İnsanlık Onuru ve Toplumsal Tavır

“İnsanlık onuru, sizin başınıza gelene değil, başkasının başına gelen bir şeye karşı sizin nasıl tavır aldığınızdır.”  

İnsanlık onuru, tarihsel süreç içinde farklı anlamlar kazanmış bir kavramdır. Geleneksel toplumlarda bireyin onuru, ait olduğu toplulukla tanımlanırken; modern toplumlarda bireysel haklar ve özgürlüklerle bağlantılı hale gelmiştir. Sosyolog Georg Simmel, bireyin sosyal etkileşim içinde kimlik kazandığını söylerken, Erving Goffman onurun “toplumsal bir inşa” olduğunu vurgular. İnsanlık onuru, yalnızca bireysel bir duygu değil, toplum tarafından tanınan ve korunması gereken bir değerdir.  

Toplumların insanlık onuruna yaklaşımı, hukuk sistemleri ve toplumsal normlarla doğrudan ilişkilidir. İnsan hakları evrensel bildirgesi, onuru temel bir hak olarak tanımlar. Ancak, onurun yalnızca yasal bir hak olmaktan öte, bireylerin birbirlerine karşı sergilediği tutumlarla da şekillendiği unutulmamalıdır.  

Toplumların insanlık onuru konusundaki en büyük sınavı, başkalarının acılarına karşı nasıl tepki verdikleridir. Sosyal psikolog Stanley Milgram’ın otoriteye itaat deneyleri, insanların başkalarına zarar veren sistemlere sessiz kalabildiğini göstermiştir. Ancak Hannah Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramında belirttiği gibi, kötülük çoğu zaman insanların olaylara kayıtsız kalmasıyla büyür.  

Sosyolojik açıdan bakıldığında, bireylerin ve toplumların başkalarının yaşadığı acılara duyarlı olması, etik sorumlulukları ve sosyal dayanışma bilincini gerektirir. Empati ve kolektif vicdan, toplumların daha adil ve dayanışmacı bir yapıya kavuşmasını sağlar.  

İnsanlık onuru, sadece bireysel değil, kolektif düzeyde de değerlendirilmelidir. Toplumlar, marjinal gruplara, yoksullara, mültecilere veya azınlıklara yönelik tutumlarıyla insanlık onuruna verdikleri değeri gösterirler. Pierre Bourdieu’nun “sembolik şiddet” kavramı, toplumların belirli kesimlerini dışlayarak ya da görmezden gelerek onları onursuzlaştırabildiğini açıklar.  

Bugün dünya genelinde yaşanan mülteci krizleri, etnik ve dini ayrımcılıklar, işçi haklarının ihlali gibi konular, insanlık onurunun nasıl sınandığını gösteren önemli örneklerdir. Toplumlar bu tür adaletsizliklere karşı tavır almadığında, sadece mağdurların değil, tüm toplumun onuru zarar görmektedir.  

Türkiye ve dünya tarihine baktığımızda, insanlık onurunun sınandığı birçok olayla karşılaşırız.  

Nazi Almanyası’nda Yahudilere uygulanan soykırım sırasında birçok Alman vatandaşı sessiz kaldı. Oysa bazı bireyler (Schindler gibi) insani duruş sergileyerek hayat kurtardı.  

Türkiye ve Avrupa, Suriyeli mültecilere yönelik yaklaşımlarında farklı tavırlar sergiledi. Kimileri onlara yardım ederken, kimileri dışlayıcı politikalar izledi.  

Soma maden faciası gibi olaylar, toplumun işçi hakları konusundaki duyarlılığını sorgulamamıza neden olmuştur.  

Bu örnekler, bir toplumun insanlık onurunu nasıl koruduğu ya da ihmal ettiğini gösteren somut olaylardır.  

İnsanlık onuru, yalnızca bireyin kendi haklarını koruması değil, başkalarının haklarını ve acılarını da gözetmesiyle anlam kazanır. Kuçuradi’nin sözünde vurguladığı gibi, insanlık onuru başımıza gelenler karşısında değil, başkalarının yaşadığı haksızlıklara nasıl tepki verdiğimizle ölçülür.  

Toplumlar, insanlık onurunu koruyabilmek için:  
– Empati ve etik bilinci güçlendirmeli,  
– İnsan haklarına duyarlılığı artırmalı,  
– Sosyal adalet mekanizmalarını geliştirmeli,  
– Sessiz kalmanın bir tür suça ortaklık olduğunu unutmamalıdır.  

Bu bağlamda, bireyler ve toplumlar, insanlık onurunu savunmayı yalnızca bir erdem olarak değil, bir zorunluluk olarak görmelidir.  

İnsan hakları mücadeleleri, sivil toplum hareketleri ve demokratik katılım süreçleri, onurun kolektif düzeyde nasıl korunabileceğine dair önemli örnekler sunar.

Türkiye’de ve dünyada, insanlık onurunu koruma yönünde verilen mücadeleler dikkat çekicidir. Türkiye’de faili meçhul cinayetler, zorla kaybedilenler ve işkence mağdurlarına yönelik toplumsal duyarlılık, insanlık onurunu koruma çabasının bir yansımasıdır. Örneğin, Cumartesi Anneleri ’nin mücadelesi, devletin hak ihlallerine karşı sivil bir direniş örneğidir. Dünya genelinde ise Güney Afrika’daki Apartheid rejimine karşı verilen mücadele ve Rosa Parks’ın ABD’de ırk ayrımcılığına karşı başlattığı hareket, insanlık onurunu savunan toplumsal tepkilere örnek olarak gösterilebilir.

İnsanlık onuru, bireyin yalnızca kendi haklarını değil, başkalarının haklarını da savunmasıyla ilgilidir. Sosyolojik perspektiften bakıldığında, toplumsal adalet ve dayanışma kavramları bu onurun korunmasında merkezi bir rol oynar. Pasif gözlemcilikten çıkıp adaletin tesisine katkıda bulunan bireyler, sadece kendi onurlarını değil, aynı zamanda bir toplumun etik değerlerini de güçlendirmiş olurlar. İoanna Kuçuradi’nin sözü, bireysel ve kolektif sorumluluğumuz üzerine yeniden düşünmemiz gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır.

Arslan ÖZDEMİR