“Tanrılar, yok etmek istediklerinin önce aklını başından alırlar.”
Eski Grek atasözü
CHP Genel Başkan Başdanışmanı ve İstanbul milletvekili Erdoğan Toprak 1 Ağustos’ta, Sözcü gazetesinden Emin Özgönül’e bir mülakat verdi. CHP’nin resmi görüşünü yansıttığını söyleyebileceğimiz Toprak burada şöyle dedi:
“Suriye ile kavgamız ve bozulan ilişkiler, son 8 yılda bize en az 200 milyar dolara mal oldu. 120 milyar dolar ticaret hacminden kaybettik. Yılda 110 bin TIR ile, Suriye’ye ve Suriye üzerinden 11 ayrı ülkeye ihracat yapıyorduk. Bu ihracattan da yılda 15 milyar dolar gelir elde ediliyordu. 8 yılda kaybettiğimiz bu gelir en az 120 milyar dolardır. 40 milyar dolar da Suriyeli sığınmacılara gitti. En az 40 milyar dolar da bölgede oluşan güvenlik sorunu ile baş edebilmek için askeri boyutlu olarak harcadık. Halen hem askeri hem de mülteciler için harcamaya devam ediyoruz. Turizmi, diğer iş ilişkilerini ve yatırımları da ekleyin, 200 milyarın da çok üzerine çıkar. Fatura her geçen gün de kabaracak.” (Emin Özgönül, “Suriye faturası 200 milyar dolar”, Sözcü, 1 Ağustos 2019)
Toprak, Rojava için de şunları söyledi:
“Kuzey Irak’taki Kürt Federasyonu’nun oluşumuna zemin sağlayan yapılanmanın bir benzeri de, şimdi Kuzey-Doğu Suriye’de oluşturulmak ve Türkiye dışlanmak isteniyor. ABD, Güvenli Bölge’nin kontrol ve denetimini Uluslararası Koalisyon Güçleri’ne bırakmak istiyor. Bölgede 2 bin askerinin yanı sıra, özel güvenlik şirketi Blackwater’ın da 5 bin paralı askeri var. Türkiye ise bölgenin kontrolünün TSK ve ÖSO’da olmasını istiyor.” (aynı yerde)
Toprak ve kafadarları Erdoğan-AKP diktatörlüğünün Suriye politikasını işte böyle eleştiriyorlar. Bu “eleştiri”nin çıkış noktası ve özü, AKP’nin “hatalı” Suriye politikasının bir dizi alanda Türkiye’ye pahalıya patlamış olmasıdır. CHP’nin“eleştirisi” bu “hatalı” politikanın,
a) Kuzey Suriye’de bir özerk ya da bağımsız Kürt siyasal varlığının oluşumuna yol açmış olmasınadır;
b) Erdoğan kliğinin Türk ordusunun ve cihatçı bağlaşıklarının işgal, talan ve yıkım eylemlerine harcadığı paranın karşılığını alamamış olmasınadır;
c) Suriye devletinin çökertmeyi ve yerine Müslüman Kardeşler’in ya da benzer bir İslami grubun iktidarı ele geçirmesini başaramamış olmasınadır;
d) Türkiye’yi Ortadoğu başta gelmek üzere uluslararası alanda yalnızlaştırması ve Türkiye’nin “Ortadoğu bataklığı”na saplamış olmasınadır;
e) Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu gibi figürlerin bir “zafer” kazanıp Emevi camisinde namaz kılamamış olmasınadır vb. Yani onlara göre, Erdoğan kliğinin esas hatası ya da günahı onun yeni-Osmanlıcı, saldırgan ve yayılmacı Suriye politikasının kendisi DEĞİLDİR; bu politikanın saydığım alanlarda başarısız olmasıdır.
