1 Kasım 2015 seçimlerinin üzerinden dört yıl geçti. Bu seçimlerin, 7 Haziran seçimleri ile birlikte ele alındığında son yıllarımızı şekillendiren en önemli siyasi olaylardan biri olduğunu düşünüyorum. Hatta, “biraz” da abartarak, Türkiye’nin siyasi olarak hâlâ 8 Haziran 20015’i, yaşadığını, 8 Haziran gününün siyasi manada 4 yılı aşkın süredir bir türlü bitmediğini de söyleyebilirim. 7 Haziran seçimlerinde AKP iktidarı fiilen sona erdi, 1 Kasım seçimleri ise 7 Haziran’da ortaya çıkan fiili durumun hukuken örtülmeye, görünmez hale getirilmeye çalışıldığı bir süreç oldu. 1 Kasım seçimlerini bir “süreç” olarak anmam basit bir dil sürçmesi değil, 1 Kasım seçimlerini 7 Haziran 2015’ten 1 Kasım’a kadar yaşadıklarımız, yaşamak zorunda kaldıklarımızla birlikte bir süreç olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünmemden ileri geliyor. Gerçekten de, 8 Haziran-31 Ekim 2015 tarihleri arasında ülkenin yaşadığı gerilimler okunmaksızın 1 Kasım seçimlerini değrlendirmek size mantıklı geliyor mu? Bu süreci, 9 Haziran 2019 tarihindeki Türkiye’nin Bitmeyen Günü: 7 Haziran 2015 başlıklı yazımda dilim döndüğünce özetlemeye çalışmıştım. Çok kısaca hatırlatmak istiyorum: 7 Haziran sonrasında Ahmet Davutoğlu’na hükümet kurma(ma) görevi verilmişti ama daha seçimlerin üzerinden bir ay geçmeden, Erdoğan’ın aynı yılın başlarında övünçle deklare ettiği çözüm sürecinin iyiniyet mektubunu (Dolmabahçe Mutabakatı’nı) artık tanımayacağını ilan etti.
5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlayan bombayla olaylar silsilesi başladı. Saldırıda 5 kişi öldü. 20 Temmuz’da Eşbaşkan Oğuz Yüzgeç’in “Yarın sabah Kobani‘de olacağız. Kobani’yi yeniden inşa edeceğiz. Kalacağımız 1 hafta içinde okulların ve hastanelerin yapımında, çocuk parklarının inşa edilmesinde, hatıra ormanının yeniden inşa edilmesinde, Kobani halkının sağlık çalışmalarında yer almaya gidiyoruz.” dediği Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu Suruç’ta bir araya gelmişti ki patlayan bombada 33 kişi öldürüldü. Daha bir hafta geçmeden Urfa Ceylanpınar’da iki polis, kaldıkları evde enselerinden vurularak öldürüldü.
Davutoğlu hükümeti kuramayınca hükümet kurma görevi başka bir partiye verilmedi, 1 Kasım’da seçimlerin yenilenmesine karar verildi. 10 Ekim’de Ankara’daki Barış Mitingi’nde patlayan bombalarda 104 kişi katledildi. Türkiye Seher’in “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sözlerinin, “400 milletvekilini verip kurtulmamanın” bedelini ödemeye devam ediyordu. 20 Ekim’de Van’daki mitingde konuşan Ahmet Davutoğlu, “AK Parti iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz Toroslar dolaşacak” demişti. Dediği de doğru çıkıyordu: Tahir Elçi, 28 Kasım 2015 tarihinde Diyarbakır’ın Sur ilçesinde silahlı saldırı sonucu hayatını kaybettiğinde Diyarbakır Baro Başkanlığı görevini sürdürmekteydi.
Cizre’de PKK’nın özerklik ilanı sonrasında, 14 Aralık 2015’te sokağa çıkma yasağı başlatılmış, 15 Aralık 2015’te de operasyonlara başlanmıştı. Operasyonlar 11 Şubat 2016’da bitti. Operasyonlarda 597 kişinin öldürüldüğü açıklandı. Ancak çok sayıda sivil ölümü gerçekleştiği yönünde iddialar da gündeme geldi. Bunların arasında bir bodrumda mahsur kalan yaralıların durumu kamuoyuna yansımıştı. Ambulanslarla alınması girişimleri boşa çıkan bodrumdaki 30’u aşkın kişi, öldürüldü. Olaylar Nusaybin ve Yüksekovada’da devam etti. Kentlerin sokaklarında savaşlar yaşandı, bombalar patladı, roketler ateşlendi, tank ve top atışları yapıldı. İnsanlar evlerini terk etmek zorunda kaldı, terk edemeyenler evlerinden dışarı çıkamadılar.
