İstanbul ve İzmir’de 1 Mayıs öncesi yapılan toplu gözaltılar, halkı sindirme operasyonlarının bir yenisi mi, yoksa iktidarın büyüyen toplumsal muhalefet karşısında düştüğü panik halinin açık bir göstergesi mi?
İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, sabahın erken saatlerinde İstanbul ve İzmir’de gerçekleştirilen ev baskınlarıyla çok sayıda kişinin gözaltına alınmasını protesto etti. Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde yapılan açıklamada açılan “Genel grev, genel direniş” pankartı ve atılan sloganlar, 1 Mayıs öncesinde büyüyen toplumsal gerilimin sokağa nasıl yansıdığını gösterdi. Açıklamaya çok sayıda siyasi parti, meslek örgütü ve sivil toplum temsilcisiyle birlikte DEM Parti İzmir milletvekilleri ve İzmir Barosu da destek verdi.
Baro Başkanı Sefa Yılmaz, basın açıklamasında sert konuştu: “Siyasi iktidar hukuku bir sopa gibi kullanıyor. Ancak bu sopa artık tehdit olmaktan çıktı. Çünkü korkmuyoruz, çünkü yalnız değiliz.”
Bu açıklama, yasal sınırlar içinde barışçıl direnişin bile sistematik şekilde bastırıldığı bir dönemin resmini çiziyor. Sabah baskınlarıyla alınanlar terörist değil, işçi, öğrenci, kadın, genç; yani bu ülkenin her yerinden, her sınıfından, onurlu yurttaşlar.
Sahte Gerekçeler, Gerçek Korkular
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefet, sosyal medya paylaşımları ve görünürde hiçbir suç teşkil etmeyen katılımlar… Gözaltına alınanların gerekçeleri bunlar. Sefa Yılmaz’ın dediği gibi, artık “gözaltına alınmak bir vatandaşlık görevi” gibi gösteriliyor. Sabahın köründe, ağır silahlı polis ekipleriyle yapılan şafak operasyonları, organize suç örgütü liderlerine uygulanan yöntemlerle yapılıyor. Ama hedefte ne mafya var, ne uyuşturucu kartelleri… Hedefte anayasal haklarını kullanan insanlar var.
İktidar, açıkça 1 Mayıs’ın kitlesel ve güçlü geçmesini engellemek için gözaltıları bir tehdit aracına çevirmiş durumda. Gözaltılarla hem korku iklimi yaratılmak isteniyor hem de meydanlara çıkması muhtemel insanların önü kesiliyor. Ancak bu çabaların ters tepmesi artık kaçınılmaz hale gelmiş görünüyor. Çünkü tıpkı Mart protestolarında olduğu gibi, toplum bu baskıların sadece iktidarın zayıflığını gösterdiğini fark etmiş durumda.
Mart Protestoları: Sessizlik Duvarını Yıkan Dalga
Mart ayındaki protestolar, iktidarın tüm sansür, baskı ve sindirme politikalarına rağmen, halkın sokağa çıkabileceğini ve ortak talepler etrafında birleşebileceğini gösterdi. Sefa Yılmaz da bu gerçeğe dikkat çekti: “Mart protestoları bu ülkenin sahipsiz olmadığını göstermiştir.”
Gerçekten de, mart ayının sokakları sadece itirazın değil, dayanışmanın da yükseldiği yerlerdi. Kadınlar, işçiler, gençler, emekliler aynı sloganlarda birleşti: Ekmek, özgürlük, adalet! Bu yüzden gözaltılar sadece bireyleri değil, o ortak sesi de hedef alıyor. Ama asıl korkunun sahibi halk değil, o sesin yükseleceğinden endişe edenlerdir.
Faşizme Direniş, Dayanışmayla Büyür
İktidarın, hukuku araçsallaştırarak tüm muhalefeti “suç” kategorisine sokmaya çalışması yeni değil. Ancak artık eski sonuçları doğurmuyor. Gözaltına alınanların yanında binlerce insan duruyor. Her baskı yeni bir dayanışma zinciri doğuruyor. Her yasak yeni bir kararlılık yaratıyor.
Sefa Yılmaz’ın sözleri bu dayanışmanın özeti gibiydi: “Ne keyfi gözaltılar, ne baskılar, ne de Ortaçağ karanlığını andıran politik uygulamalar halkın demokratik ve barışçıl mücadelesini engelleyemeyecektir.” Çünkü bu halk, güneşi gördü. Çünkü bu halk, birlikte olmanın gücünü keşfetti. Ve artık ne polis barikatları, ne sabah operasyonları bu kararlılığı sarsabiliyor.
1 Mayıs yaklaşıyor. İktidarın korkuları büyürken halkın cesareti büyüyor. İstanbul’un ve İzmir’in sabahlarına düşen bu karanlık, yakında meydanlarda yerini aydınlığa bırakacak. Çünkü tarih, yalnızca baskı uygulayanları değil; baskıya rağmen ayağa kalkanları da yazar.
- 1 Mayıs Korkusu: İktidarın Şafak Vakti Operasyonları - 30 Nisan 2025
- Suriye’de Yeni Rejim ve Alevi Katliamları: Belgeler ve Gerçekler - 26 Nisan 2025
- Bir Gencin Susturulma Çabası: Eren Üner Olayı ve Demokrasi Kırılganlığı - 23 Nisan 2025