İçimizdeki Boşluk: Mutsuzluk

Bir süredir mutsuzluk üzerine düşünüyorum; öyle beylik cümlelere baş vurmadan, şairin dediği gibi “işin kolayına kaçmadan”, onu nasıl anlatırım diye… Zira neden mutsuz olduğumuzu bilmeye hakkımız var. Ne vakit mutsuzluktan söz açılsa aklıma Tolstoy’un klasik eseri, Anna Karenina gelir. O dev eser, şu cümleyle başlar: “Bütün mutlu aileler birbirlerine benzerler, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” Bu, insanı çarpan cümleden sonra, hafif mizahi, daha çok da gerçek, Berna İnan’ın “Mutsuzluk Güzeldir” şiiriyle yazıya başlamak İnsanların mutsuzluğa dair bakış açılarını daha da genişletip peşin yargılarını törpüleyecektir umarım:

“Mutsuzluk düşünüldüğü gibi kötü bir şey değilmiş/ İyi taraflarını da görmek lazım/ Mesela moralin kolay kolay bozulmuyor/ Öyle ota boka durduk yerde üzülmüyorsun/ İnsanlara kırılmıyorsun/Kızmıyorsun/ Bir kere hiçbir şeyden korkmuyorsun/ Sanki hayat daha bir kolaylaşıyor/ Aynaya baktığında pek bir şey görmüyorsun/ Yüzüne ciddi bir ifade yerleşiyor/ /Fazla gülmüyorsun/ Konuşmuyorsun/ İnsanlarla göz göze gelmedikçe selam vermene bile gerek kalmıyor/ Bazen saklanmak, bazen bilinmez olmak, bazen de yok olmak istiyorsun/ Dünyadaki kötü haberlerden etkilenmiyorsun/ Çünkü bir kendine acıyorsun, iyice bencilleşiyorsun yani/ Her soruya hayat işte deyip geçiştiriyorsun/ Sanki biraz daha öfkeli/Sanki biraz daha öfkesizsin/ Daha önce adını anmaya korktuğun kelimeleri arıyorsun her yerde/ Yer kavramı hele hiç yok/ Ha boğaza karşı bir kafede oturmuşsun/ Ha mezarlıkta bir bankta hiç fark etmiyor/ Zaman kavramı zaten yok/ Saat hiç geçmiyor/ Yaz bitmiş, sonbahar gelmiş/ Sonra bahar da gelecek/ Mevsimlerle de ilgilenmiyorsun/ Ne haber diyene hep iyidir demekten kurtuluyorsun/Hiç işte desen yetiyor/ Aklında bulunsun/ Er geç yakalanıyorsun bu mutsuzluk illetine/ Kaçamıyorsun/ Ama biraz erteleyebilirsen ne mutlu sana/ Yani demek istiyorum ki mutsuzluk sanıldığı kadar kötü bir şey değil/ Başına geldiğinde doya doya yaşarsın.” 

Evet, yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi, mutsuzluk hiç de yabana atılacak bir duygu değil. Zira mutsuzluk bilinmeden, mutluluğun kıymeti anlaşılamıyor. Bir anlamda mutluluk tasarımının bir koşulu mutsuzluk; diğer bir koşulu da kendimizden dışarı adım atmak oluyor. Nasıl ki ben bana yetmiyorsam; duygularıma bir koşul aramak durumundaysam… Mesela gölgenin kıymeti sıkı bir güneşten sonra anlaşılıyorsa…

Mutsuzluk, insanın kendini ve/veya kendi dışında, kendiyle bir biçimde ilintili olan şeyleri azımsamasından başka bir şey değil gibi. Bir çeşit yetersizlik, yetmezlik hal ve duygusudur sanırım. Bir çeşit içinde yaşamayı umduğu cennete uzaklık duygusu…

Bana kalırsa, mutsuzluk esas, mutluluk talidir yaşamda. Mutluluk elbette bir tasarımdır ve bu uğurda gösterilen bir çabanın anlamlı sonucudur. İnsanlar mutluluğu mutsuzluktan ayırmak isterler. Oysa mutluluğa değer kazandıran şey mutsuzluktur. Mutluluk amaçtır; aynı zamanda sonuç… Ama sonuç, insan için yeni başlangıçların, tasarımların anıdır aynı zamanda. Dolayısıyla mutluluk bağrında yeni mutsuzlukları kuluçkaya yatırır.

