Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.
Yıllardır tanırım seni.
Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.
Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.
Akraba desem, değil.
Komşu desem, hiç değil.
Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık…
Yok.
Olmadı.
Sen hep bu sıfatların çok ötesinde bir yerdeydin.
Şimdi de öylesin.
Bir asır sonra da öyle olacaksın.
***
Abin Nurettin Buca Cezaevi’ndeydi.
Ayda bir aranızda para toplayıp ta Diyarbakır’dan Buca’ya, abin Nurettin’i görmeye giderdiniz.
Kimi zaman o kadar yolu gittikten sonra “Bugün görüş yok.” sözüyle cezaevi önünde kalakalırdınız da, “ah” etmezdiniz.
Ananız, avukat tutmak için bileziğini sattı.
Sen arada bir, babanın o çok sevdiği “Çift camlardan ses gelmiyor” türküsünü çaldın.
Baba bu türküyü her dinlediğinde gizli gizli ağladı.
Aradan yıllar geçti.
Şimdi sen o çift camların ardındasın.
Bozulmadan,
Kırılıp dökülmeden,
diz çökmeden
ve sarayına, saltanatına aman etmeden.
***
Bir kez olsun şaşırtsaydın beni.
Bir kez olsun “Bak, bunu sana hiç yakıştıramadım.” deseydim.
Karşına çıkıp “Bu kadar da olmaz ki.” diye sitem etseydim.
Sen beni hiç ama hiç şaşırtmadın.
Bir süre avukatlık yaptın.
Ardından Diyarbakır’da İnsan Hakları Derneği’nde. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nda ve Uluslararası Af Örgütünün Türkiye Şubesi yönetici oldun.
Bir kez olsun etiketinle,
bir kez olsun kartvizitinle ya da kariyerinle konuşmadın.
Herkesin “mühim insan” olmak istediği bu asırda, sen hep o sıradan yaşamın yolundan yürüdün.
Sonra milletvekili oldun.
Eş başkan oldun.
Kürsülere çıktın, eylemlere katıldın.
Barikatlarda, cenaze evlerinde, kutlamalarda, halaylarda, seçim meydanlarında hep sen vardın.
Ama öyle “Dünyaları ben yarattım havası” olmadan.
İnsanlara yüksekten yüksekten bakmadan.
Akıl vermeden, hot höt yapmadan, itip kakmadan, incitmeden ve üzmeden.
Kibirden ve egodan uzak.
Ne olursan ol, nerede olursan ol ve kaç yaşında olursan ol, sen yine, annesinden bile su isterken utanıp sıkılan çocuksun.
Bir eş.
Bir baba.
Bir oğul.
Kardeş, dayı, amca, kuzen.
Öylesine biri.
Öylesine, bizi utandıracak kadar “Hiç”.
Düşünüyorum da,
Şimdi içerdesin ama bizden daha çok dışardasın.
Daha ne diyeyim ben sana!
***
Benim için,
bırak Türkiye’nin, dünyanın ihtiyacı olan bir iyilik var senin üstünde.
Bu senin iyiliğin, bu ülkede sadece gönül yarası, keder ve yalnızlık demektir dost.
Koltukların, alkışların, övgülerin ve sıfatların insanları köleleştirdiği bir yüzyıldan bahsediyorum.
Bu yüzyıl dostu, düşmanı birbirine kattı.
Kim dost, kim düşman, bilmiyoruz artık.
At izi, it izine karıştı.
Sular bulanık.
Hava puslu.
Yanılgılarla dolu hayatların çaresiz insanlarına dönüştürüldük hepimiz.
Artık kimseyi sevesimiz, kimseye sarılasımız ve kimseye gönül bağlayasımız yok.
Yorgunuz köyler, kasabalar kadar.
Ve yorgunuz düşler, umutlar ve inançlar kadar.
Çocuklarımız öldü bizim.
Gül yüzlü gençlerimiz öldü.
Hapishaneler tıka basa dolu.
Ayağını, elini, kolunu kaybedenler,
Kızlarından, oğullarından haber alamayan analar, babalar,
mezarlıklar,
mezar taşları,
mezar taşlarına giydirilen hırkalar, yelekler…
Artık kimseye dert diyesimiz, derman bekleyenimiz yok.
Kapılar sürgülü.
Pencereler kapalı.
Evler soğuk.
İnsanlar daha soğuk.
***
Bu senin iyiliğin, bu ülkede sadece kurşun, bomba, linç ve hapishane duvarları demektir.
Onlara benzemiyorsan, onlar gibi olmuyorsan, ötesi yok.
Biraz önce gördüm.
Açıklama yapmışsın ve “Ben kendi adıma, halkımıza layık bir politika ortaya koyamadığımız için içtenlikle özür diliyorum. Pratikteki çabalarımla bu eksiklikleri giderme sözü veriyorum. Ayrıca, bana yönelik yapıcı eleştirilere teşekkür ediyorum. Eleştirilerden yararlanmaya çalışacağım. Mücadeleyi cezaevinden her yoldaşım gibi dirençle sürdürürken, aktif politikayı bu aşamada bırakıyorum. Hepinize yoldaşça selam, sevgilerimi gönderiyor, hepinizi hasretle kucaklıyorum. Özgür günlerde görüşebilmek dileğiyle.” demişsin.
Bir kez ya hu bir kez.
Bir kez olsun beni şaşırtsan ya.
Yok.
Sen kafaya koymuşsun bir kere.
Sadece bizi utandırmakla kalmayıp, bir de yeri açıp içine sokmaya çalışıyorsun!
Hepimizin “Ölümsüz” olmak istediği, “Kahraman” olmak istediği, “Mühim insan” olmak istediği bu zamanda, sen yine “Hiç”liginle bizi dövüyorsun.
Döv vallahi.
Hakkımızdır!
***
Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.
Bu senin iyiliğin, eski zamanlarda kaldı.
Çoktan unuttuğumuz güzel zamanlarda…
Yaşar Kemal’İn dediği gibi “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”
Bu senin iyiliğin dostum, tutar, karda boranda filizlenir, gecenin içinde ışıklanır, umutsuzlukta insana düş kurdurur. Ama gel gör ki, bu topraklarda zar zor ayakta durur.
Fırtına yıkamaz da, bir nefeslik suskunluk yerle bir eder.
Fırtına kalır.
Nefes kalır.
Suskunluk kalır.
Yer kalır.
Ama bu iyilik bu topraklarda kalmaz.
ka
la
maz.
***
İyi ki, seni tanıdım, iyi ki seni bildim.
İyi ki, birkaç yıllık şu ömür yolculuğum sana denk geldi.
Bundan böyle ne olur bilmiyorum.
Belki hiç tanışamadan ölür gideriz.
Olsun.
Sen hep buralarda bir yerdesin işte.
Yüreğin umut ettiği o adreste.
Kendine iyi bakasın emi.
Hasretle…
Latest posts by Tamer DURSUN (see all)
- Neden Bizim Yüzümüz Gülmez - 29 Ocak 2024
- “Hepimiz az biraz bir varmış bir yokuz canınızı sıkmayın hiç” - 19 Kasım 2023
- Dilan Polat Çok Kalabalık - 11 Kasım 2023