Ten renginin evriminde folik asit ve D vitaminin rolü

İnsanlarda ten renginin neden farklılıklar gösterdiği konusunda yaygın olan açıklamaya göre koyu tenliler ekvator çevresinde, en açık tenliler de kutupların yakınlarında yaşıyor. Başka bir deyişle koyu ten rengi daha güneşli bölgelerde insanlar için daha yararlı olurken, açık ten güneşi daha az gören bölgeler için çok daha elverişli.

Açık tenlilerin güneşe çıktıklarında ciddi sıkıntılar yaşadıkları düşünüldüğünde, bu açıklama insanlara ilk bakışta gayet anlaşılır gelebilir. Oysa gerçekte insanlarda ten renginin farklılıklar göstermesinin güneş yanığıyla, ya da deri kanseriyle bile pek bir bağlantısı olmayabilir. Tam tersine, ten rengi iki temel vitaminin birbirleriyle çelişen talepleri sonucunda oluşmuştur: folik asit ve D vitamini. Güneşin morötesi (UV) radyasyonu folik asidi yok eder.. Oysa derinin D vitamini üretmeye başlaması için aynı radyasyona ihtiyacı vardır.

Denge nasıl kuruluyor?

Bu nedenle dengeleyici bir eyleme gerek duyulur. İnsanlar folik asitlerini korumak ve D vitamini üretmek zorundalar. Öyle ki, her iki duruma da uygun düşecek miktarda güneş ışığına gereksinim duyarlar. UV ışınlarının yoğunluğu coğrafi koşullarla belirlenirken, gerçekte derinin içine işleyen miktarı pigmentlere, ya da derinin rengine göre değişir.

Bu basit açıklama 2000 yılında antropolog Nina Jablonski ve coğrafya uzmanı George Chaplin tarafından öne sürültü ve o günden bu yana daha da geliştirildi. Ne var ki, ten rengiyle ilgili öykünün tümü için daha saçlı ve kıllı olduğumuz günlere dönüp bakmak gerekir.

Kılsız bir vücuda karşılık ödenen bedel

Milyonlarca yıl önce atalarımızın ten rengi belki de gözle görülebilir bir özellik değildi, çünkü ilk insanlar neredeyse tepeden tırnağa koyu renk bir kürkle kaplıydılar. Ancak, evrimsel akrabalarımız şempanze ve gorillerin koyu renk kürklerinin altındaki derinin açık renk olduğuna bakılırsa, bu kürkün altında da büyük bir olasılıkla açık bir ten olduğu söylenebilir.

Atalarımız zamanla bu tüylerini yitirince derileri de renklenmeye başladı. Bunun kesin zamanı ve nedeni henüz tam olarak bilinmemekle birlikte, araştırmacıların birçoğu tüylerin yok olmasının insanların iki ayak üzerinde durmalarına ve ekvator Afrika’sının bol güneşli açık alanlarında avcılık ve toplayıcılıkla uğraşırken serin kalmalarına yardımcı olduğu görüşünde birleşiyorlar. Ancak bunun karşılığında ödenen bedel de, çıplak tenin yıl boyunca yoğun UV ışınlarıyla karşı karşıya kalmasıydı. Bu bağlamda- kabaca 1-2 milyon yıl önce-koyu ten, folik asit depolarının korunmasında büyük yarar sağlıyordu.

Folik asidin önemi

Peki, folik asit neden önemli? Bu besleyici madde DNA etkinliklerinde rol oynamakla birlikte, asıl evrimsel yararı, bireyin ceninden başlayarak yaşamda kalma ve üreme yeteneği üzerinde görülüyor. Gebelik döneminde annenin folik asit düzeyleri yeterli olmadığında, bebekte ayrık omurga (spina bifida) olarak bilinen kimi zaman ölümcül olabilen nöral tüp defektlerine tanık olunabiliyor. Bilimsel araştırmalar güneş ışığının folik asidi molekül olarak parçaladığını ortaya koyuyor. Koyu tenin daha yüksek miktarlarda melanin içermesinden ötürü bunu önlediği düşünülüyor.

Tropikal bölgelerden uzaklaşma

Ancak insan soyu, yaşamını yalnızca ekvator Afrika’sında geçirmedi. Farklı dönemlerde insanlar kuzeye ve güneye yönelerek güneş ışığını daha az alan daha yüksek enlemlere gitmeyi göze aldılar.

D vitamini tam da bu aşamada bir soruna dönüştü. Folik asit gibi, D vitamini de evrim açısından önemli. D vitamini bağışıklık sistemi ve kemik sağlığı açısından gerekli olan kalsiyumun emilimini kolaylaştırır. Deri, bu vitamini belli dalga uzunluklarındaki UV ışınlarının bulunduğu koşullarda üretebilir.

Tropikal bölgelerin uzağında yılın büyük bir bölümünde UV ışınları deri hücrelerinin D vitamini üretmelerine yetecek dalga uzunluğuna sahip olmazlar. 1980’lerde bu durum Boston’da sünnet edilen beyaz tenli bebeklerden toplanan taze sünnet derilerinden yararlanılan bir araştırmayla ortaya kondu. Araştırmacılar topladıkları her bir örneği ikiye bölerek, bir yarısını üç saat boyunca öğle güneşinde ve öteki yarısını da karanlıkta tuttular. İlkyazdan güz aylarına dek güneş gören derinin, tıpkı canlı bir insanda olması gerektiği gibi, D vitamininin öncü maddesini üretmeyi sürdürdüğü görüldü. Oysa 17 Mart’a dek uzanan kış ayları süresince böyle bir üretime tanık olunmadı.

Bu durumda, yüksek enlemli bölgelerde yeterince D vitamini almak için insanlar yaz aylarında depoladıkları D vitaminine bel bağlamak zorunda kalırlar, ya da bu gereksinimlerini yağlı balık türü besinlerle karşılamaya çalışırlar. Gelgelelim, ten rengi koyulaştıkça yeterli miktarda D vitamini alımı da giderek güçleşir. Kuzey bölgelerde yaşayan açık ve koyu tenlilerin karşılaştırıldığı araştırmalarda, açık tenlilerde yıl boyunca D vitamini düzeylerinin daha yüksek olduğu ve güneş ışınlarının bu kişilerin daha az pigmentli derilerine daha çok işlediği görüldü.

Açıktan koyuya farklı ten rengine

İnsanlar dünyanın farklı yerlerine dağıldıkça, farklı dönemlerde, farklı insan topluluklarında çok çeşitli deri renkleri ortaya çıktı. Bu genetik biyolojik değişimlerin yanı sıra, insan topluluklarında farklı güneş ışığına bağlı olarak birtakım kültürel uyum becerileri geliştirdiler. Örneğin, insanlar folik asit ve D vitamini açısından zengin besinleri de tüketebilir duruma geldiler. UV ışınlarını önlemek amacıyla korunaklar, özel giysiler ve güneş kremleri kullanmaya başladılar.

Ten rengi, insanların farklılıklar gösterdiği en belirgin ve (kelimenin tam anlamıyla) en yüzeysel özelliklerinden biridir. Ancak bu farklılığın ardındaki evrimsel süreç ortaklaşa paylaşılan bir durumdur. İnsanın evrim sürecinde coğrafya, genler ve kültürel uygulamalar gibi etmenlere bağlı olarak ten rengi açıktan koyuya kesintisiz bir evrime tabi olmuştur.

Rita Urgan