Dünyada tutmak istediğimiz yeri seçerken, mutluluğumuzun yanında mutsuzluğumuzun dozunu da seçmiş oluruz. Dolayısıyla dünyayla alışverişi kesmek, uç-patolojik bir mutsuzluk sonucudur. Ama her mutsuzluk durumu bir hastalık göstergesi değildir elbette. İnsanlar mutsuz olarak dünyayla son derece kişilikli bir ilişki geliştirebilirler. 

Tabii unutulmamalıdır ki, mutluluk ya da mutsuzluk fikri insan üretimidir. İdeolojilerin, kültürlerin, dini inançların ve maddi koşulların birbirleriyle etkileşimi sonucu doğarlar. İçinde yaşanılan toplumun normallerini, anormallerini, kabullerini, retlerini onlar belirler; mutluluk ya da mutsuzluk duygusuna kaynaklık ederler. Onlar değerleri kodlar ve tanımlarlar. İşte, insan kendi varlığından kaçamadığı gibi, içinde yaşadığı toplumdan da kaçamıyor. 

Ne var ki toplum, ortalamasını vasatta buluyor. Vasat ise başlı başına bir mutsuzluk mevkiidir. Böylece kendini topluma göre ayarlayan/ toplum için yaşayan kişiye mutsuzluktan- istisnalar hariç- başka seçenek kalmıyor. O nedenledir ki, insan mutsuzken hayatın anlamı ve diğer ölümlü temalarla ilgileniyor. Mutlu insana göre hayatı sorgulamak için çok az neden kalıyor. Kaldı ki bazı insanların mutluluğu diğer bazı insanlar için mutsuzluk nedeni olabiliyor.

Mutluluk istenen bir şeydir elbette ama insan kendini genellikle mutluluk haliyle değil, mutsuzluk haliyle/ halleriyle açıklamayı seçer. Bunu herkes, günlük hayatında, kendinin ya da çevresindeki insanların davranışlarına, sözlerine bakarak da test edebilir. 

Hepimiz uzayda bir boşluğu doldururuz. O boşluğu gerektiği gibi, kendimizce dolduramamak başlı başına bir mutsuzluk nedenidir. Sanırım ki söz konusu boşluğu hakkını vererek doldurduğunu düşünen çok az insan vardır. Çünkü insan her ne yapıyorsa, hep bir eksik yaptığını düşünür. Mükemmeli arar; mükemmele yürür ama oraya bir türlü varamaz. Oraya vardığını düşündüğünde, artık orası mükemmel olmaktan çıkmıştır. Al bir mutsuzluk kaynağı daha…

Toplumsal yaşamda mutsuzluk esas, mutluluk talidir demiştim. Bunu şunun için söylüyorum; sonuçta insanlar, seçimlerinde/tercihlerinde özgürdürler. Bu onların aynı amaca yürümeyeceklerinin bir göstergesidir. Bireyler bireylerle; sınıflar sınıflarla; rejimler rejimlerle; toplumlar toplumlarla; kültürler kültürlerle çatışma halinde olacaklardır. Birinin mutluluk aracı, diğerinin yolunda engel olacaktır… İnsanların aynı hedefte buluşmalarını, aynı yüksek uzlaşmada yol birliği yapmalarını sağlayan bir formül henüz bulunamadı. Bulunur mu ondan da emin değilim. Kafamda anarşizm gibi bir formül var ancak onun da günümüz toplumuyla ilgili kan uyuşmazlığı var. Tek tek yapılan fedakârlıkların ya da “yüksek aşamaların” toplum içinde önemi vardır ama bunun verili vasat içindeki payı okyanusta damla kadardır.

