, Gale’in yaşamından yola çıkarak ölüm üzerine düşünmeye çağrı çıkarıyor. Ölüm cezasına çarpıtılmış bir felsefe profesörünün sorduğu “Nasıl iyi bir ölüm olabilir?” sorusunu, onun yaşamını odağa alarak beyazperdeye yansıtıyor.
Aslında Tostoy ya da Parker, her ikisi de yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide nefes alıp veren karakterleri sahneye çıkararak, “Yaşamın anlamı nedir?” gibi ebedi-ezeli bir soruyu önümüze koyuyorlar.
Parker’in filminin katmanlarını birbirinden sıyırarak üçlü bir yoruma gidebiliriz belki. En yüzeyde yer alan katmana, seyircisini yanıltmak istercesine bir sorun iliştiriyor yönetmen: Ölüm cezası karşısında nasıl bir tutum takınmak mümkün olabilir? Ve filmin kurgusu öyle gelişiyor ki, seyirciyi gayret sarf etmesine hiç gerek olmadan şu sonuca ulaştırıveriyor: Ölüm cezası telafi edilemez bir cezadır; bu yüzden de reddedilmesi gerekir. Hazır bir soruya, hazır bir cevap! Değil mi? Ancak sadece bu soru ve yanıt üzerinden işlenen bir eser olarak yorumlarsanız, sıradan bir Holywood ürünü olmaktan öteye geçmeyecektir film. Bu durumda Parker’ın tuzağına düşmüşsünüz demektir!
Öyleyse ikinci katmana geçelim ve Gale’in bir felsefe profesörü olmasından yola çıkalım. Filmin başlangıç kısmındaki sahnelerden birini hatırlayalım: Gale, Üniversite’de (ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Harvard’da çok yetenekli ve hatta dahi olarak görülen bir profesördür) ders vermektedir. Dersin son dakikalarında Lacan’ın fantezi üzerine düşüncesinden söz eder. “Arzu nesnesi” olarak tanımladığı ve insanların hayatları boyunca ulaşmaya çalıştıkları, bir fantezi olmaktan ötürü değer taşıyan, ulaşıldığı an değerini ve anlamını yitiren, ele geçirilmiş boş bir nesneye dönüşen isteklerimizden söz eder Lacan ve insanların bu istekler peşinde yaşamlarını harcadıklarını belirtir. Oysa, der, Gale, Lacan bize yaşamın anlamının başka bir yerde olduğunu göstermeye çalışır: Hayatını ideallerin uğruna yaşabilmekte ve başka insanlar için bir şeyler yapabilmekte.
Gale, öğrencilerine tutkuyla anlattığı Lacan’ın bu düşüncelerini yaşamına geçirmiş bir kişilik olarak çıkar filmin ilerleyen sahnelerinde. Ölüm cezasına karşı hızlı bir muhalefet yürüten DeathWatch’un önemli ve etkili üyelerinden biridir; hatta bu örgütün vitrindeki yüzüdür. Kadın arkadaşı … ile birlikte kamuoyunu bu konuda uyarmak ve etkilemek için canhıraş çalışırlar.
Talihsiz bir olay, okuldan atılan öğrencisiyle cinsel ilişkiye girmesi, Gale’in hayatını alt üst eder. Karşımıza, bilgili, ne yaptığını bilen, mücadeleci felsefe profesörü yerine, bir anlık zevk için (Lacan’ın düşüncelerinin tam tersine) iradesini ve tüm hayatını mahkum eden, alkolik, yüzleştiği sorunlarla baş edemeyen, yaşamın akıntısına kapılmış, itilmiş ve adeta ölümden başka çaresi kalmamış, zayıf ve düşmüş bir karakter çıkar. Taban tabana zıt iki kişiliği içinde barındırır sanki Gale. Ama aslında öyle değildir; yönetmenin tam da anlatmak istediği bu kişiliklerin birinden diğerine geçmenin öyle zor olmadığı; hatta ikisinin birbiriyle örtüştüğü; birbiri içinde eridiği düşüncesidir. Felsefe ile uğraşan bir profesörden, ezik bir karaktere dönüşen Gale’i önümüze koyar ve şöyle seslenir: “Dur bir dakika, hemen önyargılarına teslim olma; düşmüş, toplum dışına itilmiş ve ezik diye kodladığın insanlara yönelik yargılarını bir gözden geçir, onları sorgula!” Çünkü yönetmen filmin final kısmında bizi tekrar ters yüz edecek, bu düşmüş karakterden bir “kahraman” çıkaracaktır; hayatını bir değer ve ideal için feda eden gerçek bir filozof.
