Gelir Artıyor, Merdiven Yerinde Sayıyor

TÜİK’in 2025 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, ilk bakışta “iyileşme” izlenimi veren göstergelerle açıklandı. Ortalama gelirler yüzde 70’in üzerinde arttı, Gini katsayısı teknik olarak geriledi, en yoksul yüzde 20’nin payında sınırlı da olsa artış kaydedildi. Ancak verinin bütününe yakından bakıldığında ortaya çıkan tablo, gelir dağılımındaki eşitsizliğin azalmadığını; aksine kalıcılaştığını ve normalleştirildiğini gösteriyor.

Sorun artık yalnızca “gelirin nasıl paylaşıldığı” değil, kimin bu düzende yer değiştirebildiği, kimin yerinde çakılı kaldığı meselesi.

Tepede Yoğunlaşma Değişmiyor

En yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kesimin toplam gelirin yüzde 48’ini alması, Türkiye’de gelir dağılımının hâlâ sert biçimde tepeye yığıldığını ortaya koyuyor. En yoksul yüzde 20’nin payı yüzde 6,4. Aradaki fark, küçük yıllık oynamalarla kapanabilecek bir makas değil; yapısal bir ayrışma.

Gini katsayısındaki 0,003 puanlık gerileme, istatistiksel bir düzeltme olmanın ötesine geçmiyor. Üstelik TÜİK’in kendi hesabı bile şunu açıkça söylüyor: Sosyal transferler çıkarıldığında eşitsizlik sıçrıyor. Yani gelir dağılımındaki sınırlı “denge”, piyasanın değil; emekli maaşları ve sosyal desteklerin ürünü.

Bu durum, refahın üretim ve bölüşüm mekanizmalarıyla değil, telafi edici yamalarla ayakta tutulduğunu gösteriyor.

Gelir Artışı Var, Ama Kim İçin?

Ortalama hanehalkı gelirinin yüzde 76’yı aşan artışı, enflasyonist bir ekonomide ilk bakışta etkileyici görünebilir. Ancak ortalama, bu tür dönemlerde yanıltıcıdır. Çünkü artış, toplumun tamamına eşit dağılmadığında ortalama yükselir, ama geniş kesimler yerinde sayar.

Nitekim veriler, gelir artışının en çok yükseköğretim mezunları, işverenler ve hizmet sektörünün üst segmentlerinde yoğunlaştığını gösteriyor. İşverenlerin yıllık ortalama gelirinin 1,2 milyon TL’yi aşmasıyla yevmiyeli çalışanların 187 bin TL’de kalması arasındaki fark, artık yalnızca “gelir uçurumu” değil; iki ayrı ekonomik evren anlamına geliyor.

Bu tablo, emeğin pazarlık gücünün zayıfladığını; sermaye ve pozisyon gelirlerinin sistematik olarak öne çıktığını teyit ediyor.

Eğitim, Bölge Ve Statü: Üçlü Kilit

Gelir dağılımında eşitsizliği yeniden üreten üç temel eksen net biçimde öne çıkıyor: eğitim düzeyi, istihdam statüsü ve coğrafya.

Yükseköğretim mezunları ile okul bitirmeyenler arasındaki gelir farkı, yalnızca diploma meselesi değil; hayata hangi kapıdan girildiğinin göstergesi. Benzer biçimde Ankara, İstanbul ve İzmir ile Van-Muş-Bitlis-Hakkari hattı arasındaki fark, bölgesel kalkınma söylemlerinin kâğıt üzerinde kaldığını hatırlatıyor.

Bu eşitsizlikler birbirini besliyor: düşük eğitim düşük gelir getiriyor, düşük gelir bölgesel yoksunluğu kalıcılaştırıyor, bu da kuşaklar arası aktarımı güçlendiriyor.

Asıl Alarm: Yer Değiştiremeyenler

TÜİK verilerinin belki de en kritik, ama en az tartışılan bölümü gelir grupları arası geçişler. En alttaki yüzde 10’un yüzde 68’inin ertesi yıl da aynı yerde kalması, yoksulluğun geçici değil kalıcı hale geldiğini gösteriyor. Aynı şekilde en üst yüzde 10’un büyük bölümünün yerini koruması, tepedeki yoğunlaşmanın kendini yeniden ürettiğini kanıtlıyor.

Bu, yalnızca gelir eşitsizliği değil; fırsat eşitsizliği, hareketsizlik ve kilitlenmiş bir toplumsal yapı anlamına geliyor.

Sonuç Yerine: Eşitsizlik Azalmıyor, Kurumsallaşıyor

TÜİK’in 2025 verileri, Türkiye’de eşitsizliğin “kriz anomalisinden” çıkıp kalıcı bir yönetişim biçimine dönüştüğünü gösteriyor. Gelir artıyor, ama merdiven çalışmıyor. Sosyal transferler olmasa tablo daha da sertleşiyor. Eğitim, bölge ve statü farkları derinleşiyor. Ve en önemlisi, alttakiler yukarı çıkamıyor.

Bu noktada mesele artık teknik göstergelerin birkaç puanlık hareketi değil; nasıl bir ekonomik ve toplumsal düzenin sürdürüldüğü sorusu. Veriler yan yana konulduğunda açık olan şu: Türkiye’de gelir dağılımı sorunu, rakamlarla değil; siyasal tercihlerle şekilleniyor.


Kaynak:
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2025