AKP neden savunmada? Millet İttifakı’nın psikolojik üstünlüğü nereden geliyor

2018 seçimlerini tartışmaya çalıştığım bu serinin ilk yazısını (29.04.2018) “İtilaf’ın bu psikolojik üstünlüğü, 25 Haziran sabahı için bir hukukî galibiyeti garanti eder mi?” sorusuyla bitirmiştim. İtilaf Partileri’nin (CHP, İyi Parti, Saadet, Demokrat Parti, hatta İyi Parti’nin) bu psikolojik üstünlüklerini, bir stratejik üstünlüğe tahvil edemedikleri takdirde başarıya ulaşmalarının da zor olacağını eklemiştim. Bu hafta, AKP’nin psikolojik üstünlüğü neden muhalefete kaptırdığı, savunmaya geçtiği; daha doğrusu geçmek zorunda kaldığı üzerine durmak istiyorum.

AKP Neden Savunmada?

AKP’nin psikolojik üstünlüğü yitirmesi, oyun kuruculuktan takipçiliğe sürüklenmesi, AKP’den Sonrası’nın tartışmaya açılması, AKP’nin yenilmezlik mitinin dağılması,  sosyal medyadaki tamam ve sıkıldık eylemleriyle de iyice ayyuka çıktığı şekliyle AKP’ye karşı bir toplumsal muhalefetin örgütlenmeye başlaması… adına ne dersek diyelim,  partinin içerisine bulunduğu bu durumun birçok faktörün etkisiyle ortaya çıktığını söylemek mümkün. Elbette tüm bu faktörler üzerinde ayrıntılı bir takım değerlendirmenin yapılması gerekiyor.  Bu yazı çerçevesinde böyle bir şeyi yapmamın imkânı yok; sadece, AKP’nin psikolojik üstünlüğü yitirmesi ve savunmaya geçmesinin nedenleri olarak görebildiklerimi birer paragrafla özetlemeye, kronojik bir dizgeye oturtmaya çalışayım.

1.Gezi Direnişi

İlk bakışta, AKP’nin 2018’de psikolojik üstünlüğü kaybetmesi ile 2013 yılındaki Gezi Direnişi’nin bir alakası yok gibi görülebilir; ancak var. 2013’ten bu yana partinin, kendisine yönelik sol toplumsal direnişin kâbusu olarak gördüğü Gezi, AKP için, büyünün bozulduğunu gördüğü an idi. AKP, sadece büyük şehirlerde değil, neredeyse Türkiye’nin tamamında başlayan protesto gösterilerini söndürebilmek için akıl sınırlarını zorlayan iftiralara, politik manipülasyonlara ve politik şiddete başvurduysa da başarılı olamadı. Gezi, öncesindeki Tekel Direnişi’nden de şaşaalı bir şekilde 2000’lerin toplumsal muhalefet tarihine yazıldı.

AKP’nin 2018 seçimlerindeki takındığı tavırla, Gezi Direnişi arasındaki ilişki o kadar ayan beyan ki, partinin 06 Mayıs’ta İstanbul 6. Olağan İl Kongresi’nde Erdoğan tarafından açıklanan seçim manifestosunda da Gezi Direnişi’nden bahsedilmektedir: “Gezi kalkışmasıyla istikrarımıza kastettiler, şehirlerimizi talan ettiler, demokrasimizi hedef aldılar.” 2018 seçim beyannamesinde bile Gezi’nin kendi otoriter yönetimlerine karşı bir toplumsal muhalefet (direniş) değil de bir “kalkışma” ekonomik istikrara yönelik bir kast ve şehirleri talan eden bir hareket olduğunu söylemek zorunda kalmak apayrı bir ruh hali olsa gerektir: AKP büyüsü Gezi ile bozulmuştu, Gezi protestoları AKP içindeki ilk ve ciddi psikolojik yarılmayı temsil etmektedir.

