Afet Sosyolojisi

Felaketlerin tüm toplumu kökten ve hızla değiştirmekten çok, var olan değişim eğilimlerini hızlandırmaktadır*

Ülkemizde yaşanan Deprem sonrasında en çok söz alanlar her zamanki gibi Jeologlar(yer bilimciler)’dir. Tabiki farkındalık oluşturma açısından Jeologların konuşması gerekiyor. Ancak Jeologların yanı sıra konuşması gereken bir diğer bilim alanı sosyolojidir.

Dombrowsky’nin (1998) “afet, meydana gelen fiziksel olayların insan ve toplum üzerindeki etkileridir” tanımı sosyolojinin afet ile ilişkisinin anlaşılması ve netleştirilmesi için önem taşımaktadır. Ona göre “afetlerin etkilerinden” söz etmek yanlıştır çünkü “afet” olarak adlandırdığımız zaten etkilerdir. Bu kapsamda bakıldığında afet ile sosyolojinin aslında bir bütün olduğu, özellikle neredeyse her bireyin hayatında en az bir kez de olsa yaşadığı deprem ele alındığında bu afetin, bireyleri ve toplumları derinden etkilemekte ve değiştirmekte olduğu görülmektedir. Kısacası afet, toplumsal yaşamın ve toplumsal değişmenin anlaşılmasına kapı aralamaktadır (Carr, 1932).

Afet sosyolojisi doğal ve insan kaynaklı afetler arasındaki ilişkiyi inceleyen toplumbilim dalıdır. Yerel, ulusal ve küresel çaptaki afetlerden etkilenen, afet yönetiminde görev alan ya da afetlerin sorumlusu olarak tanımlanan kişilerin yaşanan olay ya da olayların temeliyle olan ilişkisine odaklanmaktadır. (Vikipedi)

Sosyoloji tarihi boyunca afetlere yönelik temel yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bu yaklaşımlar toplumların davranışlarının –özellikle afetten sonra- anlaşılması için fikirler sunmaktadır. Bu örneklerden ilki Durkheim’ın işlevselci yaklaşımıdır. Durkheim’a göre doğal afetlerden kaynaklı yıkımlar ya da insanın sebep olduğu yapay afetler, toplumun üyelerini bir araya getirmeye, sorumluluk almaya ve sosyal dayanışmayı kuvvetlendirmeye teşvik etmektedir (Laila Kholid Alfirdaus, 2015).

İkinci bir yaklaşım ise işlevselciliğin karşısında olan ve öncülüğünü Karl Marx’ın yaptığı çatışmacı yaklaşımdır. “Karl Marx, Kapital’ın birinci cildinde modern tarımla birlikte toprakların verimsizleşmesini, maden arama faaliyetleri nedeniyle doğanın tahribatını ve bunun toplumsal sonuçlarını kapitalist sınıfın artı değer üretme çabasına bağlamıştır ve bu süreçlerden en fazla etkilenenlerin alt sınıflar olduğunu söylemiştir” (Alkın, 2020).

«Her afet, birey ya da grup düzeyinde yeniden yorumlanan, hatta kurgulanan toplumsal gerçekliklere dönüşür. Sosyolojik açıdan bakıldığında, etkilenen sayısı kadar (afetzede ya da salt gözlemciler) afet vardır, zira her biri fiziksel olayın etkilerini kendi yaşantısının süzgecinden geçirerek afetin öznel bir yorumunu ortaya çıkarır. Scarle’ün nitelemesinden yola çıkarak fiziksel olayı doğanın özünlü(intrinsic) bir parçası olarak afeti ise gözlemcinin amaçlılığına bağlı (relative to observer’sintentionality) olarak düşünebiliriz. (Scarle. 1995:9)»*

Afet nedeniyle, güç ilişkileri de dâhil olmak üzere toplumsal ilişkiler, toplumsal roller ve üretim biçimleri değişikliğe uğrayabilir; yeni toplumsal gruplar ve yeni roller ortaya çıkarken yapısal bir değişim meydana gelebilir, hatta toplumsal tepkilerin çatısı altında birleştiği hareketler ortaya çıkabilir. Acı ve keder duygularının, toplumsal değişme de önemli bir itki görevi görmesi de mümkündür( Neveu, 2005,39). Ancak afetin neden olduğu ya da hızlandırdığı değişim, öncelikli olarak afet kurbanı kitleyi etkilemektedir.’’

Afetlerin kötü yanlarıyla bireyleri ve toplumu etkilediği apaçık ortada olmasına rağmen bazı iyi yönleri de bulunmaktadır. Toplumlar afet gibi yıkıcı, yaralayıcı ve zarar verici kriz dönemlerinde kendi bireyselliklerini unutup etrafındakileri önemsemeye başlamaktadır. Bütün olumsuzluklara rağmen toplumsal ve insani dayanışma daha önce hiç görülmediği kadar artabilmekte ve toplumda pozitif bilinç oluşturabilmektedir.

*Akgüngör, Ç. 2010. Toplumbilim Perspektifinden Afeti Düşünmek. LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi, (1,1)

Arslan ÖZDEMİR