Tüketimin Siyaseti: Sermayenin Korkusu ve Boykotun Gücü

Kapitalist sistemin temel taşlarından biri, tüketimin sürekliliğidir. Ekonominin çarkları ancak tüketicinin harcama yapmasıyla döner. Ancak tüketici, sistemin en zayıf halkası gibi görülse de, belirli koşullarda en büyük güce dönüşebilir. İşte tam da bu yüzden, Türkiye’de 2 Nisan boykotu gibi kitlesel eylemler, yalnızca bir protesto yöntemi değil, sermayenin ve iktidarın derin korkularını açığa çıkaran bir turnusol kâğıdı işlevi görüyor.

Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD), 2 Nisan boykotuna karşı yaptığı açıklamada, tüketimi kesintisiz sürdürmeyi bir “millî görev” olarak sundu. İktidarın başlattığı “BoykotDeğilMilliZarar” etiketini sahiplenerek, halkı harcama yapmaya çağırdı. Peki, milyonlarca insan yoksullukla mücadele ederken, iş dünyası neden böylesine panik içinde?

Boykot Kime Zarar Verir?

MÜSİAD, boykotun “ekonomik bağımsızlığa zarar verdiğini”, “yerli sermayeyi zayıflattığını” iddia ediyor. Oysa halkın temel kaygısı, millî ekonominin zarar görmesi değil, kendi cebindeki paranın erimesi. Tüketim boykotlarının en önemli politik gücü de burada yatıyor: Kapitalizm, ancak tüketicinin sürekli harcama yapmasıyla ayakta kalabilir. Eğer tüketici bilinçli bir şekilde tüketmekten vazgeçerse, bu yalnızca bir ekonomik duraksama değil, bir sistem krizine dönüşebilir.

Tarih boyunca kapitalizme karşı en etkili sivil itaatsizlik yöntemlerinden biri olan tüketim boykotları, yalnızca ekonomik bir araç değil, aynı zamanda politik bir mesajdır. Güney Afrika’da apartheid rejimine karşı, ABD’de siyahların medeni haklar mücadelesinde, Hindistan’da Mahatma Gandhi’nin bağımsızlık hareketinde tüketim boykotları kritik bir rol oynadı. Çünkü boykot, ekonomik bir talepten çok daha fazlasıdır—bir halkın iktidara karşı elindeki en güçlü demokratik silahıdır.

Sermaye, Halkın Yoksulluğuyla İlgilenmez Ama Tüketmemesiyle İlgilenir

Türkiye’de milyonlarca insan temel ihtiyaçlarını karşılayamazken, sermaye sınıfı bu duruma karşı hiçbir ciddi adım atmaz. Enflasyon yükselir, alım gücü düşer, temel gıda maddeleri erişilemez hale gelir; ancak iş dünyası için asıl mesele, kar marjlarının korunmasıdır.

MÜSİAD ve benzeri sermaye örgütlerinin, halkın geçim sıkıntısını dert etmediği çok açık. Fakat halkın tüketmemesi, yani sistemin kendi çarklarını döndürmemesi, onları telaşlandırıyor. Çünkü boykot, doğrudan sermayeyi vurur. İnsanların alışveriş yapmaması demek, şirketlerin satışlarının düşmesi, kârlarının azalması, dolayısıyla sermaye sahiplerinin ceplerinin boşalması demektir.

İşte tam da bu yüzden, MÜSİAD açıklamasında “iş dünyasının siyasi tartışmalardan uzak tutulması gerektiği” vurgulanıyor. Sermaye, siyasetle yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda ilgilenmek istiyor. Ne zaman ki halkın siyasete dair bir söz söyleme biçimi ekonomik bir güç kazanıyor, işte o zaman “birlik olmalıyız”, “millî ekonomiyi korumalıyız”, “piyasalara zarar vermemeliyiz” söylemleri devreye giriyor.

Kapitalizmin Kırılganlığı: Tüketici Boykotunun Etkisi

Kapitalizmin temel mekanizması, arz-talep dengesine dayanır. Ancak bu denge sanıldığı kadar sağlam değildir. Tüketici talebi bilinçli bir şekilde geri çekildiğinde, piyasa panikle tepki verir. Çünkü modern ekonomiler, yalnızca üretimle değil, sürekli tüketimle ayakta durur.

Boykotlar, sermaye sınıfının aslında ne kadar büyük bir açmaz içinde olduğunu gösteriyor. Çünkü kapitalist sistem, sadece malların üretilmesine değil, bunların tüketilmesine de bağımlıdır. Üretimin azalması kadar, tüketimin bilinçli bir şekilde kesilmesi de ciddi bir kriz yaratır.

Eğer halkın yoksulluğu iktidarı ve sermaye çevrelerini gerçekten endişelendiriyor olsaydı, asgari ücretin yükseltilmesi, gıda fiyatlarının düşürülmesi, ekonomik adaletin sağlanması için çağrılar yapılırdı. Ancak bu yönde hiçbir adım atılmazken, halkın “alışveriş yapmama” kararı, bir anda “millî tehlike” olarak sunuluyor.

Kim Kime Zarar Veriyor?

MÜSİAD ve benzeri sermaye çevreleri, tüketici boykotunu “Türkiye’ye zarar vermek” olarak lanse ediyor. Ancak gerçek şu ki, halkın tüketmemesi değil, sermayenin halkı sömürmeye devam etmek istemesi Türkiye’ye zarar veriyor.

Eğer ekonomik büyüme halkın refahına yansımıyorsa, bu büyüme yalnızca bir avuç sermayedarın servetini artırıyor demektir. Ve halkın tüketmemesi, ilk kez bu adaletsiz düzeni sorgulamalarına neden oluyorsa, işte o zaman sermaye gerçekten korkmaya başlıyor. Çünkü sistem, halkın yalnızca bir tüketici olarak var olduğu sürece işlemeye devam edebilir.

Boykot, bir protesto biçimi olmanın ötesinde, halkın sermayeye karşı ilk defa elindeki gerçek gücü fark etmesidir. Ve tam da bu yüzden, sermaye bundan bu kadar korkuyor.