1 Kasım seçimlerine bu iklimde gelmiştik. Bu seçimlede ortaya çıkan sonuçların, beş ay öncesindeki seçim sonuçlarından daha çok 12 Haziran 2011’in sonuçlarına benzdiğini de yine bu yazıda belirtmeye çalışmıştım. Gerçekten de 1 Kasım seçim sonuçlarına biraz daha yakından bakıldığında bu seçimlerde 7 Haziran’ın öncesinin, yani 2011’in siyasal ikliminin tekrar inşa edilmeye gayret edildiğini görebiliyorduk. Ama 2011 seçim sonuçlarının vazettiği siyasal iklime geri dönüşün önünde hâlâ ciddi bir engel vardı: Kürt siyasi hareketinin aldığı oylar. Daha doğrusu tüm siyasi partilerin oyları 2011 seçimlerine neredeyse birebir geri döndürülmüştü ama HDP’nin oyları, Haziran’a göre azalsa da 2011 ve öncesindeki seviyeye gerilememişti.
Bu noktada, %10 seçim barajına biraz daha yakından bakmak gerekiyor. 1983 sonrasında Anayasayı seçim kanunlarını dizayn edenler bu kuralı, sadece Kürt siyasi hareketi için değil ama onları da içine alacak şekilde “kökü dışarıda” ve marjinal olarak addettikleri tüm siyasi akımları ve partileri sistem dışına itmek ve 1980 öncesine nazaran görece daha istikrarlı bir yürütme organı teşkil etmek için koymuşlardı ama tüm bunlar 1984’ten sonra %10 barajının adım adım ve fiilen bir “anti-Kürt kalkanı” haline getirildiği gerçeğini değiştirmeye yetmedi. Bu kalkan 7 Haziran 2015 seçimlerine kadar fiilen çalıştı: Kürtler bu tarihe kadar parlamentoda yer alsalar da Türkiye siyasetinin etkili değil, marjinal bir unsur olarak değerlendiriliyorlardı. İşte 1 Kasım seçimleri ile geri dönülmek istenen, yapının özünde de bu vardı. Çünkü Kürt siyasetine dahil partilerin %10 barajını geçmesi tüm siyasi dengeleri alt üst etmeye yetiyordu. Bu, %10’u geçen Kürt partilerinin TBMM’ye eskisinden daha fazla milletvekili göndermesine yönelik bir tepkiden çok daha fazlasını ima etmekteydi. Bir başka ifade ile sorun, önceden daha az Kürt milletvekili parlamentoya girerken 7 Haziran’dan sonra daha fazlasının girmesine indirgenecek bir sayı bir kemiyet sorunu değil, %10 barajının seçim sistemine armağan ettiği hesaplama yöntemi nedeniyle siyasal sistemin genel yapısını da dönüştürecek, 1980 sonrasının tüm siyasi dengelerini de alt üst edecek bir siyasi gelişmeydi. Söylediklerimi ispat etmek için önce çok kısaca 1980 sonrasında kurulan Kürt partilerine ve onların seçim maceralarına bir göz atmak istiyorum, ardından yine ana hatlarıyla %10 barajını özetlemek ve baraj mefhumunun sayısal bir sorun olmaktan çok, rejimin siyasal çevresini, sınırlarını çizen niteliksel bir baraj olduğunu göstermeye gayret edeceğim. Bu ikisini birleştirdiğimizde ise 7 Haziran seçimlerinde neelerin değiştirlidiğini, 1 Kasım seçimlerinde ise nelerin değişmemesi için, nelerin engellenmesi için çaba gösterildiğini de ifade etmiş olabilmeyi umuyorum.
Günümüzde 15 Ekim 2012’de kurulan Halkların Demokrasi Partisi (HDP) çatısı altında devam eden Kürt siyasi hareketleri, 1990’da Halkın Emek Partisi’nin (HEP) kurulmasıyla legal anlamda partileşmişti. 1990’lardan günümüze Kürt siyaseti ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP ve DTP, BDP gibi partiler etrafında örgütlenen hareket, bugün HDP etrafında yolunda devam etmektedir.
1989’da Paris’te toplanan Kürt Konferansı’na katılan SHP milletvekilleri Kenan Sönmez, İsmail Hakkı Önal, Ahmet Türk, Mehmet Ali Eren, Adnan Ekmen, Mahmut Alınak ve Salih Sümer‘in 16 Kasım 1989’da Sosyal Demokrat Halkçı Parti’den (SHP) ihraç edilmeleri üzerine, bu karara tepki gösteren Abdullah Baştürk, Fehmi İşıklar, Cüneyt Canver, Mehmet Kahraman, Arif Sağ İlhami Binici Kemal Anadol, Hüsnü Okçuoğlu Tevfik Koçak, Kamil Ateşoğlu ve Aydın Güven Gürkan‘ın da partisinden istifa emesiyle 7 Haziran 1990’da Fehmi Işıklar‘ın liderliğinde Halkın Emek Partisi (HEP) kuruldu.
1991 Genel seçimleri öncesi SHP ile seçim ittifakı yapan HEP’in 18 üyesi SHP lisetesinden milletvekili seçildi. SHP üyesi HEP’lilerin SHP’den istifa ederek kendi partilerine geçmeleriyle, HEP TBMM içerisinde yer almaya başladı. Bu tarihten sonra Kürtler her zaman parlementoda yer alacaklardır; ama bağımsız milletvekili olarak seçilerek; ama 1991’de olduğu gibi başka partiyle ittifakla 2015’ten sonra da kendi siyasi partileriyle, barajı geçerek.