Hayatını, bir değer ve ideal için feda eden Sokrates ile filmin kahramanın ilişkisi ise üçüncü katmanın içinde özenle yerleştirilmiş; adeta filmi baştan sonra kat eden; katmanları yalayıp geçmeyen, içlerine nüfus eden ve onlara nefes veren bir tema olarak örülmüş. Gale, tecavüzle suçlanmıştır, aklandığı halde hayatı yoluna girmez. Oğlunu ve karısını, evini ve üniversitedeki işini kaybeder. Artık hiçbir yerde istenmeyen beş parasızın tekidir. Yoksul ama gururlu Gale’in sokakta içkili dolaşıp, etrafındaki insanların onu dinleyip dinlemediğine aldırmaksızın Sokrates’ten bağıra bağıra söz ettiği sahne, filmin en dramatik sahnelerinden biridir. Sokrates’in mahkemesini anlatır. Filozofun, hayatı boyunca değer verdiği şey; düşünmek ve felsefe yapmaktan vazgeçmemek, insanlara düşünmeyi öğretmekten ödün vermemek için ölüme mahkûm edildiği sahneyi bağırmaktadır Gale. Tarihin en bilinen ve en fazla ders verici ölümlerinden biridir Sokrates’in ölümü. Ölüm cezasına çarptırılır; hem de Atina Tanrılarını reddettiği, yeni bir Tanrı yarattığı ve düşünceleri ile gençleri baştan çıkardığı için. Sokrates’inki “güzel” ölümdür. Çok sevdiği Atina polis’ine yurttaşlarının “Güzel Kent” adını verdikleri gibi. Ölümü, bu güzel kent için, onun daha yaşanabilir; daha adil bir yapıya kavuşması için; içinde yaşayanları ise yaşamın biricik değeri ve anlamı olan “düşünmek yoluyla erdemli” kılabilmek içindir. Sokrates’in mahkemede, ikinci yargılanmasında ölüm cezasının bağışlanması için ödemesi önerdiği miktarı bağırır Gale sokak ortasında: 30 dolar. Bağışlanması için o dönem geçerli olan 30 mina ödemeyi önermiştir Sokrates. Mahkeme üyelerini en fazla sinirlendiren ve cezayı onamalarına neden olan da bu alaycı tavırdır. Aslında alaycı değildir Sokrates; ironi yapmaktadır: en büyük ironisi ise, hayatı yücelttiği için ölümü seçmesidir. Tıpkı Gale gibi… Gale, planlı, “güzel” bir ölüm seçmiştir; hayatı boyunca mücadele ettiği ölüm cezasının saçmalığını göstermek için ölüm cezasına mahkûm olarak ölmeyi.
Sokrates, Agora’da, köylerde, bahçelerde dolaştığında çevresindeki insanlara sorular sormakta, onlarla insancıl bir söyleşiye girebilmektedir. Oysa Gale’in sözleri, bir bağırış içinde dile gelmektedir; kalabalık umursamaz ve kayıtsızdır. Sözleri, sarhoş bir adamın saçmalıkları, anlamsız bir gürültü gibi gecenin boşluğunda çınlamaktadır. Antik dönemin filozofunun tersine; modern insan (modern düşünen-bilge insan) için var olma koşulları neredeyse kalmamıştır. Sözünü anlatabilmesinin tek yolu, bir tür “şok terapidir”; ancak ölüm yoluyla bir uyarı gönderebilmektedir; kendisine bakılmasını (dinlenmesini değil) sağlayabilmektedir. Kitle iletişim araçlarının ve siyasetin körleştiren kuru gürültüsü içinde, bu bakış da yitip gidebilmektedir.
Filmin şimdiye kadar hiç söz etmediğimiz diğer karakteri, gazeteci, onun öldürdüğü iddia edilen kadın arkadaşı ile birlikte seçtiği ölümü hakkındaki gerçeği açığa çıkaran ve aslında Gale’in hayatını görünen katmanda yaşamadığını, aslında ne için öldüğünü özellikle oğluna aktarması için başından geçenleri anlattığı genç kadın gazeteci ise Gale ile taban tabana zıt karakterdedir. Zeki, donanımlı, cesur ama “arzu nesnesi”nin peşi sıra sürüklenen; fantezilerinin esiri olmuş, haber kovalayarak ün sağlama ve meslek hiyerarşisinin basamaklarını tırmanma peşinde olan hırslı insan. Ölümünden önce ona, oğlundan kalan tek hatırayı, oyuncak koyunu gönderir. Bir kart iliştirmiştir oyuncağa; özgürlüğün anahtarı burada yazan. Oyuncağın içinden bir kaset çıkar: Öykünün gerçeği. Buraya kadar anlatılanların tümü… Çevrim tamamlanır…
“Söz”ün yetersizliğine kanaat getirmiş Gale, yine de umudunu kaybetmemiş olmalı; aksi durumda ölmeden önce kendisi için en kıymetli olan bu “nesne”yi çok az tanıdığı bir gazeteciye göndermezdi, değil mi?
- Mustafa Öztürk’ün İslamcılarca linç edilmesi: Teoloji siyasetin hizmetinde - 7 Aralık 2020
- Devletin soyut bedeni - 30 Kasım 2020
- Cumhuriyetin ruhu (ilkesi) erdemdir - 1 Kasım 2020