Çok detaya girmeden özet olarak anlatmak istersek Freud der ki; beynimizin önemli bir kısmını şiddet oluşturur geri kalanını ise seks…
Yani bu dünyadan “insanın yaratıcılığını ve özgürlük aşkını esas alan, anti-otoriter, anti-hiyerarşik, anti-seksist” bir yaklaşım beklemek beyhude bir çabadır…
Şiddet; bu dünyanın en büyük baş belası iken, seks bu dünyanın en büyük ticari sektörüdür. İkisi de içten gelir ve dürtüseldir. Şahsi fikrim bir genelle olarak yazamam ama ikisinin de yaşamsal olarak insanlara, dünyaya zarar vermeyen boyuta gelmesini sağlamanın tek yolu eğitimdir. Kendi yazdığımdan anladığım şu ki ben de insanın “ıslah” edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğitimden kastım bıdı bıdı daha çok şey öğretmek değil elbette… Yazdığıma nasıl da inanmadım ama neyse… Çünkü bilimsel eğitimin görünen o ki hiçbir faydası yoktur. E dinin, dinlerin, içsel yolculukların ve daha bir sürü şeyin de bir faydası yoktur. O halde insanın gerçeği, hiç de parlak bir üretim değildir.
Toplanır şiddet uygular, oturur şiddet senaryoları yazar… Fikre, cisme, duyguya tahammülsüzdür. Kadına, erkeğe, çocuğa, hayvana, doğaya tahammülsüzdür. Yani neresinden baksak insan bir sıkıntı yumağıdır. Ve içindeki bu çözümsüz bulmacayı ifadesi farklı farklı da olsa, çoğu kez ifade için şiddete meyil eder…
Doğduğumuz günden ölene dek toplumsal ve bireysel olarak şiddetle iç içe ve içimizde derin bir “kaygı” duygusuyla yaşarız. Bazı toplumlarda şiddet ete kemiğe bürünmüş haldedir. Faşizm ve otokrasi başlı başına bir şiddet yönetimidir. Bunlara karşı düşünülen idari çözümlerinde gelip dayandığı nokta her seferinde maalesef “tek doğru benim doğrum ve bana inanmayan herkes yanlış” noktasıdır. Ancak bu cümlenin sonunda demokrasi ya da komünizm bir şiddetten sıyrılma yolu olarak görülmemektedir. En azından malum uygulamaların hiçbirinde bu çözüm olmamıştır.
Kişisel diyaloglarında bile bunun ötesine geçemeyen, fikrini bile paylaşırken başka hiçbir fikre tahammülü olmayan… Kendi lafı üzerine edilen her lafa ilk içgüdüsel tepkisi “itiraz etmek” olan insanlara şiddeti anlatmak hem beyhude, hem de zordur. Hele de onun olmadığı bir yaşam ve idari sistem ummak hayaldir…
Şiddet hiddetin fiziksel dışavurumudur aslında. İçten gelen hiddetle söz, yazı, el, ayak, sopa vs. kullanarak başka bir varlığı incitmekten gocunmamak ve hatta yaptıkça yapasın gelmesi halidir. Yani bir anlamda toplumsal bir eylemin aslında bir şiddet haline dönüşmesi çok şaşılacak bir durum değildir.
Neden bir insan diğer bir insanın canını bilerek ve isteyerek yakar? Umduğu bir şey olmalıdır değil mi?
Diğer insan ya da insanlar da onun canını yakmaktadır, buna engel olmak için kişi, şiddete başvurur. Bu durumda şiddeti karşılamak için, yani savunma ve varolma için şiddet kullanılmaktadır. Şiddeti makul gösterir mi bilmiyorum. Çünkü Gandhi gibi insanlar da vardır bu dünyada… Şiddete sükunetle karşı durmak çabuk ölmenize ve acıyı azaltmaya yarar en azından…
İnsanın geçmişte şiddetten canı yanmıştır. Ve insan buna bir tür karşılık vermek, deyim yerindeyse “öç almak” için şiddete başvurur. Asıl amaç kişinin iç dengesini yeniden kurma çabasıdır. Ama bildiği tek yol budur. Bu durumda, şiddet ile adalet sağlanmaya çalışılmaktadır. Ve içinde şiddet olan bir adalet zaten adalet midir bilmiyorum… Adını değiştirelim bence… Hep o sanat okuluna almadınız diye sinirlendi bu kadar Hitler…
Şiddet eğitimdir. İnsan diğer insanın/ insanların yanlış düşündüğü ya da davrandığı yargısına varmıştır. Onu ya da onları bu tutumundan vazgeçirmek için bir çare olarak şiddete başvurur. “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir / tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” dizelerindeki gibi. Bu bir yönüyle bir tür derstir. Ve elbette ders verilen sadece o insan ya insanlar değil, aynı zamanda etraftakiler olmaktadır; “ibret-i âlem” alır eğitimi… Korku imparatorlukları… Din… Çok cızlı bir alan burası… Dar atıyorum kendimi dışarı…
Konumu ya da doğrudan doğruya varlığı nedeniyle, kişinin amaçları önünde bir engel oluşturan kişi ya da davranışlara uyguladığı vazgeçirmeye, engel olmaya, geçici ya da süresiz ortadan kaldırmaya yönelik şiddet… Çok acımasız değil mi? Bu kelimenin geniş anlamıyla politikadır. Yani insanın kendisini dikkate alıp, dinlemesini sağlamak için diğer insanların canını yakıp, onların çığlığı sayesinde tüm bakışların kendisine çevrilmesini sağlamaya çalışması… Sizi gidi diktatörler sizi… Kaybolan ne gençliktir, ne de evlatlar… İnsanlıktır demek isterdim… Daha iyisini yükleyelim dedim.. Ama update etmek için programı bulamadım bilgisayarda…
Yani;
Şiddet, işkencedir.