O halde CHP liderlerinin sahici bir “yurtta barış, dünyada barış” politikasından yana olmadığı ve Türkiye için ekonomik, siyasal, diplomatik açıdan kazançlı olması halinde bu politikaya bir itirazlarının olmayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu devlet partisinin, aradan 45 yıl geçmiş olmasına ve Türkiye’yi uluslararası diplomasi alanında izole edilmesine hizmet etmesine rağmen 1974 Kıbrıs “barış harekatı”yla övünmeye devam etmesi ve zaman zaman Rum tarafı ile yapılan görüşmelerde her türlü esneklikten yoksun bir tutum sergilemesi ve dahası Kürt ulusal hareketinin son derece alçakgönüllü taleplerine rağmen Türk-Kürt sorununun çözümünde ciddi bir adım atmamakta diretmesi ve Rojava olgusu karşısında paniğe benzer bir ruh hali yaşaması bunu yeniden ve yeniden kanıtlıyor. Türkiye’nin Suriye politikasının düzeltilmesi için Suriye hükümetiyle Kuzey Suriye’deki Kürt siyasal oluşumunun etkisiz kılınması amacıyla görüşmeler yapılmasının ötesinde bir öneri getirmemesi, getirememesi de bu kafanın ve kafa yapısının rasyonaliteden ve siyasal esneklikten ne denli uzak olduğunu, ne denli ilkel, çağdışı, fosilleşmiş olduğunu göstermektedir. CHP liderleri yıllardır, ne Türkiye’de ortaya çıkan ya da çıkabilecek bir özerk Kürdistan olgusunun ve ne de ne Suriye’de ortaya çıkmış olan Rojava olgusunun Türkiye için bir tehdit oluşturmayacağını, hatta Öcalan’ın da pek çok kez söylediği gibi tam tersine Türkiye’nin Ortadoğu’daki stratejik konumunu güçlendirebileceğini kavramamakta diretiyorlar. Geçmişte sözde kırmızı çizgilerini oluşturan özerk Güney Kürdistan/ Kürdistan Bölgesel Yönetimine ilişkin “derin kaygıları”nın hiçbir rasyonel temele dayanmadığı ve bu özerk bölgenin Türkiye için bir tehdit falan oluşturmadığı gerçeği ortaya çıktığı halde. Tıpkı, -olağanüstü gelişmeler olmadığı takdirde- siyasal ve diplomatik statüsünün daha da netleşmesine bağlı olarak Rojava’nın da kendileri için bir tehdit falan oluşturmayacağının ortaya çıkacağı gibi.
Bu Kürt fobisi Ankara’nın, Rojava’daki Kürt siyasal oluşumuna irrasyonel bir biçimde yaklaşmasına (Türkiye’yi güneyinden kuşatacak bir “Kürt kemeri” söylencesi) ve ne pahasına olursa olsun Rojava’yı istikrarsızlaştırma çizgisini izlemesine yol açmaktadır; dahası bu saplantı Rojava Kürtlerinin ABD ve Batı Avrupa emperyalistleriyle güç birliği yapma doğrultusundaki hatalı eğilimini pekiştirmeye hizmet etmektedir. Oysa, kendi orta ve uzun erimli çıkarlarını düşünebilen ve rasyonel davranabilen bir Türk egemen sınıfı Türkiye için asıl tehlikenin Kürt ulusal hareketinden ve Suriye devletinden gelmediğini anlamakta zorluk çekmezdi. Türkiye için asıl tehlike, Suriye’nin zayıf düşmesi ve Suriye ile olan sınırını denetleyememesinden, Erdoğan kliğinin Suriye’yi çökertmek için Türkiye’yi cihadist örgütlerin karargahı haline getirmiş olmasından, bu örgütlerin gerek Türk devleti içinde ve gerekse Türkiye halkları arasında geniş-ölçekli bir örgütlenme ve önemli bir kitle temeli oluşturmuş olmasından, Suriyeli sığınmacılar arasında ciddi bir potansiyel tabana sahip olmasından vb. kaynaklandığını anlamakta hiç de zorluk çekmezdi.