2.Metal Yorgunluğu

Metal yorgunluğu tabirinin 2017 Mühürsüz Anayasa Referandumundan sonra dile getirilmeye başlandığını hatırlıyorum. Hatta İstanbul ve Ankara Belediye başkanlarının istifaya zorlanmaları da bir “metal yorgunluğu” ve “görev değişimi” konsepti içerisinde sunulmaya çalışılmıştı. Bizzat partinin genel başkanı, partisinde bir metal yorgunluğu olduğundan bahsediyorsa, bunu bir vaka olarak, bir veri olarak kabul etmek zorundayız. Ancak partideki, metal yorgunluğunun, dışından görülebildiği, medyaya yansıyanlardan okunabildiği –hiç değilse benim görebildiğim, anlayabildiğim kadarıyla- genel başkan ya da belediye başkanlarının değişmesi ile atlatılabilecek bir yorgunluk olmadığını söylemek mümkün

2017 Referandumu öncesinde Türk Usulü Başkanlık Sistemi adı altında yürütülen tartışmaların, bir başkanlık sistemi modeliyle zerre kadar alakası olmadığını, bunun Erdoğan’ın partisinin tekrar genel başkanı olabilmek için yürüttüğü bir operasyon olduğunu dilimin döndüğünce ve defalarca yazmaya çalışmıştım. Erdoğan, partisine tekrar genel başkan olmak istiyordu. İstemek de denilemez buna, parti içerisinde gittikçe azalan gücünü telafi etmesinin tek yolu, tekrar genel başkan olabilmesiydiBunu başaramazsa, partiyi yavaş yavaş kendi eksenine çekmekte olan ve kamuoyunda da gittikçe “emanetçi genel başkan” profilinden uzaklaşmaya başlayan Davutoğlu’na partiyi kaptırma ihtimali de oldukça yüksekti. Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı ile Parti Genel Başkanlığı’nı bir araya getirilerek gücünü tekrar pekiştirebildi. Ama bu, parti kadroları ve teşkilatında ciddi bir bıkkınlık ve yılgınlığı da beraberinde getirdi denilebilir. Dışarıdan bakıldığında bile rahatlıkla görülebilen şey; artık AKP’de kurumsal olan bir şeyin kalmayıp, sadece reise itaatin geçerli olduğudur. Bunun bir partiyi nasıl tükettiği, yok ettiği ile ilgili en güzel örnek erken Cumhuriyet dönemi CHP’sidir. Parti bir kamu kurumundan bir siyasi parti haline gelene kadar yıllarını harcamak zorunda kalmıştı. Bugünün AKP’si için erken Cumhuriyet dönemi CHP’si için kullandığım bir “kamu kurumu” ifadesinin bile fazla olduğunu düşünüyorum.

Metal yorgunluğunun iste burada aranması gerektiği düşüncesindeyim. Belki üzerimize vazife değil ama AKP’deki yorgunluğun, metal/makine yorgunluğundan çok şoförün uykusuzluğu ve yorgunluğu olduğunu birilerinin hatırlatması iyi olacak gibi.