Şiddet, tahakkümdür.
Şiddet, hazdır. Yok saymalayalım…
Hiddettir, cinnettir ama asla minnet değildir…
Bu açıdan bakıldığında haz olması dışında bütün şiddet eylemleri aslında kişinin kendini “daha iyisini yapmak için yaptığına ikna etmesi ile” yapılmaktadır. Haz çok başka bir meseledir.
Yani temelinde şimdi şiddet sonra özgürlük gibi bir düşünce yoktur.
Ve sizin zorlandığınız, kötü hissettiğiniz her durum ve hal size uygulanan şiddettir.
Hani şu çok değer verdiğimiz ve bu ülkenin “daha iyi şartlarda” yaşaması için mücadele verdiğine inandığımız “devrimci abilerimiz” mesela, en basiti kendi kadın yoldaşlarından başlayarak, yani onları devrim mücadelesinde getir götür hizmetçisi, ayak işlerine bakan ama gerçek mücadelede ancak yardımcı oyuncu olabilecek insanlar olarak görerek “şiddet uygulamışlardır”.
Şiddet illaki fiziki güç değildir neticede… Bugün hala dünya üzerinde kadının rüştünü ispat için “erkekleşmesi gerekiyor olması” bir şiddet sebep sonuç ilişkisinin ürünüdür.
Şiddetle büyüyen çocuklar şüphesiz içlerinde ki şiddete engel olamayan öfkeli nesillere dönüşür… Ve şiddet, şiddetle beslenerek bir önce ki seviyenin hep üstüne taşınır…
Elbette aslında güçsüzlüğün ve kifayetsizliğin bir ifadesidir. Çaresizlikten, kusurunu bilmekten doğar. Kendine yönelik öfkeyle beslenir. Kendini sevmeyen, saymayan, kendinden hoşnut olmayan insanın benliğinden aldığı öçtür. Kişi, kendisini şiddet uygulayıcısı konumuna yerleştirerek aslında küçümser. ‘Ben yapamadım, ben başa çıkamadım, benim seninle akıl yoluyla başa çıkacak donanımım yok’ demektir bu. Kendini ifade edebilecek kadar konuşamayan, konuşabildiğinde de arzu ettiği saygıyı görmeyen, kendini arzu ettiği basamağa çıkartamayan kişi, bir diğerinin üzerinde güç kullanarak onun gözünde o basamağa yükselmeye çalışır. Valla bunu okuyan erkeklere, babalara, kocalara, oğullara, sevgililere diyecek çok şey var da… Kadın da şiddet uygular aslında diyelim…
Ve devlet; tam tersini iddia ediyor olsa da özel ve başlıca bir hak olarak tanrısal bir kutsanmayla desteklendiği için tüm diğer devletlerin ve kendini oluşturan halkın haklarının mutlak inkârı olarak, onların üstünde vardır… Ve kocaman bir şiddet kaynağıdır. Anarşist olmanın tatlı sıcaklığı işte burada başlara kanımca…
“Devlet insanlığın inkârıdır”
Der Mihail Bakunin…
Eğer hayatımızdan şiddeti çıkarmayı hedefliyorsak malum koşullar içinde bunun zor olduğunu kabul etmek gerekir. Yine Bakunin;
“Hiç kimsenin bir başkasını baskı altına almasının imkânsız hale gelmesini mi hedefliyorsun? Öyleyse hiç kimsenin güce [iktidara, erke] sahip olmamasını sağlaman gerekir” (Bakunin’in Siyasi Felsefesi) de der…
Bunu yapabilmenin yolu ne yapmaktan geçer diye sorasım gelir… Yani işin diğer yanağı dönmekle çözümlenmediği ortadadır.
En büyük tanrıdır korku… Ve şiddet korkunun kardeşidir ve korkunun gölgesinin düştüğü yerde özgürlük nefes alamaz. Eğer bir korku büyütmüşseniz, onun gölgesi mutlaka sizin bahçenize de düşecektir. Şiddet ile adaleti, şiddet ile eğitmeyi, şiddet ile politikayı, şiddet üzerinden iletişimi, işkenceyi, tahakkümü, şiddetten haz almayı içeren bir varoluşun insanı önemseyen, insanlığı öne çıkaran özgürlükçü bir yapısı olamaz…
Velhasıl; bu dünyadan bunları beklemek belki de en büyük hata ve hayal kırıklığıdır…
Şiddete meyyalim vallahi dertten diyerek bitirelim o halde…
- “Aidiyet” Ait Olmanın Tadının Kaçtığı Şeyler - 23 Aralık 2019
- Dedikodu - 17 Ekim 2019
- Anne var, anne var… - 19 Eylül 2019