14 Temmuz 1993’te Anayasa Mahkemesi oybirliği ile HEP’in kapatılmasına karar verdi. Bu süreçte eski HEP kadroları Özgürlük ve Demokrasi Partisi’ni kurdular (ÖZDEP) Parti, HEP’in kapatılma ihtimaline karşı 19 Ekim 1992’de kurulmuştu. ÖZDEP için de kapatma davası açıldı ve 30 Nisan 1993’te bu partinin de kapatılmasına karar verildi.
Demokrasi Partisi (DEP) de HEP’in kapatma davası sürecinde, 7 Mayıs 1993’te, Yaşar Kaya‘nın genel başkanlığında kuruldu. Meclis 2 Mart 1994 tarihinde DEP milletvekilleri Hatip Dicle, Orhan Doğan, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Bağımsız Şırnak Milletvekili Mahmut Alınak’ın dokunulmazlıklarını kaldırdı. Aynı gün Meclis’ten çıkan Hatip Dicle ve Orhan Doğan gözaltına alındı. Diğer milletvekilleri, arkadaşları serbest bırakılana kadar Meclis’ten ayrılmamaya karar verdi. Ertesi gün DEP milletvekili Selim Sadak’ın da dokunulmazlığı kaldırıldı. Anayasa Mahkemesi, Demokrasi Partisi hakkında 16 Haziran 1994’te kapatma kararı aldı. Partililer, DEP kapatılmadan önce 11 Mayıs 1994 tarihinde kurulan Halkın Demokrasi Partisi’ne (HADEP), geçtiler.
Partinin kongresinde PKK bayrakları ve Öcalan posterleri açılması, Türk bayrağının indirilmesi nedeniyle gözaltına alınan Bozlak ve bazı parti yöneticileri tutuklandı. 13 Mart 2003 tarihinde parti kapatıldı.
Demokratik Halk Partisi (DEHAP) 24 Ekim 1997’de Tuncel Bakırhan önderliğinde kurulmuştu. 2002’de Anayasa Mahkemesi’nde, “örgütlenmesini tamamlamadan seçimlere girdiği” iddiasıyla hakkında kapatma davası açıldı. DEHAP, 19 Kasım 2005’de kendini feshetti.
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ise 9 Kasım 2005 tarihinde teşekkül etti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 16 Kasım 2007’de DTP hakkında da kapatma davası açtı. Parti 11 Aralık 2009’da kapatıldı.
DTP’nin kapatılması ihtimaline karşı 2 Mayıs 2008 tarihinde Mustafa Azyit genel başkanlığında Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) kuruldu. Parti 2014 yılında, 15 Ekim 2012’de Yavuz Önen ve Fatma Gök‘ün Eş Genel Başkanlıklarında kurulan Halkların Demokrasi Partisine katıldı.
Yukarıda özetlediğim partilerde yer alan isimlerin bir kısmı TBMM’de milletvekili olarak yer aldılar, siyasi yasaklı oldular, tutuklandılar, öldürüldüler; siyasi yasaklı olmamak için, partilerine kapatılma davası açıldığında, dava sonuçlanmadan başka bir partiye geçerek siyasi yaşamlarına devam ettiler… ama bir şekilde Kürt hareketine mensup siyasetçiler, 1991’den sonra parlamentoda az bir şekilde temsil edilmiş oldular. Ancak 2015 yılına kadar parti tüzel kişiliği etrafında %10 barajını delerek 1983’ten bu yana büyük partilere 2000’lerden bu yana da neredeyse istisnasız AKP’ye giden oyların yönünü değiştirerek Meclis profilini etkileyecek güce, AKP iktidarının belirleyici unsuru haline gelmemişlerdi. Selahattin Demirtaş‘ın, partisinin grup toplantısındaki “Seni Başkan yaptırmayacağız!” sözlerini bir de bu minvalde okumanın yararlı olacağı düşüncesindeyim. Bu tarihe kadar gerçekleşen seçimlere katılan partiler ve aldıkları oy oranlarını şu şekilde listeleyebiliriz.
Kürt siyasi hareketinde 2015’lere gelindiğinde nelerin değiştiği, özellikle 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş’ın aldığı oydan başlayarak HDP’nin %10 barjını bir kere, tefadüfen değil, artık rahatlıkla geçebilen bir parti olduğunu kendisine ve muhaliflerine ispatlamasının neden ve sonuçları ile ilgili olarak burada ifade edilenden çok daha fazla şeyler söylemek gerekiyor. Ben bu “neden“lerle ilgili birşeyler söylüyor değilim. Bunun “sonuç“ları, sonuçlarından sadece biri ile ilgili olarak konuşmaya çalıştım. Elbette ki, AKP’nin 2015 Haziran’ı sonrası izlediği politikaları, artan şiddet ve otoriteryenizmi de sadece HDP ekseninde ele almak doğru olmaz, ama AKP’nin son dönemi konuşulacaksa bu faktörün de ihmal edilmemesi gerektiğinin altını bir kez daha çizmek gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin 2015 sonrası ve bu tarihten sonraki AKP politikaları HDP ve %10 barajı ekseninde ele alınmak zorudadır.