Oruç ibadetinin sosyo-ekonomik eleştirisi

Yiyecek ve cinsellik paylaşımının örgütlenmesi, insanlığın topluluk biçiminde yaşayabilmesinin ön koşuluydu. Bu ön koşul ilkel sosyalist toplumun bir gereğiydi. Fakat insanlık sınıflı topluma geçtiğinden beri, sınırsız isteklerin ve sınırsız tüketimin sahibi olmak istemiştir.

İnsanın maddeye karşı olan bu tutumu, insanın doğaya karşı başlatmış olduğu savaşın eylemselliğidir. Madde, insanın bilicini biçimlendirip, gelişmesini sağlamasına rağmen, insanın kendisini insan yapan nesnel varlıklara karşı başlatmış olduğu bu savaş kaçınılmaz olarak insanın, kendisine yabancılaşmasına neden olmaktadır.

İnsanların en çok değer verdiği doğallık ve sadelik insanların sınırsız ve şartsız tüketim anlayışıyla günden güne varlığını koruyamamaktadır. Sınıflı toplum içinde doğal kaynaklar toplumun menfi çıkarlarından uzaklaşarak değersizleşmektedir. Böylelikle kıymetini yitiren doğal kaynaklar; toplum içinde düşünsel ve duygusal farklı anlamlara bürünerek, toplum bilincinde diyalektik inançların dönüşümü olmaktadır. Çünkü madde toplumun insanlık ilerleyişinde temel etmendir.

Toplumun bilincinde yaşanan çelişkiler sonucu meydana gelen duygu ve düşüncelerin genel oluşumu ise dindir. Toplumun üstyapısının önemli bir işleyicisi olan din, oruç ibadeti gibi uygulanması mecbur kılınan bir inancın da yaptırımcısı olmuştur.

Sınıflı toplumla birlikte ezilen halkların dünyalarındaki acıların ve yetersizliklerin bir dışa vurumu olan oruç ibadeti, sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla analiz edildiğinde; toplumun sınırsız isteklere sahip olmak isteyişinin bir iç güdüsel dizginlenişini bilimsel olarak bizlere anlatmaktadır.

Ezilen toplumların inanç ritüelleriyle, ezen kesimler tarafından sömürülmeleri; oruç ibadetinin tefeci-bezirganlar tarafından neden mecbur kılınışını bizlere idrak ettirmektedir. Sınıflı toplum yapılanması tarihten günümüze emekçi yığınların artışına neden olmuştur. Emekçi yığınların uygarlık süreci içinde sömürülmeleri, burjuvazi için dini elzem kılmıştır. Ezilen halkların burjuvaziye karşı direnememeleri ve örgütlenememeleri liberal piyasanın çarklarını güçlendirmiştir. Serbest piyasa koşullarında sınırsız isteklere sahip olmak isteyen emekçi toplumumuz, böylelikle ütopyacı hayaller ve ideolojilerden kendilerini soyutlayamamıştır.

Feodal ve kapitalist sistemin en önemli mekanizması olan serbest ekonomi; ezen burjuvazi kesimlerin sözleşip güçlenmesine ve ezilen toplumlarında; dinsel ritüellerle sosyalist bir yaşama yabancılaşmasına sebep olmuştur. Ezilen toplumların komünal yaşama yabancılaşıp, duyarsız kalmaları; emekçi toplumların her türden dini inançlarını fundamentalist bir ideolojiye dönüştürmüştür. Fundamentalist kültürü benimseyen emekçi toplumlar bugün şahit olduğumuz gibi, oruç tutmayan emekçi insanlarına karşı saldırgan tavırlar takınmaktadırlar.

Oruç ibadetini ‘’yeşil sermaye’’ye dönüştüren burjuvazi ve komprador sınıfı; fundamentalist ideolojiyi toplum içinde üreten teorik ve pratik kesimlerdir. Ramazan ayında üretici ve satıcıların ürün fiyatlarını artırması dikkatlerden kaçmayan önemli bir konudur. Üretici ve satıcıların arz ve talep dengelerinde orantısız fiyat oynamaları; yukarıda vurgulamış olduğum toplumun bilinçsiz ve sınırsız tüketim yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır.

Aynı zamanda arz ve talep üzerinde vuku bulan orantısız fiyat dengelenmeleri; İslam inancında varolan rekabetçi ekonomi anlayışını da bizlere doğrulamaktadır.

İslam dini ve diğer kutsal dinler; serbest piyasanın, özel teşebbüsün din kisvesi altında varlığını ebedileştirmeye çalıştırdığı ve tek tanrı inancıyla manevileştiği iktisadi yapılardır. Tarih bize göstermektedir ki tek tanrı inancı peygamberlerin, kralların ve sultanların ortaya çıkmasıyla resmileşmiştir. İslam peygamberi Muhammed’in, Daru’n Nedve’de, tefeci-bezirganlarla toplantılara katılması ve zengin tüccar kadın Hatice’yle evlendikten sonra peygamberliğini ilan etmesi bir tesadüf değildir.

Hazreti Süleyman’ın krallığı, İbrahim peygamberin zengin bir hayvan tüccarı olması, İslamiyetin feodal bir sömürge sistemi olduğuna dair önemli ipuçları vermektedir. Tefeci-bezirganların halkı sömürmek için oruç inancını farz kılmaları; ezilen halkı maddi olanaklardan yoksun bırakarak sınıf mücadelesinde pasif bırakmak içindir. İnsanlık tarihimizin bize sunduğu verilerden yola çıkarsak, dinlerin ve dinsel bilin ki ya canınıza ya da malınıza kasıt vardır’’ demesi tarihsel gerçekleri bir kez daha hatırlatmaktadır.

İnsanlık tarihimizin bize sunduğu verilerden yola çıkarsak, dinlerin ve dinsel ritüellerin sınıf savaşlarının bir neticesi olduğunu anlıyoruz. Sınıf sorununun bir tezahürü olan din, sınıflı toplumların diyalektik gidişatını anlamak için bizlere kesin bilgiler sunmaktadır. İnsanların maddeyle olan diyalogunu bizlere açıklayan fetişizmi okuyup, düşündüğümüzde; feodalist ve kapitalist sistemler içerisinde, insanların maddeyle nasıl biçimlendiğini ve biçimlenişinin kültürel yansıması olan dinin, insanları komünal toplumdan, sınıflı topluma nasıl dönüştürdüğünü bilimsel olarak anlayıp, kanıtlayabiliyoruz.

Komünal yaşamın koşulları olarak ilkel toplumda sistemleşen yiyecek ve cinsellik paylaşımı, insanların madde ve doğa karşısında edindikleri bilinçli yaşam kurallarıdır. Modern toplumda, modern dünyanın emperyalist sistemi içinde maddeye, doğaya yabancılaşarak sömürülen toplumlar, gelecekten umutlarını kesmektedirler. Sınıf mücadelesinin insanların kurtuluşu için şart olduğu kapitalist düzende toplumlar, her türlü dini ve ideolojik olgular karşısında sosyalist örgütlenmeyi yaşamlarının kaynağı olarak görmelidirler ve inanmalıdırlar. Aksi takdirde mevcut dünya düzeni göstermektedir ki insanların ve doğanın kaynakları gün gün tükenmektedir.

Heybet AKDOĞAN
Latest posts by Heybet AKDOĞAN (see all)