3.Kurulamayan Milliyetçi Cephe

Gezi Direnişi’nin mirası AKP’nin “psikolojik problemi”yse, Metal yoğunluğu AKP’nin “kronik problemi”, Milliyetçi Cephe’nin teşkil edilememiş olması ise onun “akut problemi”dir.  AKP-MHP ittifakının -Müttefiklerin- DP’nin 1950’lerde Vatan Cephesiyle; Adalet Partisi’nin 1970’lerdeki Milliyetçi Cephesiyle yapmaya çalıştığı şeyi yapamazsa başarılı olamayacağını daha önce de yazmıştım. Seçim ittifaklarının kurulduğu günlerde yazdığım ve yine bu sayfalarda yayınlanan (Pazar, Pazar 08.04.2018) yazımda “AKP kurmayları da, elbette ki, bunun farkında. Demirel Milliyetçi Cephe’yi, bir seçim/parlamento ittifakı (ki aslında budur) olmasının dışında, sağın, komünizme karşı, devletin bekası çerçevesinde bir araya gelişi; Müslümanların, Allahsızlara karşı kıyamı olarak sunabildiği ölçüde başarı sağlayabilmişti. Menderes’in Vatan Cephesi bir partiler ittifakı değildi; ama onda da Şer Cephesi’ne karşı milliyetçi, anti-komünist bir ‘bir arada duruş’un izlerini rahatça görebiliriz.  Sağın bu her iki girişimindeki cephe, asker, düşman metaforunu da not etmeyi ihmal etmeyelim.” demiştim. İşte Müttefiklerin yapamadıkları bu oldu. Kurulan Cumhur İttifakı, hiçbir şekilde bir Neo-Vatan Cephesi/Milliyetçi Cephe ruhuna sahip olamadı. Olamadı; çünkü kurulan Cumhur İttifakının karşısında yine kendisi vardı.

Bir an için CHP’yi dışarıda bırakarak konuşalım. AKP ve Saadet’i , MHP ve İyi Parti’yi birbirlerinin aynadaki yansımaları olarak ele alabilir miyiz? Elbette ki!İşte tam demek istediğim de bu. Müttefikler, değil bir Milliyetçi Cephe ruhu inşa ederek taşra sağını maniple ve motive edebilmek; aksine, kurdukları ittifakla aynı zamanda kendi aynadaki yansımaları olan Millet İttifakı’nı da inşa etmiş oldular.

Millet İttifakı, he ne kadar CHP’nin önderlik ettiği bir girişim gibi görünse de, bütün ruhunu, gücünü İyi Parti ve Saadet’ten aldığını söyleyebiliriz. CHP, Millet İttifakı’nın, kol ve örgütlenme gücüdür, ittifakı idare eder; onun liderliğini değilse de CEO’luğunu CHP yapar; Saadet-İyi Parti ise o ittifakın ruhunu, manasını teşkil ederler. Sosyalist çevrelerde Millet ittifakı’nın da Cumhur İttifakı gibi bir sağ ittifak olarak adlandırılması bu açıdan doğru ama eksiktir. CHP’nin CEO’luğunda yürütülen Millet İttifakı’nı bir sağ ittifak yapan şey, HDP’nin bu ittifakın içinde olmaması değildir; tersine, AKP ile Saadet Partisi’nin ve MHP ile İyi Partinin birbirlerinin aynadaki yansımaları olmaları; Millet İttifakı’nın ruh ve manasının da bu partiler tarafından oluşturulmasıdır. AKP’yi savunmaya iten de budur.

Millet İttifakı’nın CHP’nin CEO’luğunda, yürütülen, AKP-MHP ittifakının aynadaki tezahürü bir ittifak olması gibi, CHP’nin adayı Muharrem İnce de, Erdoğan’ın aynadaki yansıması olduğunu da unutmayalım: Her ikisinin siyasal dil ve üsluplarındaki benzerlik (taşralılık ve demogoji) de AKP için oldukça sorunlu bir alan yaratmaktadır. Erdoğan ilk defa karşısında (Baykal ya da Kılıçdaroğlu gibi değil) bayağı bayağı kendisine benzeyen, neredeyse kendisinin aynadaki yansıması olan bir rakiple yarışa girmekte.

Bu aynadaki yansıma esprisini yabana atmayın. AKP’yi savunmaya çeken husus burada gizli. Şöyle ki, Erdoğan, ne kadar şiddetli yumruk atarsa, aslında eli acıyacak olanın bir tek kendisi olduğunun ve aslında hedefinin de kendisinin aynadaki görüntüsü olduğunun farkına varmış görünüyor.

İnce ve Erdoğan arasındaki benzerliklere daha sonra değinmek üzere…

Mete Kaan KAYNAR