Erdoğan Toprak’ın “Suriye ile kavgamız ve bozulan ilişkiler, son 8 yılda bize en az 200 milyar dolara mal oldu”ğunu söylemesi de tam bir ikiyüzlülük ve utanmazlıktır. Siz Türkiye olarak,
a) ABD, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerle ve başkalarıyla birlikte onbinlerce cihatçı teröristi Suriye’ye yollayacak, yaralanan teröristleri hastanelerinizde tedavi edecek, bu teröristlerin eğitimine yardımcı olacak,
b) Yıllardır bu törör örgütlerine her türlü silah, donanım, öldürücü kimyasal madde vb. yollayacak,
c) Suriye’nin fabrikalarını ve sanayi kuruluşlarını, buğdayını, zeytinini ve zeytinyağını, petrolünü ve diğer ekonomik zenginliklerini bu terörist gruplarla el ele yağmalayacak,
d) Suriye halkına ait çok sayıda tarihsel ve arkeolojik sitin, cami, manastır ve kilisenin yıkımına ve taşınabilir antik eserlerin yağmalanmasına yardımcı olacak,
e) onlarca, belki de yüzlerce kent, kasaba ve köyün bu gruplar tarafından yerle bir edilmesine katkı sağlayacak,
f) onbinlerce, belki de yüzbinlerce Suriyeli sivil ve askerin öldürülmesinden ya da yaralanmasından doğrudan ya da dolaylı olarak sorumlu olacak,
g) Türkiye’ye gelmiş olan milyonlarca Suriyeli’nin kölelik koşullarında çalıştırılması ve acımasızca sömürülmesinden ve onbinlerce Suriyeli kadının cinsel istismara uğramasından ve fuhuşa sürüklenmesinden doğrudan ya da dolaylı olarak sorumlu olacaksınız. Sonra da çıkıp Erdoğan kliğinin Suriye macerasının Türkiye’ye 200 milyar dolara mal olduğunu söyleyerek ağlaşacaksınız.
Eğer asgari düzeyde bir demokratizme sahip olmuş olsaydınız, hatta sadece Türkiye’nin orta ve uzun erimli çıkarlarını koruma yetisiyle donatılmış olsaydınız,
a) TSK’nin Suriye’ye ve özellikle de Rojava’ya karşı giriştiği çeşitli operasyonlara -El Bab Operasyonu (Ocak 2016), Fırat Kalkanı Operasyonu (Ağustos 2016), Zeytindalı Operasyonu (Ocak 2018)- destek vermez,
b) Türk ordusunun, diğer Türk “güvenlik” kuvvetleri elemanlarının ve orada görevlendirilen Türk bürokratlarının derhal ve kayıtsız koşulsuz Suriye’den çekilmesini talep eder,
c) Erdoğan kliğinin, Suriye ile Rusya’nın İdlib’de yuvalanmış olan terör örgütleri kalıntılarına karşı yaptığı ve yapacağı operasyonları, sözümona “sivillerin zarar gördüğü/ göreceği” gerekçesiyle frenlemeye çalışmasını açık seçik bir biçimde eleştirir,
d) Suriye devletiyle diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasını, Türkiye’nin, Suriye halklarının kanını akıtan cihatçı terör örgütlerine verdiği çok yanlı destekten ötürü Suriye’den özür dilemesini, halkına ve ülkesine verdiği korkunç boyutlara varan zararı gidermek için Suriye’ye tazminat ödemesini talep eder,
e) Türkiye’de üslenmiş olan tüm legal ve illegal Suriye-karşıtı örgütün her türden çalışmalarını yasaklar ve onların liderleri ve militanlarının Suriye devletine teslim edilmesini talep eder,
f) Türkiye’ye gelmiş olan ve büyük çoğunluğu burada perişan bir yaşam sürmekte olan Suriyeli sığınmacıların ikna ve gönüllülük temeli üzerinde ve Suriye devletiyle eşgüdüm içinde ülkelerine dönmeleri için bir kampanya çağrısı yapar ve bu geri dönüş süreci bitene kadar Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların insanca yaşamaları için gerekli koşulların sağlanması için uğraşırdınız.
Tabii hiçbir aklı başında kişi CHP liderlerinin böylesi adımlar atmasını ummaz ve umamaz. Bunları yapma ve AKP gericiliğinin Türkiye halkları ve özellikle Türk halkının alnına sürdüğü bu kara lekeyi çıkarma görevi Türkiyeli devrimci ve demokratlara düşmektedir.
- 1 Mayıs 1977 Tartışması: Aydınlıkçılık, Liberalizm ve Devrim - 3 Mayıs 2020
- Bolton Giderken… - 16 Eylül 2019
- Quo Vadis AKP Türkiyesi? - 27 Ağustos 2019