Kutsal olan ne kaldı?

Acıyı defalarca ruhumda hissetmiştim ama son bir yıldır bu duygunun tüm benliğimi sardığını düşünüyorum. Aile olma, zengin olma, şöhretli olma isteği beni iyice iğrendirmeye başladı. Ben aile olmayı değil sevgiyi yaşamak istiyorum. Ben böyle kaosun yaşandığı bir vatan yerine vatansız olmayı istiyorum. Ben sahtekarlıkla donatılmış bir ruh yerine  alçak gönüllü bir ruhla yaşamayı istiyorum. Politikanın hayatımızı kaosa çevirdiğini gördükçe bilinçsiz yaşamak istiyorum.

Politik sahtekârlığın en şahanesi evlerimizde yaşanıyor. Ve bizler öylesine politik donanıma sahibiz ki kimse kimseyi iplemiyor. Erkeklerimiz de kadınlarımız da cambaz gibi. Hep seviyormuş gibi, bağlıymış gibi yaşıyoruz. Hepimiz bağlı değil bağımlıyız. Bağımlılıklarımız eroinmanlara taş çıkartır.

Evler, vicdanları irin tutmuş bireylerin sığınma mekânına dönmüş.  Sadece maddi birlikteliklerin yaşandığı sevgisiz çatılar altında acının ve sahtekârlığın bin bir türünü gizleyen mekânlarda geçiyor ömrümüz. Sevgiye aç çocuklar, kadınlar ve erkekler yalana inanmış yazgısına boyun eğmiş yaşayıp gidiyorlar. Kimsenin kimseyi yargılama hakkı kalmamış zira bu durum çoktan kabullenilmiş. Sonra kalkıyor ailenin kutsallığından söz ediyoruz. Sahi şu yeryüzünde kutsal olan ne kaldı ki?

Dilimizden düşürmediğimiz dürüstlük ve samimiyetten o kadar uzağız ki bu sözcükleri telaffuz ederken kendimiz bile inanmıyoruz duyduğumuz sese. Ve kendimizi beğenmişliğimiz, kibrimiz bizi neredeyse yok etmiş haberimiz yok. Biz hepimiz birbirimize benziyoruz. Kimsenin kimseyi suçlamaya hakkı yok. Şöhret hırsından başı dönmüş “sanatçılar” gibi her türlü kepazeliği kendimize reva görüyoruz. Yetmiş yaşına gelmiş bir insanın bu kadar kepazeliğe boyun eğmesini hangi sözcükle açıklayabiliriz ki? Defalarca ölümden dönmüş bir insanın kepazeliğini hangi sözcükle açıklayabiliriz ki? Ben bu duruma insanın kendisini tanımaması diyebilirim ancak. Kendine ayna tutmaması, hiç değilse kendine günah çıkarmaması diyebilirim.

İnsanın kendini böylesine reddetmesini anlamak kolay değil.

Bizim toplumda ne sevgiden ne alçak gönüllükten eser kalmamış.  İşimize gelmeyince her şeyi ezip geçiyoruz. Kutsal mekânlarımızı bir çırpıda yıkıyor, inandığımız ne varsa yerle bir ediyoruz. İnsan herkese yalan söyler ama sadece kendisine yalan söyleyemez. Bu kadar yalancı olmamız ruhumuzu saran sefaletten mi kaynaklanıyor acaba? Yoksa kendimize zerrece saygı duymadığımızdan mı?

Şu yeryüzünün ve gökyüzünün mucizevi varlığı insan  kuşkusuz her çağda kötüydü, acımasızdı ama bugün ki kadar kendini inkâr etmemiştir diye düşünüyorum. Acıyla yoğrula yoğrula ölüme giderken işte bahar geldi.

Büyük bir silkinişe ihtiyacımız var.  Her gün duyduğumuz nakaratlardan ve şu dünyayı kuşatan gevezelerden usandık. Acılarımızla yaşamı yoğurup yeni bir dünya kuracak insanlara ihtiyacımız var. Maddi değil manevi isteklerimizi önemseyecek insanlara ihtiyacımız var.

Eğer bunu yapamayacaksanız sizi neden önemseyelim ki?

 

Cennet BİLEK
Latest posts by Cennet BİLEK (see all)