“İleri Gitmek Her Zaman En Doğru Yön Değil”: Geri Dönme Aversiyonu Üzerine Çarpıcı Bulgular

Psikolojik eğilimler kararlarımızı nasıl etkiliyor? Yeni araştırma geçmiş çabanın algısını sorguluyor.

İnsanlar neden yanlış olduğunu bildikleri yoldan dönmek istemez? Daha kısa ve verimli bir yol ortadayken, neden çoğumuz başladığımız yoldan şaşmıyoruz? Psikoloji alanında yapılan yeni bir araştırma, bu sorulara bilimsel bir açıklama sunuyor. “Geri dönme aversiyonu” (doubling-back aversion) olarak adlandırılan bu davranış biçimi, yalnızca fiziksel değil, zihinsel görevlerde de kendini gösteriyor.

Hakemli bilimsel dergi Psychological Science’ta yayımlanan ve Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’den Kristine Y. Cho ile Prof. Clayton R. Critcher tarafından yürütülen dört ayrı deney, insanların çoğu zaman “ilerlemek” adına yanlışta ısrar ettiklerini ortaya koyuyor. Çalışma, bireylerin karar alma süreçlerinde geçmiş çabanın nasıl bir anlam kazandığına ışık tutuyor.

İleri mi, Geri mi? Kararları Yönlendiren Psikoloji

Araştırmanın çıkış noktası, günlük yaşamda sıkça karşılaşılan bir kararsızlıktan geliyor. Kristine Cho bunu şöyle anlatıyor: “Diyelim ki evden çıkıp arkadaşınıza yürümeye başladınız. Sola döndünüz ama birkaç adım sonra fark ettiniz ki sağa dönmek çok daha kısa bir yol olurmuş. Çoğumuz bu durumda geri döner mi? Deneyimlerimiz gösteriyor ki hayır.”

Cho ve Critcher, bu içgörüden yola çıkarak hem fiziksel hem de zihinsel görevlerle yapılandırılmış dört deney gerçekleştirdi. 2500’den fazla Amerikalı yetişkinin katıldığı çalışmalarda, geri dönme fikrinin nasıl bir psikolojik direnç yarattığı gözlemlendi.

İlk deneyde, üniversite öğrencileri sanal gerçeklik ortamında bir noktadan diğerine yürüdü. Yolun bir aşamasında iki seçenekle karşılaştılar: biri geri dönüp kısa bir rotayı izlemek, diğeri ise başladıkları doğrultuda devam ederek daha uzun bir yol almak. Sonuç dikkat çekiciydi: Katılımcıların yalnızca yüzde 31’i geri dönmeyi tercih etti; yüzde 57’si ise uzun ama doğrusal rotayı izlemeyi seçti.

Zihinsel Görevlerde de Aynı Direnç

İkinci deneyde ise geri dönme aversiyonunun yalnızca fiziksel bir mesele olmadığı görüldü. Katılımcılardan “G” harfiyle başlayan 40 İngilizce kelime üretmeleri istendi. On kelime sonrası, görevde değişiklik yapma seçeneği sunuldu: “T” harfiyle devam etmek. Dil açısından bu geçiş daha avantajlıydı çünkü İngilizcede “T” ile başlayan kelimeler daha fazlaydı. Ancak kritik fark, görevin nasıl tanımlandığıydı.

Bir grup bu geçişi “devam” olarak algılarken, diğer grup “sıfırdan başlamak” şeklinde tanımlanan bir teklif aldı. Görev aynıydı; anlatım farklı. Geçişi “devam” olarak niteleyenlerin yüzde 75’i öneriyi kabul etti. Ancak “sıfırdan başlamak” diyenlerde bu oran sadece yüzde 25 oldu. Bu sonuç, bireylerin geçmiş çabaya yüklediği anlamın kararları nasıl şekillendirdiğini açıkça gösteriyor.

Zaman Değil, Anlam Belirliyor

Katılımcıların büyük bölümü kısa yolun daha hızlı olduğunu bilmesine rağmen, “geri dönmek” ya da “başladığı işi yarım bırakmak” gibi ifadeler kararlarını etkiledi. Araştırmacılar, bu durumun yalnızca zaman ya da enerji kaygısıyla değil, harcanmış emeğin “boşa gitmesini istememe” psikolojisiyle açıklanabileceğini belirtiyor.

Cho, bu davranış kalıbının yalnızca deneysel ortamlarda değil, günlük yaşamda da büyük etkiler yaratabileceğini vurguluyor: “İnsanlar kariyerlerinde, ilişkilerinde ya da uzun vadeli projelerde geçmiş çabalarının boşa çıkacağı kaygısıyla daha iyi bir seçeneği reddedebiliyor.”

“İlerlemek Her Zaman Doğru Yöne Gitmek Demek Değil”

Araştırmanın en dikkat çekici bulgularından biri, geri dönmenin çoğu zaman “gerilemek” olarak algılanması. Oysa Cho’ya göre bu, ilerlemenin önündeki en büyük engellerden biri. “İnsanlar geçmişteki yatırımlarını çöpe atmak istemiyor ama bu ısrar daha büyük kayıplara yol açıyor,” diyen Cho, şu öneride bulunuyor: “İlerlemek her zaman ileri doğru yürümek değildir. Bazen en akıllıca hamle, geri dönüp daha doğru yola sapmaktır.”

Araştırmacılar, bu direnç biçimini kırmak için dilin gücüne de dikkat çekiyor. Örneğin, bir görevi “tekrar başlamak” yerine “yeni bir fırsat” olarak tanımlamak bireylerin tutumlarını değiştirebilir. Bu çerçevede, geçmiş kayıplardan ziyade gelecekteki kazanımlara odaklanmak, daha rasyonel kararlar almayı kolaylaştırabilir.

Kontrol Edilebilen Geçmiş Değil, Gelecektir

Kristine Cho, araştırmalarının yalnızca bireysel karar süreçlerine değil, toplum genelinde uygulanan politikalar ve alışkanlıklar üzerinde de etkili olabileceğini belirtiyor. “İnsanlar genellikle geçmişte harcadıkları emeğin boşa gitmemesine odaklanıyor. Oysa geçmiş artık değiştirilemez. Kontrol edebileceğimiz tek şey gelecektir,” diyen Cho, karar süreçlerinde bu farkındalığın yerleşmesinin uzun vadede daha sağlıklı tercihleri mümkün kılacağını ifade ediyor.

Bu bulgular, davranışsal psikolojinin en derin alanlarından birine işaret ediyor: Rasyonel karar verme süreçleri, çoğu zaman duygusal ya da sembolik yüklerin gölgesinde şekilleniyor. Ve bazen, ileriye gitmenin en kısa yolu bir adım geri atmaktan geçiyor.