Kadın sorunu kimin sorunu?

Ä°lkel Komünal Toplum’dan yeni toplum biçimlerine doÄŸru tarihsel yöneliÅŸte kadınların ekonomik, sosyal ve siyasal rolleri erkek egemenliÄŸi tarafından deÄŸiÅŸtirildi. Kadınlara güven vermekten çok her aÅŸamada yeniden üretilen erkek güvensizliÄŸi (hem kendilerine hem de kadınlara karşı) özgün biçimlere büründü. Erkek egemen ideolojinin çeÅŸitli versiyonları olarak her gün yeniden üretilen kadın sorununa karşı ilgisizlik, duyarsızlık, çekingenlik ve hatta içten içe süreklilik kazanan “korku” durumu devam etti.

Erkeklerin, erkek egemen ideolojinin etkisinden kurtulamamaları ve bu söylemi hayatın her alanında sürdürmelerinin temel nedeni, kadın sorununun aslında “erkeklerin sorunu” olduÄŸu gerçeÄŸini kavrayamamalarından kaynaklandı. Erkek egemen ideolojinin etkin olduÄŸu reel sosyalizm anlayışı da 20.yüzyıl boyunca siyasal ve toplumsal hayatın her alanında geçerli oldu.

Tüm eşitlikçi ve özgürlükçü söylemlere karşın, bugüne kadar kadınların siyasal ve örgütsel alanda erkeklerle eşit konumda bulunamamalarının sorumluluğu erkeklere aittir. Devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde cinsiyetçiliğe yer yoktur. Erkek egemenliği ile mücadele cinsiyetçi olmayan bir sosyalizm anlayışına tekabül eder.

Bu nedenle kapitalist sistemin doğasından kaynaklanan burjuva rekabetin yarattığı parçalanmışlığın, ezilmişliğin, güvensizliğin ve yabancılaşmanın aşılması için, siyasal ve örgütsel çalışmalarda sevgi, güven, dostluk, dayanışma gibi yoldaşlık ilişkilerinin kurulması ve geliştirilmesi gereklidir.

Kadın örgütlenmesinin bir uzmanlık örgütlenmesi baÄŸlamında ele alınması, kadınların siyasal ve örgütsel alanın diÄŸer sektörlerinden tecrit edilmelerine yol açmaktadır. Bu durumun yarattığı en önemli olumsuzluk, kadınların kendi yetersizliklerinin ve sayıca az olmalarının farkında olmalarına raÄŸmen; erkekler tarafından kendilerine bırakılmış ve son derece daraltılmış, sığlaÅŸtırılmış olan “kadın alanı” ile yetinmek zorunda kalmalarıdır.

Devrimci kadınların toplumsal kadın rolleri ile devrimci kimlikleri arasındaki çeliÅŸkiler ise, siyasal ve örgütsel alanda önemli sorunlar yaratıyor. Sokakta, eylemde, günlük siyasal iÅŸlerde önde ve erkeklerle eÅŸit düzeyde olan devrimci kadın; evde, aile iliÅŸkilerinde, aÅŸkta, arkadaÅŸlıkta, dostlukta aynı düzeyde konumlanamıyor. Erkek egemen ideolojinin her alandaki etkisi ve karşı konulamaz gücü, kadınları erkeklere karşı “rekabet” yerine birbirlerine karşı “rekabete” yöneltiyor.

Çalışan kadınların, emekçi kadınların ve eve hapsedilmiş kadınların (mutfak-yatak odası ve çocuk odası üçgeni arasında koşturan ev kölesi kadın) geleneksel kadın rolleri ile özgürleşmekte olan kadın rolleri arasındaki zoraki gidiş gelişleri, sosyal ve psikolojik sorunlar yaratıyor. Erkeklerin bir gün bile katlanamayacakları bu travmatik durum, kadınların günlük yaşamlarında her gün yaşadıkları ağır stres ve depresyonun temelini oluşturuyor.

Kadınlar, hangi siyasal ve örgütsel konumda bulunursa bulunsunlar, kendi kurtuluş mücadelelerine önderlik etmelidir. Ezilen sınıflar, uluslar, etnik, kültürel ve inançsal kesimler kendi kurtuluşları için nasıl örgütlenip mücadele ediyorlarsa, kadınlar da kurtuluşlarına giden yolun esas olarak kendi çabalarından geçtiğini görmek zorundadırlar.

Bu bakımdan, erkek egemen ideolojinin yansımalarından kaynaklanan özel ve genel sorunların bıkmadan, usanmadan, korkmadan inatla ortaya konularak sorgulanması ve bu iÅŸin bir “ideolojik mücadele alanı” olarak ele alınması ve böylelikle erkek egemenliÄŸinin sürekli ve sistemli bir ÅŸekilde sarsılması gereklidir.

Åžaban Ä°BA