ABD’nin Oluşturduğu Yeni Sınıf: İnsan Hakları

Profesör Charles Douglas LUMMIS, Barcelona Forum tarafından düzenlenen “Dünyamızın Bugünü” başlıklı sempozyuma El Kaide’nin tehdidi üzerine Hükumete Irak’taki askerlerini çekmesi için baskı yapan ve bunu başaran İspanya halkını tebrik etmekle başladı. Lummis’e göre gayrimeşru ve adaletsiz bu işgalin sonlandırılması yalnız Irak halkı için değil Amerikan halkı için de büyük bir hediye.

Sempozyumun ana konusu olan ‘küreselleşmenin hegemonyaya dönüşmemesi” için çeşitlilik gerekiyor; farklılıklar ve yerellik ise genel değerlerin ve alanların dışlanmasından kurtarılmalı. “Bu alanların ihtiyaçları nelerdir? Hangi değerler üzerine işbirliği yapmalıyız?” sorusu, ABD’nin tüm yeryüzünde oluşturmayı planladığı bilinen hegemonya için yeniden tanımlanması gereken bir topluluğu gündeme getiriyor: “Teröristler”

Birleşmiş Milletlerin 1948 yılında ilan ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, aslında bu soruya cevap vermek için hazırlanmıştı. Yeterince evrensel olmadığı gerekçesiyle eleştirilen Bildiri, temelde Batılı değerlerden doğma ve Batılı değerleri önceleyen bir yaklaşıma sahip. Zaman içerisinde ‘insani nüfuza’ dönüşen İnsan Hakları Bildirisi artık tam anlamıyla Batı’nın yeryüzünde sağlamaya çalıştığı hegemonyanın ‘evrensel değerler adına’ bir maskesi durumuna düşmekle suçlanıyor.

Profesör Lummis, tüm bu iddiaların doğru olduğunu kabul ediyor ve ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin dikkatle okunması halinde Bildiri’nin evrensel olmadığının görüleceğini’ söylüyor.

İnsan Hakları Bildirisinin 9. maddesindeki ‘Hiç kimse keyfi olarak gözaltına alınamaz, tutuklanamaz ve sürgüne gönderilemez’ ya da 15. maddesindeki ‘Herkes vatandaşlık haklarına sahiptir’ ifadelerinin özellikle Amerika Birleşik Devletleri ABD tarafından ‘teröristler’ için rafa kaldırıldığı gözleniyor.

  1. maddedeki düşünce, 20. maddedeki toplantı yapma özgürlüğünün sadece ABD öncülüğündeki Batı dünyası tarafından kurulan ‘Evrensel Sistem’ için geçerli olduğunu söylemek, körü körüne bir Amerikan düşmanlığı olarak adlandırılmasa gerek.

Aynı şekilde 23.maddedeki çalışma hakkı, eşit işgücüne eşit ücret ve ticaret hakları, NATO tarafından işgal edilen ya da CIA’in istikrarsızlık yarattığı Asya ve Afrika ülkeleri için geçerliliğini yitirmiş gibi görünüyor.

Barcelona Forum tarafından düzenlenen “Dünyamızın Bugünü” başlıklı sempozyumda söz konusu hakların sadece Batı’ya özgü olduğu ve iki amaca hizmet ettiğini belirten uzamanlar, bu amaçları ‘meşru şiddet politikası’ uygulayan monopol ulus devlet kurma ve endüstri kapitalizmi olarak sıraladı.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisinden mahrum bırakılma tehlikesi, Washington Hükumeti’nin kurmak istediği monopol yapıya ‘kölelik’ olarak bakan toplum ve kuruluşlar için kendisini oldukça güçlü hissettiren bir yaptırım aracı. 11 Eylül saldırılarının ardından listeye yeni bir madde eklemeyi teklif eden ABD, tüm dünyayı ‘terörizme karşı savaş’ta tek çatı altında toplamayı hedefledi; özgürlükler ülkesi ABD çatısı altında.

