Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 46’ya çıkarması, “enflasyonla mücadele” retoriğiyle sunulsa da gerçekte siyasi bir sarsıntının ardından gelen panik adımıdır. Bu karar, İmamoğlu’na yönelik yargı ve medya üzerinden yürütülen operasyonun ekonomide tetiklediği hasarın telafisine yönelik geç kalmış bir yangın söndürme çabasıdır. Siyasal operasyonun gölgesinde hızla boşalan döviz rezervlerini dengelemek için başvurulan bu faiz artışı, sadece bir ekonomik düzenleme değil, rejimin istikrarı adına yapılan bir acil müdahaledir.
Siyasi Operasyonun Ekonomik Bedeli: Dövizler Eriyor
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na karşı son haftalarda yoğunlaştırılan yargı hamleleri, Türkiye’de siyasal rekabetin seçim dışı yollarla dizayn edilmek istendiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Ancak bu operasyonun sadece siyasi sonuçları olmadı. Türkiye gibi kırılgan ekonomilere sahip ülkelerde siyasal belirsizlik her zaman döviz kaçışıyla sonuçlanır. Nitekim öyle de oldu: Merkez Bankası’nın arka kapıdan döviz satışı yaptığı iddiaları kamuoyuna sızarken, rezervlerdeki ciddi erime ve döviz talebindeki ani artış döviz kurlarında yeni bir baskı yarattı.
Bu baskıyı durdurmak ve sıcak para çıkışını yavaşlatmak için atılan adım ise klasik: Faizi yükseltmek. Yani bir yandan rejimin otoriter konsolidasyonu sürerken, diğer yandan sermayeye “endişelenmeyin” mesajı verilmiş oldu.
Faiz Kararı: Ekonomik Akıl Değil, Kriz Yönetimi
Merkez Bankası’nın faiz kararını “enflasyonla mücadele” gibi teknik bir açıklamayla sunmak, artık kimseyi ikna etmiyor. Zira iktidar, 2021’den itibaren düşük faiz politikasında ısrar ederek ülkeyi hiperenflasyonist bir sarmala soktu. Bugün gelinen noktada, yüzde 46’lık faiz artışı, geçmişin hatalarından dönüş değil; rejimin siyasal krizini finansal önlemlerle geçici olarak telafi etme girişimidir.
Bir başka deyişle, İmamoğlu’na dönük operasyonun oluşturduğu güvensizlik atmosferi, döviz kaçışını hızlandırınca, faizi artırarak dövizi yerinde tutmak zorunlu hale geldi. Bu politika, ne “rasyonaliteye dönüş” ne de ekonomik reformdur. Bu, açıkça bir hasar kontrolüdür.
Siyasal Merkez, Ekonomik Merkeze Müdahale Ediyor
Merkez Bankası’nın kararı, ekonomik bir zorunluluğun ötesinde, rejimin siyasal kapasitesinin sınırlarını gösteriyor. Faiz oranı, Erdoğan’ın 2002’de iktidara geldiği seviyeye dönmüş durumda. O dönem IMF programıyla yönetilen Türkiye, şimdi ise IMF’siz IMF politikalarını uygulayan bir otoriter rejim haline geldi.
İktidar, içeride meşruiyetini kaybederken dışarıda “yüksek faizle güven veren” bir aktöre dönüşmeye çalışıyor. Ancak bu çelişki sürdürülebilir değil. Siyasal baskının arttığı her dönemde, ekonomi daha kırılgan hale geliyor ve rejim bir kez daha faiz silahına sarılıyor.
Kriz, Sadece Ekonomik Değil
Yüzde 46’lık faiz, sadece bir ekonomik gösterge değil; aynı zamanda bir siyasi itiraftır. Bu oran, rejimin içeride baskıyla, dışarıda parayla ayakta kalma stratejisinin çöküşünü yansıtır. İmamoğlu’na yönelik operasyonla yaratılan güvensizlik ortamı, dövizin kaçmasına ve rezervlerin tükenmesine neden olmuş, bu da “piyasalara güven” adı altında faizlerin uçurulmasıyla telafi edilmeye çalışılmıştır.
Türkiye, artık faizle ekonomiyi değil, krizleri yönetmeye çalışıyor. Ancak ne kadar faiz artarsa artsın, rejimin meşruiyetindeki erimeyi durdurmak mümkün değil. Bugün yükselen sadece faiz değil; aynı zamanda otoriterliğin maliyeti, halkın borcu ve geleceğin ipotek altına alınmış hali.
Kaynakça
-
TCMB Para Politikası Kurulu Kararları, 2025.
-
Reuters, “Döviz rezervleri yeniden alarm veriyor,” 2025.
-
Financial Times, “Erdoğan’s authoritarian pivot spooks Turkish markets,” 2025.
-
Şebnem Oğuz, Geç Faşizm, Notabene Yayınları, 2023.
-
Daron Acemoğlu, Darbe, Faiz ve Demokrasi: Türkiye’nin Kurumsal Çıkmazları, 2021.