Aslına bakılırsa yukarıdaki şiirde olduğu gibi -ister mutsuzluk, isterse mutluluk olsun- hiçbir duyguyu geçmişini geleceğini bilmeden övmek de yermek de nesnel bir davranış değildir. Zira örneğin mutluluğa nasıl bir yol izlenerek varıldığını pek bilemeyiz. İzlenen yolun ne kadar etik değerler güzergâhından geçtiğinden bihaberiz. O halde, bir duygunun doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda yargıda bulunmak, peşinen herhangi birine üstünlük yüklemek yanlış olacaktır.

Şart değildir ama mutluluk haksızlık, zorbalık üzerinde de yükselebilir, kadirşinaslık üzerinde de. Aynı şekilde, mutsuzluk, fedakârlık üzerinde de inşa olabilir, patolojik bir tavır üzerinde de… Böyle olunca herhangi birine bir norm olarak ayrıcalık tanımak haksızlık olacaktır.

Evet, daha önce, fiziki bir varlık olarak dünyada boşlukları doldurduğumuzu söylemiştim. Bu doğrudur ama bir başka doğru daha vardır. O da içimizdeki boşluklardır. Belki mutsuzluğun ya da mutluluğun temellendiği yerler, içimizdeki duygusal boşluklardır. Söz konusu boşlukları nasıl ve ne şekilde doldurduğumuz hayati bir meseledir. Mutsuzluğumuz işte bu içimizde doldurulamayan/doyurulamayan boşluklarımızın ürünleridir. Onlar öyle boşluklardır ki, parayla, mal ve mülkle doldurulamazlar genellikle.

Tabii bir diğer mutsuzluk ya da mutluluk haline varmamızın koşulu kendimizi ne kadar başkaları için hareket noktasına getirebildiğimizdir. Edimlerimizle kendimizi ne kadar -hem nicelik hem nitelik olarak- çok kişinin hayatının içinden geçiririz; ne kadar çok kişi bizim hayatımızın içinden geçer. Onlarla ilintimizin, temasımızın kalitesi, niteliği mutluluğa ya da mutsuzluğa giden yolların taşlarını döşer.

Bilinebileceği gibi, kişi hiçbir zaman, tamamen doymuş, tamamlanmış olmayacaktır; insanın mutsuzluğa yazgılı olması bundandır. Mutsuzluğun da, mutluluğun da bu bağlamda kavranması ve öyle anlaşılması önemlidir.

Elbette mutsuzluğumuz gibi, mutluluğumuz da bize aittir; bunun birinci derece sorumlusu ve sahipleriyiz. Bu bir yana, başkalarının mutsuzluğuna, mutluluğuna ne kadar araç/aracı olduk. Onların içindeki boşluğu doldurma konusunda ne yapabildik; ne tür durumların nedeni/sonucu olduk. Başkaları bizim için önemli olmalıdır zira pek çok problem onlardan yansıyan bir bumerang gibi gelip bizi bulmaktadır.

Mutlu insanlar, mutluluklarının ölümsüz olmasını isterler. Mutsuzların, mutsuzluğu ise zaten ölümsüzdür. Mutsuz insan kendini mutlu kılmanın yollarını arar; mutsuzluğunu ölümlü kılmaya çalışır. Bunu nasıl yapabilir? Sanırım bunlardan biri, başkalarının hayatında kendine yaşam alanı yaratmaktır, diğeri ise kendi hayatında -değerler olarak- kendine yakın kişilere yaşam alanı açabilmek… Böylece kendimizi başkalarının özgürlüğüne hareket noktası; başkalarının özgürlüğünü kendimize hareket noktası yapabiliriz.

Bunlar içimizdeki boşluğu doldurmak adına naçizane öneriler olarak kabul edilmelidir.

Tabii yazı boyunca hiç söz konusu bile etmediğim ve her türlü mutluluğun, mutsuzluğun hareket noktası olarak, sağlık, esenlik, güvenlik ihtiyacının karşılanıp karşılanmaması, her türlü iyiliğin ve kötülüğün temel belirleyenidir. Diğer konulara ancak bunlardan sonra tartışma konusu olabilecek mevzulardır.

 

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)