Irak’taki Ebu Gureyb Hapishanesinden, ya da Afganistan’daki Bagram Hapishanesinden sızan görüntüler halen hafızalardaki tazeliğini koruyor. Guantanamolu mahkumların görmelerini ve duymalarını engelleyecek gözlük ve kulaklıklar, onların İnsan Hakları Evrensel Bildirisinden yararlanma hakkına sahip olmadıklarını gösterdi.

ABD’nin dünya üzerinde kurmak istediği hegemonyanın önündeki engeli ortadan kaldırmak için yeni bir retorik geliştirmesi yeterli olacaktı. Ebu Gureyb Hapishanesindeki fiziksel ve cinsel işkence suçları ancak geliştirilen yeni bir kavram ve sınıf ile mümkün olabilirdi: “Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle.”

ABD Başkanı George Bush, sızdırılan işkence görüntüleri için ‘değerlerimizi yansıtmıyor’ demekle yetinse de bu açıklama, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi için tatmin edici değildi. ABD Hükumetinin Guantanamo tutsaklarının hukuki durumdan muaf olduğunu belirtmesi onların savaş esiri hukukuna göre muamele görmesini gerektiriyordu. Fakat ABD’nin adını terörist koymakla yetindiği yeni sınıfa ne savaş esiri hukukuna, ne de 1949 Cenevre Sözleşmesine göre davranılmadığı, ‘Dünyamızın Bugünü’ başlıklı sempozyumda dile getirilen hakikatlerden birisi olarak kaydedildi. Daha da ötesi ABD Hükumeti’nin aralarında El Kaide yöneticilerinden İbni Şeyh’in de bulunduğu bir grup şüpheliyi, Guantanamo hukukundan dahi yoksun bırakarak uluslararası sularda yüzen gemisinde ‘özgün sorgulama teknikleriyle’ gözaltında tuttuğu biliniyor.

ABD Başkanı, 11 Eylül saldırılarından iki ay sonra 13 Kasım 2001’de yaptığı açıklamada yeni sınıfı (teröristler olarak) ‘illegal savaşçı’ adıyla tanımladı. Tanımlanan yeni sınıf, özel askeri mahkemeler tarafından yargılanabilecek ve olağan prosedürden mahrum bırakılabilecekti. Tabi ki bu tip mahkemelerin ABD Anayasasında ve /veya ABD kanunlarında tanımlanmış bir yapısı yok. Kongre’de hiçbir zaman tartışmaya açılmamış söz konusu mahkemelerin yapısı sadece ABD Başkanının ilanıyla vücut buldu. Böylece oluşturulan yeni terörist sınıfı ne savaş esiri ne de kriminal suçlular gibi prosedürü belirli bir sürece tabi olmuyor.

ABD Basınının yazdığı bir olay Washington yönetiminin neden Küba’daki askeri üssünü tercih ettiğini ortaya koyuyor: ABD’li bir insan hakları avukatı ihzar emri ilamıyla gittiği mahkemede ‘teröristleri’ tutan yetkililerden ya bu şüphelilerin ne suç işlediğini göstermeleri ya da gitmelerine izin vermelerini talep etti. Guantanamo yetkilisi, mahkeme celbini ABD sınırlarında değil de Küba’da oldukları gerekçesiyle işleme koymadı.

ABD’nin 1898-1902 yıllarındaki İspanya-Amerika savaşları esnasında kuşattığı ve halen işgal altında tuttuğu Küba’daki Guantanamo Üssünde Küba kanunlarının ABD’lileri adalete zorlayacağını beklemek ise az önce sözü edilen hegemonya ile alakalı bir durum olarak kabul edilebilir.

ABD’nin, Küba’nın ya da hiçbir uluslararası hukukun geçerli olmadığı Guantanamo askeri üssü, oluşturulan yeni sınıf için hazırlanan yaşam alanı olarak ta kabul edilebilir.